Suudi Arabistan ve ‘insan hakları’

Mehmet Rakipoğlu / Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü
25.08.2018

Sivil toplum kuruluşları ve çeşitli örgütler, her ne kadar insan hakları bağlamında Riyad’ı eleştirmekte haklı olsalar da Suudi Arabistan Batı dünyasına bu konuda karşı gelmekte kararlı. Nitekim Suudi Arabistan menşeli sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda Kanada ciddi şekilde tehdit edildi ve 11 Eylül saldırılarını hatırlatan paylaşımlar yapıldı.


Suudi Arabistan  ve ‘insan hakları’

Körfez bölgesi “taht kavgaları” veya “yerel rekabet” gibi meselelerle bölge siyasetini bir hayli meşgul etmekte. Gerek I.Veliaht Muhammed bin Selman’ın veliaht oluş serüveni gerekse ülkedeki soruşturmalar ve gözaltılar, Suudi Arabistan’ın uluslararası medyada sıkça yer almasına ve bölge siyasetinin Riyad üzerinden şekillenmesine yol açmıştı. Dolayısıyla Ortadoğu’nun bir alt-bölgesi olan Körfez’in gündemini daha çok Suudi Arabistan’ın belirlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Suudi yönetimi son birkaç yıl boyunca bölgesel konjonktürün getirdiği dönüşüme karşı gelerek ülkedeki konumunu güçlendirme yoluna gitmişti. En basit ifadeyle mevcut yönetim, kendisine muhalif olma potansiyeli taşıyan unsurların teker teker üzerine gitti ve ülke içerisindeki pozisyonunu gerektiği yerde insan haklarını ihlal ederek pekiştirdi.

Hanedan içi hamleler

Katar’ı marjinalize etmeye çalışan Suudi yönetimi, ülke içinde de benzer politikaları takip edip potansiyel muhalif grupları egale ederek varlığını daha da somutlaştırmaktadır. Son bir yıl içerisinde atılan adımlar hatırlanacak olursa gerek insan hakları gerekse uluslararası hukuk açısından soru işaretlerinin olduğu rahatlıkla görülebilir. Bu durum Birleşmiş Milletler’in S. Arabistan İnsan Hakları Raporu’nda da yer almıştır. Sebepsizce gözaltına alınan onlarca kişi, işkenceler ve para karşılığı serbest kalma iddiaları, bu hukuksuzlukların sadece birkaç örneği olarak görülebilir. ABD ile olan ilişkileri gerekçesiyle Suudi hanedanlığını ve yönetimine hem eleştirilerde hem de nasihetlerde bulunan muhalif alim Sefer el-Havali’nin tutuklanması da bu noktada zikredilmesi gereken örnekler arasındadır. Operasyonlar ve keyfi gözaltılar Suudi hanedanlığının kendine has hakları olduğunu ve evrensel insan haklarının değil Suudi Arabistan’ın “insan hakları”nın olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle S. Arabistan’ın kendine has “insan hakları” Suudi hanedanlığını korudu, konumunu güçlendirdi ve her türlü tehditten uzak tuttu. Hatta kendisine yönelik insan hakları ihlalleri eleştirileri Arabistan’ın dış politikada krizlerle karşılaşmasına yol açtı.

