Suud siyasetinin kodları yeni düzen eski oyun

Abdullah Erboğa / SETA, Stratejik Araştırmalar
27.10.2018

Hiçbir somut başarı hikayesi olmayan Veliaht Selman’ın adının sürekli olarak kriz ve kaoslarla anılması sadece şahsına yazılamaz. Kaşıkçı cinayeti başta olmak üzere yapılan tüm eylemlerde aynı zamanda ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’in katkısının olduğu ve eşdeğer sorumluluklarının bulunduğunun altı çizilmelidir.


Suud siyasetinin kodları yeni düzen eski oyun

İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda işlenen Cemal Kaşıkçı cinayeti sebebiyle Riyad’da alarm zilleri çalmış durumda. Amatörce organize edilmesine rağmen belli bir plan dahilinde hareket edildiği ve Riyad’dan komuta edildiği anlaşılan bu cinayetin bedeli ağır olacak gibi duruyor. Gönderilen 15 kişilik ekibin alanlarında oldukça seçkin ve Riyad’da makbul isimler oldukları basına yansıyan fotoğraflardan rahatlıkla anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 18 kişilik ekibin İstanbul’da yargılanması talebine Suudi Arabistan’ın nasıl cevap vereceği henüz belirsiz. Ancak krallığın cinayetin aydınlatılmasına ve yargı sürecine vereceği tepkiler yakın dönem Suud siyasetinin kodlarını sunacaktır. Dünyanın her yerinden Kaşıkçı cinayeti ile ilgili tepkiler gün geçtikçe artarken, Batılı ülkeler Suudi Arabistan’a yönelik tepkisel yaklaşımlar içerisinde. Almanya silah ihracını durdurma kararı alırken, bazı ülkeler bahsi geçen 18 kişinin vizelerini iptal etme yolunu seçti. Elbette söz konusu Suudi Arabistan olunca tüm aktörler bu ülkeyle kurdukları maddi ilişki çerçevesinde tepki boyutunu ayarlamaya özen gösteriyor. Bununla birlikte Suudi Arabistan yönetiminin küresel çapta ciddi bir imaj bozukluğu yaşadığı ve bir müddettir uygulamaya konulan reformcu yönetim ve lider ambalajının patladığı ifade edilebilir. Çöl Davos’u olarak adlandırılan zirveye katılım konusunda yaşanan iptaller önemli ancak, zirvede atılan imzaların ve Veliaht Prens’in neşesine bakılırsa paranın açtığı kapının sayısı bir hayli fazla. Peki Suudi Arabistan bu noktaya nasıl geldi ve bundan sonra ne yapacak?

İktidar inşası

Suudi Arabistan’ın halihazırda geldiği noktayı anlayabilmek için özellikle Arap Baharı süreciyle birlikte içine kapıldığı güvenlik buhranını iyi okumamız gerekmektedir. Devrim dalgasının ülkeye ulaşmasını ve İhvan’ın, başta Mısır olmak üzere,  bölgede kendisine alan bulmasını engellemek birincil öncelikti. Daha sonra İran nükleer müzakereleri ve anlaşması ile ortaya çıkan tabloda, bölgede İran tarafından kuşatılma tehlikesi ortaya çıktı.

‘Beleşçiler’

İran’a bölgede hareket alanı açılması, Riyad yönetimi açısından son derece üst düzey bir tehditti. Bu iki gelişme, Suudi Arabistan’ın ABD ile oldukça derin güvenlik ilişkisinde büyük kırılmalar yaşamasına ve Başkan Obama döneminde karşılıklı olumsuz tutumlara neden olmuştu. Hatırlanacağı üzere Başkan Obama’nın ‘beleşçiler’ ifadesini kullanması uzun bir müddet ikili ilişkilerin seyrini olumsuz etkilemişti. Dolayısıyla ortada Suudi Arabistan açısından iki büyük kaygı vardı. Birincisi bölgede ortaya çıkan ulusal güvenlik tehditlerinin çok yakın bir şekilde hissedilmesi. İkincisi ise böylesi bir güvenlik problemi sürecinde ABD ile yaşanan gerilimli ilişkiler.

