Suudi Arabistan-İran gerginliği nereye varır?

Dr. Bayram Sinkaya / Yıldırım Beyazıt Ünv. ORSAM Danışmanı
9.01.2016

Şeyh Nimr’in idamıyla zirveye çıkan ve Tahran ile Riyad arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesiyle sonuçlanan İran-Suudi Arabistan gerilimin doğrudan bir çatışmaya dönüşmesi beklenmemeli ancak iki devlet de başlıca çatışma alanlarındaki müttefiklerine verdikleri desteği artıracaktır.


Suudi Arabistan-İran gerginliği nereye varır?

Yeni yılın ilk günlerinde, Suudi Arabistan’da aralarında Şii din adamı Şeyh Nimr’in de bulunduğu 47 kişinin idam edilmesi bölgede gerilimin yükselmesine sebep oldu. Tahran ve Meşhed’de Şeyh Nimr’in idamını protesto eden grupların Suudi Arabistan’ın diplomatik temsilciliklerine saldırması üzerine Suudi yönetimi İran ile diplomatik ilişkilerini kesti. Suudi Arabistan’ın ardından Riyad ile dayanışma içindeki bazı bölge ülkeleri de İran ile diplomatik ilişkileri askıya aldı.

İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerilimi açıklamak için medyada öne çıkan ‘mezhepçi’ analizler sorunun tabiatını açıklamaktan uzak kalıyor. Zira yıllardır iki ülkede de yeni mezhep değişikliği olmadı.  Yıllardır hem Tahran’da hem de Riyad’da ‘mezhepçi’ siyasi yapılar iktidarda olsa da iki ülke arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı seyretti. Hatta 1990’larda iki ülke arasındaki ilişkiler o kadar iyileşti ki aralarında savunma işbirliği anlaşması imzaladılar. Hal böyle iken, iki ülke arasında son yıllarda ilişkilerin gerilmesi nasıl izah edilebilir?

Irak işgalinin sonuçları

İran ile Suudi Arabistan ilişkilerinin kırılmasında iki dönüm noktası var. Birincisi, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesidir. Amerikan işgali ile birlikte Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminin yıkılması hem Irak içindeki siyasi dengeleri hem de bölgesel güç dengelerini altüst etti. Her şeyden önce, Saddam’ın iktidardan uzaklaştırılması, İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getiren ortak tehdidi ortadan kaldırdı. Üstelik, iki devlet de Bağdat’ta nüfuzunu artırmak için yarışa girdi. Ne var ki, yeni kurulan siyasi sistem çerçevesinde İran ile bağlantılı Şii siyasetçiler 2005’ten itibaren Irak yönetiminde söz sahibi olunca Riyad sert tepki gösterdi. Hatta Suudi Kralı Abdullah, Amerikan hükümetini ‘Irak’ı altın bir tepsi içinde İran’a hediye etmekle’ suçladı.

Irak’ta rejim değişikliği ve İran’ın etkisinin artması ile birlikte Suudi yönetiminin güvenlik kaygıları da derinleşti. Bir yandan İran’ın etkisinin genişlemesi ile Riyad kendisini çevrelenmiş hissetmeye başladı. İran liderlerinin  İsrail ve Amerikan karşıtı söylem ve politikaları nedeniyle Arap dünyasında popülaritesinin artması da Suudi yönetiminin endişelerini artırdı. Diğer yandan Suudi yönetimi, bölgesel gelişmelerin etkisiyle nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan ve petrol rezervlerinin yoğun olduğu Hasa bölgesinde yaşayan Şiilerin rejime karşı ayaklanmasından endişe etmeye başladı. O dönemde revaçta olan BOP çerçevesinde Amerikan hükümetinin de bölgede ‘demokratikleşmeyi’ teşvik etmesi, Suudilerin kaygılarının daha da artmasına sebep oldu.

İran’ın bölgesel yükselişini durdurabilmek için Suudi yönetimi bir taraftan İran’ı ‘itibarsızlaştırma’, diğer taraftan İran’a karşı dengeleme siyaseti izledi. Bu çerçevede İran hükümetini mezhepçi politikalar izlemekle ve Şii azınlıkları hükümetlerine karşı kışkırtmakla suçlayan Suudi Arabistan, yükselen ‘Şii hilali’ne karşı bölgedeki ‘muhafazakar’  rejimlerle birlikte ‘ılımlı Arap ekseni’ kurma arayışına girdi. Hatta İran ile bağlantılı direniş hareketleri Hamas ve Hizbullah’ı İran rejiminin piyonu gibi hareket edip bölgesel istikrarı riske atmakla suçladı. Keza yeni Irak hükümetiyle resmi ilişki kurmaktan uzak durdu. Böylece İran ile Suudi Arabistan arasında ‘soğuk savaş’ın temelleri atıldı.

Bu şartlar altında İran’ın nükleer programından en çok rahatsız olan bölge ülkelerinden birisi Suudi Arabistan idi. İran’ın nükleer silah sahibi olması durumunda bölgesel güç dengelerinin Tahran lehine değişmesi ihtimali, Riyad yönetimini  İran’a karşı tedbir almaya zorladı. Nitekim, Kasım 2010’da ortaya çıkan ‘wikileaks’ belgelerinde Kral Abdullah’ın Amerikalı muhataplarından İran’ın nükleer programının durdurulması için ‘yılanın başının kesilmesini’ istediği ortaya çıktı.