Almanya ve Kanada krizi

Bu noktada S. Arabistan ve Almanya arasında yaşanan gerilimi hatırlamak yerinde olacaktır. Berlin yönetimi Yemen’deki insan hakları ihlallerini gerekçe göstererek S. Arabistan’a yönelik silah satışını durdurmuştu. Devam eden süreçte Almanya’nın Riyad’ın Lübnan politikasını eleştirmesi ve Riyad’ın Almanya’nın İran politikasından memnun olmaması krizi derinleştirmişti. Benzer şekilde 2015 yılında İsveç’in eleştirilerine Riyad sert tepki vermiş, Stockholm’deki elçisini geri çağırıp ticari ilişkileri askıya almıştı. Şu an benzer bir kriz, S. Arabistan ile Kanada arasında yaşanmaktadır. Kriz, Kanada Dışişleri Bakanlığı’nın insan hakları aktivistlerini tutuklanmalarını eleştirmesi ve Riyad yönetimini uyarması ile başladı. Devam eden süreçte S. Arabistan, içişlerine karıştığı gerekçesiyle Kanada ile  arasındaki tüm yeni ticaret ve yatırım anlaşmalarını ve diplomatik ilişkilerini dondurduğunu açıkladı. Öte yandan Riyad yönetimi Kanada büyükelçisinin 24 saat içerisinde ülkeyi terk etmesini istedi. 13 Ağustos’tan itibaren de iki ülke arasındaki uluslararası uçuşlar durduruldu ve S. Arabistan Kanada’daki büyükelçisini geri çağırdı. Krizin ikili ilişkilere nasıl yansıyacağını tahmin etmek için ekonomik verilere bakmak yerinde olacaktır.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi, yaklaşık 4 milyar dolar civarında. Ticaret hacminin yüksek seviyelerde olmaması, Veliaht Prens Bin Selman ve ekibinin Batılı devletler tarafından insan hakları meselesinde eleştirilmeye tolerans göstermeyeceklerini kanıtlamaları için büyük bir fırsat oluşturdu. Nitekim S. Arabistan’daki tutuklamalar ve gözaltıları Suudi yönetiminin ülke içindeki gücünü konsolide etmeye yöneliktir. Ayrıca Riyad yönetimi Kanada Başbakanı Justin Trudeau ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki ilişkilerin mesafeli olmasını da bir fırsat olarak görmüş olabilir.

Krizin ticari boyutunda askeri silah ve teçhizat satışı büyük önem arz etmektedir. Ticari ilişkilerin askıya alınması toplam 15 milyar dolar  tutarındaki 928 adet hafif ve ağır askeri zırhlı araç paketini de etkiledi. Krizin bir boyutu da Kanada’da okuyan S. Arabistan’ın devlet burslusu öğrencileri. Sayıları 12 bin ile 17 bin arasında olan bu öğrenciler, Kanada ekonomisine yıllık 500 milyon dolar civarında katkıda bulunmaktadır. Krizin derinleşmesinin ardından Suudi yetkililer, Kanada’da okuyan öğrencilerin aileleriyle birlikte ülkeyi terk etmeleri yönünde bir açıklama yaptı. Bu durum Kanada ekonomisini olumsuz etkileyecektir. Krizin daha net anlaşılması için S. Arabistan’ın itham edildiği insan hakları ihlalleri hakkındaki gelişmelere bakmak yerinde olacaktır.

Körfez İnsan Hakları Merkezi’ne göre, sadece 15 Mayıs 2018’den bugüne kadar Suudi polisi en az 20 insan hakları savunucusunu tutukladı. İman el-Nefcen, Azize el-Yusuf, Ayşe el-Manea, Muhammed el-Rabia, Luceyn el-Haslul, İbrahim Modeymig başta olmak üzere tutuklananların çoğunluğu kadın hakları savunucusu ve 20 yıla kadar hapis cezası ile karşı karşıyalar. Ayrıca geçtiğimiz hafta uluslararası kamuoyu tarafından iyi tanınan iki kadın aktivist Semar Bedevi ve Nesime al-Saade’nin tutuklanması uluslararası basında geniş yankı uyandırmıştı. Söz konusu aktivistlerin tutuklanması sonrası Kanada’nın bu denli sert açıklama yapması Semar Bedevi ve Nesime el-Saade’ye yönelik uluslararası medyadaki ilgiyi daha da arttırdı. Nitekim kadınların oy kullanması, araba sürmelerini engelleyen yasağın kaldırılması ve erkek vesayet sistemi gibi konularda kampanya düzenleyen iki isim uluslararası kadın hakları açısından önem arz etmekte. Semar Bedevi ABD tarafından 2007 yılından bu yana her yıl verilen  Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülünü 2012’de almıştı. Ayrıca Semar Bedevi’nin abisi Suudi Arabistan asıllı Kanada vatandaşı Raif Bedevi muhalif bir blog yazarı ve şu an S. Arabistan’da hapiste. Raif Bedevi’nin eşi Ensaf Haydar, Kanada’da yaşıyor ve yakın zamanda Kanada vatandaşı oldu. Dolayısıyla krizde, Kanada’nın “aktivistleri derhal serbest bırakın” açıklamasının arkasında farklı noktaların olduğunu gösteriyor. Söz konusu tavır, Kanada’nın ülke dışındaki vatandaşlarına yönelik korumacı politikası olarak okunabilir. Kısacası Kanada hiçbir vatandaşının veya yakınının insan hakları ihlallerine maruz kalmasına sessiz kalmamayı tercih etmektedir.