Muhammed bin Selman iktidar basamaklarını tırmanırken yukarıda bahsedilen iki problemden kurtulmak için altın bir fırsat doğdu. ABD başkanlığını kazanan Trump, hem İran karşıtlığı hem de Suudi Arabistan ile iyi ilişkiler kurmak isteyen bir söyleme sahipti. Zaten başkan seçildikten sonra ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapması bu önemi pekiştiren bir adım olarak karşımıza çıktı. Bu sırada Muhammed bin Selman Veliaht Prens olarak ülkedeki tüm iktidar ve güç merkezlerindeki ağırlığını arttırmaya koyuldu. Hiç şüphesiz Trump yönetiminin, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve İsrail’in, Veliaht Prens’in iktidarını tahkim etmesine destek verdiği çok açıktı. Zira bu dört ülke oluşturacakları eksen ile yeni bölgesel düzenin inşa edilmesinde beraber hareket etme niyetindeydi. Hem Kral Selman’dan aldığı destekle hem de dış destekle iktidar mücadelesini güçlendiren Veliaht Prens, içeride ve dışarıda kendi opsiyonlarını harekete geçirmeye başladı.

İç politikada elzem olarak yapması gerekenler vardı. Çünkü Suudi siyaseti belli dengeler üzerine inşa edilmişti ve birden fazla güç merkezi bulunmaktaydı. Muhammed bin Selman öncelikle kardeşler ve mensubu bulundukları aşiretler üzerinden kurulan hanedan dengesini yaptığı atamalar yoluyla yıktı. Böylelikle güç merkezlerini pasifize ederek kendisine karşı içeride herhangi bir ittifakın kurulmasının önüne geçti. Birçok tanınmış din alimini hapse attı. Potansiyel tehdit oluşturabilecek aktörleri ve güç odaklarını yolsuzlukla mücadele adı altında Ritz Carlton otelinde alıkoydu. Siyasi ve ekonomik feragatlar yapmaları karşılığında bir kısmını serbest bıraktı, diğerleri ise hala mahpus durumda. Otelden sızan kareler, reformcu ambalajın otoriter etiketi olarak dünyada yankılandı. Bununla birlikte tek güç merkezi olduğunun kabul edilmesi için yoğun bir PR çalışması yaparken Ortadoğu’da reform denilince akla gelebilecek her türlü adımı yürürlüğe koydu. Kadınlara tanınan sözde özgürlükler ve ‘Vizyon 2030’ gibi ekonomik kalkınma hamleleri elbette ilk sırada yer aldı.

Muhammed bin Selman, ülkesinin ne denli caydırıcı olduğunu ve ulusal güvenliğine yönelik tehditleri cevapsız bırakmayacağını çeşitli hamlelerle göstermek istedi. Bu hamlelerin, beraber hareket ettiği ülkelerin isteği ve arzusuyla gerçekleştiğine şüphe yok. Yemen’e karşı başlatılan operasyonla Riyad yönetimi, İran’a karşı kendi askeri kapasitesini sergilemeyi ve İran’a ders vermeyi amaçladı. Ancak üç yıldır devam eden saldırılar ne yazık ki Yemen’de yaklaşık 13 milyon sivilin açlık sınırında kalmasından ve Yemen’deki siyasi kaostan başka sonuç üretmedi. Şii din alimi Nimr’in idam edilmesi ve Tahran’da Suudi elçiliğine yönelik taşkınlıklar sonrası büyükelçisini çeken Riyad yönetimi, başta Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler olmak üzere kendi eksenindeki devletlerin de Tahran’dan büyükelçilerini çekmesi için onları baskıladı. Zaten İran politikasında istenilen düzey tam olarak buydu. Daha sonra Katar krizinde ortaya çıkacağı gibi Suudi Arabistan, bölgede İran’ın sınırlandırılmasını istiyordu ve herhangi bir ülkenin buna aykırı davranmaması için Katar üzerinden ön almaya çalışıyordu. Bununla birlikte resmi düzeyde olmasa dahi İsrail ile iyi ilişkilerin kurulduğu aşikardı.

Riyad’ın geleceği

Suudi Arabistan, bölgede şu an için kurulan eksen ile oldukça rahatlamış gözükmektedir. ABD’nin İran’ı sınırlandırma hevesi, İhvan’ın güç kaybetmesi ve siyasi muhaliflerin bertaraf edilmesi en mühim gelişmelerdir. Suudi sermayesinin Başkan Trump’ın gözlerinde oluşturduğu efsunlu tablo Washington yönetimi için oldukça kıymetli. Riyad’ı, Çin ve Rusya’ya kaptırmak istemeyen Trump, Muhammed bin Selman’a karşı suçlayıcı ama aynı zamanda maddi gerekçelerle sahiplenici bir üslup kullandı. Zaten bu tavrın sergilenmesi için Beyaz Saray’da kimin oturduğunun önemi yok. Suudi Arabistan’da istikrarlı ancak sınırlarını bilen bir iktidar olması durumunda ABD’nin çok fazla sesini çıkarmayacağı söylenebilir. Güvenlik yapılanması yüzde 90 düzeyinde ABD’ye bağlı olan Suudi Arabistan’ın yakın gelecekte bağımsız bir duruş sergilemesi beklenemez. ABD içerisinde farklı güç merkezleri Riyad’da alternatif seçenekler üzerinden hareket etse de, Trump yönetiminin, acemiliklerine katlanabildiği ölçüde Veliaht Prens ile yola devam edeceği gözükmektedir. Ancak her zaman maliyet üreten ve Riyad yönetimini sorunsallaştıran adımların sıklaşması durumunda Washington’ın tercihi değişebilir.

Suudi Arabistan’ın bölgesel düzlemde ideolojik bir eksene liderlik etmesi mümkün görünmemektedir. Vahhabiliğin önümüzdeki süreçte bölgede cazibe oluşturması söz konusu değildir. Dinamik genç nüfus göz önüne alındığında finansal gücünü de uzun süre dış politika aracı olarak sürdürmesi kolay değildir. Bu bakımdan bölgesel ve küresel sistem açısından Riyad yönetiminin üç konuda rol oynaması beklenebilir: ABD tarafından İran’a karşı  muhtemel bir senaryoda maliyetleri ve bölgesel liderliği üstlenmesi, petrol arzını nasıl yönlendireceği/petrolü nerelere satması gerektiğini planlaması ve son olarak petro-dolarları nasıl değerlendirmesi gerektiğine karar vermesi, Riyad’ın geleceğini şekillendirecektir.

Cemal Kaşıkçı cinayetinden kendisini sıyırmaya çalışan Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi Arabistan’ın bu tür kararlarla devletin ağırlığına halel getirmesi, Riyad’ın uluslararası alandaki imajını yerle bir etmiştir. Ancak Veliaht Prens’in bu noktaya nasıl sürüklendiğini ve hoyratça tavırlar sergilemesinin ardındaki nedenleri dikkatlice okumak gerekmektedir. Muhammed bin Selman’a verilen ucu açık kredinin hem Suudi Arabistan içerisinde hem de dışarıda nasıl sonuçlar ürettiği ortadadır. Hiçbir somut başarı hikayesi olmayan Veliaht Selman’ın adının sürekli olarak kriz ve kaoslarla anılması sadece şahsına yazılamaz. Kaşıkçı cinayeti başta olmak üzere yapılan tüm eylemlerde aynı zamanda ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’in katkısının olduğu ve eşdeğer sorumluluklarının bulunduğunun altı çizilmelidir.

[email protected]