Ayrıca Nesime el-Saadet de 2015’teki yerel seçimlerindeki duruşu ile bilinmekte. Şiilerin çoğunlukta olduğu Katif bölgesinden aday olan el-Saadet, seçimlerden men edilmişti. Esra el- Gamham da zikredilmesi gereken önemli kadın aktivistler arasındadır. 8 Aralık 2015’te eşi Musa el-Haşim ile birlikte evinde tutuklanan el-Gamham, Katif’teki protestoların lideri olmak, Krala itaatsizlik etmek gibi suçlardan yargılandı ve hakkında idam istendi. 32 yaşındaki el-Gamham hakkındaki nihai karar 28 Ekim’deki duruşmada verilecek ve söz konusu karar Suudi Arabistan’ı derinden etkileyecektir. Nitekim el-Gamham’ın idamı gerçekleşirse Arabistan tarihinde ilk kez kadın bir siyasi aktivist idam edilmiş olacak. Halihazırda insan hakları ihlalleri gerekçeleriyle bazı ülkelerle krizler yaşayan ve birtakım Batılı medya organları tarafından adeta sorgulanan Riyad yönetimi daha da baskı altına girmiş olacak. Öte yandan önemli bir diğer insan hakları savunucusu aktivist Yasser el-Ayyaf’ın, gözaltıları eleştiren ve twitter’da 2 milyondan fazla takipçisi olan Abdülaziz Favzan ve 14 milyon takipçisi olan Selman el-Avde gibi din adamlarının tutuklanması da Suudi Arabistan’a yönelik insan hakları ihlallerinin şiddetlenmesine neden oldu. Arabistan’daki insan hakları ihlalleri ve baskıcı politikalar ülkedeki gazetecilerin kaygılarını daha da arttırdı. S. Arabistan’ın iç siyasetine istikrar getirmeyecek olan bu hamleler sonrası ünlü gazeteci Cemal Kaşıkçı da ülkeden ayrılarak Amerika’ya yerleşti. The Economist’e verdiği röportajda Kaşıkçı, ülkedeki baskılardan korkup kendi isteğiyle sürgüne gittiğini vurguladı.

Kanada’nın kaygısı

Peki, Kanada yönetimi neden böyle bir hamleye ihtiyaç duydu? Birkaç yıldır Kanada devleti ve mevcut hükümet, Kanada’da imal edilen hafif zırhlı araçların S. Arabistan’a satışının onaylanması sonrası insan hakları gruplarının izlemesine maruz kaldı. Ayrıca bazı sivil toplum örgütleri hükümete insan hakları ihlallerinde Kanada yapımı silahların kullanılıp kullanılmadığının araştırılması konusunda baskı uyguladı. Dolayısıyla Kanada yönetiminin S. Arabistan’a yönelttiği eleştiriler sadece evrensel “insan hakları” kaygısından kaynaklanmamaktadır. Kısaca, Kanada hükümeti Riyad’ı insan hakları ihlalleriyle eleştirerek sivil toplum ve insan hakları örgütleri tarafından yöneltilen baskıyı azaltmış olacaktır. Ayrıca kadın aktivistlerden Semar Bedevi’nin abisi, Suudi Arabistan asıllı Kanada vatandaşı Raif Bedevi’nin hapiste olması da Kanada’nın pozisyonunu ortaya koymaktadır. Peki Kanada’nın yönetiminin Suudi Arabistan’a yönelltiği insan hakları ihlalleri iddiası ne kadar doğru? Yukarıda da bahsedildiği gibi Suudi Arabistan’da Suud ailesine özel bir hukuksal zeminden bahsetmek mümkün. Özellikle bin Selman’ın I. Veliaht olması sonrası atılan iç ve dış politik adımlar bunu kanıtlar nitelikte. Suudi Arabistan’ı 1979 öncesindeki gibi “ılımlı” İslam’a götürmekle uluslararası medyada geniş yankı uyandıran bin Selman aslında kendisine muhalefet etme potansiyeline sahip herkesi gözaltına alarak, işkence uygulayarak veya finansal yönden baskı politikası takip ederek gücüne güç katmakta. Dolayısıyla Kanada’nın Arabistan’a yönelttiği insan hakları ihlallerinde haklılık payı yüksek.

Eleştirilemez Suud

Kanada ile ilişkilerin gerilmesi aslında sadece Kanada’ya bir mesaj olarak görülmemeli. Avrupa’da veya Batı’da Suudi yönetimini şiddetle eleştiren birçok ülkenin var olduğu da göz önünde bulundurulursa Riyad’ın bu aşırı tavrı söz konusu ülkelere “Kanada’nın yolunu takip edip, Suudi Arabistan’ı eleştirmeyin” mesajını taşıdığı söylenebilir. Söz konusu ülkelerde bulunan sivil toplum kuruluşları ve çeşitli örgütler, her ne kadar insan hakları bağlamında Riyad’ı eleştirmekte haklı olsalar da Suudi Arabistan insan hakları konusunda Batı dünyasına bu konuda karşı gelmekte kararlı. Nitekim Suudi Arabistan menşeili sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda Kanada ciddi şekilde tehdit edildi ve 11 Eylül saldırılarını hatırlatan paylaşımlar yapıldı. Dolayısıyla Riyad’ın gerek Almanya’nın gerekse Kanada’nın insan hakları ihlalleri iddialarına karşı koyduğu tavır, Suud ailesine zarar verecek eleştirilerin tolere edilemeyeceğini göstermektedir. Ayrıca Suudi Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında içişlerine “herhangi bir şekilde müdahalenin kabul edilmeyeceği”nin belirtilmesi Arabistan’ın dış politikada iddialı tutumunun devam edeceğini göstermektedir. Almanya ve Kanada ile yaşanan krizler ve gözaltı-tutuklama süreçleri Arabistan’da yatırım yapmayı planlayan işadamları ve şirketler için kaygı uyandırıcı bir durum oluşturmaktadır. Yatırım için güvenli ülkeler arayan işadamları için Arabistan yatırımdan uzak görülebilir. Dolayısıyla insan hakları ihlalleri ve Arabistan’ın Almanya, Kanada gibi Batılı ülkelerle yaşadığı krizler bin Selman’ın reformlar içeren 2030 vizyonu ile çelişmektedir. Öte yandan tüm bu tutuklamalar bin Selman’ın önerdiği reformların iç yüzünü yansıtmaktadır. Sonuç olarak insan hakları ihlalleri ve yaşanan krizler Suud ailesinin (geçmişte veya günümüzde) herhangi bir muhalefeti kendi otokratik kurallarına tehdit olarak gördüğünü kanıtlamaktadır.

[email protected]