Arap Baharı ile birlikte birçok Arap ülkesinde isyanlar çıktığında hem Tahran hem de Riyad yönetimleri bu gelişmelere aralarındaki rekabet çerçevesinde yaklaştı. Nerede isyan hareketleri Suudi Arabistan’ın çıkarlarına ve müttefiklerine zarar veriyorsa İran o hareketleri destekledi. Suudi Arabistan da İran’a ve müttefiklerine zarar veren isyan hareketlerinin en büyük destekçisi oldu. Böylece Suriye’de ve Yemen’deki ihtilaflar İran ile Suudi Arabistan’ın müdahaleleriyle şiddetlendi ve ‘vekalet savaşı’na dönüştü.

İran’ı ‘durdurma’ çabası

İran-Suudi Arabistan ilişkilerindeki ikinci kırılma noktası Ocak 2015’te Kral Selman’ın iktidara gelmesiyle oldu. Kral Selman ile birlikte Riyad’da genç ve güvenlikçi politikaları öne çıkaran bir dış politika ekibi işbaşına geldi. Burada en çok dikkat çeken isimlerden birisi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr’dir.

Amerikalı yetkililer Ekim 2011’de,  İran istihbaratının o zaman Suudi Arabistan’ın Washington’daki büyükelçisi olan el-Cubeyr’e karşı bir suikast girişiminde bulunduğu, fakat suikastın son anda önlendiğini iddia etti. Suikastı planladığı iddia edilen M. Arbabsiar, Amerikan mahkemesi tarafından 25 yıl hapse mahkum edildi. Nisan 2015’te Dışişleri Bakanı olan el-Cubeyr, Riyad’da İran karşıtı politikaların merkezindeki isimlerden birisi oldu.

Kral Selman’ın ve ekibinin önceliği bölgede artan İran etkisine karşı mücadele etmek oldu. Suudi Arabistan bu amaçla Mart 2015’te Yemen’e askeri müdahalede bulundu. Müdahalenin amacı İran’ın müttefik olarak görülen Husi isyancıları bastırmak ve Riyad ile yakın işbirliği içinde olan Cumhurbaşkanı Hadi’nin iktidarının güçlendirilmesiydi. Yemen’e müdahale sırasında Suudi Arabistan, birçok Arap ülkesinin katılımıyla bir koalisyon kurdu. Daha sonra Arap ülkeleri arasında  terörizm ile mücadele adı altında bir askeri ittifak kurma çabaları oldu, ama bunlardan somut sonuç alınamadı. Bunun üzerine ikinci bir girişim yapıldı ve Aralık 2015’te otuz beş İslam ülkesinin katılımı ile ‘İslam askeri ittifakı’ kurulduğu ilan edildi. Terörizmle mücadele adı altında devam eden bu askeri ittifak girişimleri, aslında İran’ı dışlayan ve İran karşıtı bir ittifak olarak değerlendirildi.

Suudi Arabistan’da işbaşına gelen bu yeni elitlerin güvenlikçi politikaları İran’ın sert tepkisine neden oldu. İran lideri Ayetullah Hamanei bir açıklamasında, ‘iki ülke arasındaki ihtilaflara rağmen yakın zamana kadar Suudi dış politikasında metanet olduğunu, fakat şimdi iktidara gelen birkaç tecrübesiz gencin metanet yerine barbarlığı tercih ettiğini’ söyledi.

Ruhani güç kaybediyor

Yeni Suudi yönetimi, Temmuz 2015’te İran ile Batı arasında nükleer program üzerinde varılan uzlaşmaya en çok karşı çıkanlardan birisi oldu. İki ülke arasındaki gerilim Eylül 2015’te Kabe’de meydana gelen izdihamda 460’tan fazla İranlı hacının ölmesiyle daha da arttı. Sürpriz bir şekilde iki ülke Suriye krizine çözüm bulmak için 31 Ekim 2015’te Amerikan ve Rus Dışişleri Bakanlarının öncülüğünde Viyana’da yapılan uluslararası toplantıya birlikte katıldı. Fakat bu toplantıda bölgesel işbirliği yönünde adım atılmadığı gibi, İran ve Suudi dışişleri bakanları birbirlerini sert şekilde suçladı. Suudi Arabistan, İran’ı Arap ülkelerinin içişlerine karışmak, Şii azınlıkları tahrik etmek ve mezhepçilik yapmakla, İran ise son olarak Suudi Arabistan’ı terörizmi ve aşırılıkçı hareketleri desteklemekle itham etti.

Şeyh Nimr’in idam edilmesi Suudi hükümetinin güvenlikçi politikalarının bir başka örneğidir. Şeyh Nimr, 2012’de rejim karşıtı gösteriler sırasında tutuklanmış, ‘mezhepler arasında şiddeti kışkırtmak ve ayaklanmaları teşvik etmek’ suçlarından idama mahkum edilmişti. Suudi hükümeti, hem mezhepçilik iddialarından kurtulmak, hem de potansiyel muhaliflere karşı gözdağı vermek amacıyla Şeyh Nimr ile birlikte çoğu el-Kaide üyesi 47 idam mahkumunun cezasını infaz etti.

Şeyh Nimr’in idamı İran’da tepkiyle karşılandı. Birçok İran yetkili Suudi yönetimini mezhepçilikle itham edip ‘idamının bedelinin ağır olacağını’ söylerken Hamanei’inin internet sayfasında yer alan bir karikatür dikkat çekti. Bu karikatürde IŞİD celladı ile Suudi celladı arasında hiçbir fark olmadığı belirtiliyordu. Diğer yandan Meşhed’deki Suudi Arabistan konsolosluğu ile Tahran’daki Suudi Büyükelçiliği saldırıya uğradı. Cumhurbaşkanı Ruhani, saldırıları kınadı ve saldırganların yargılanması gerektiğini söyledi. 70’i aşkın kişi saldırılarla bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Fakat Suudi Arabistan, İran hükümetini  diplomatik misyonlarının korunması için yeterince tedbir almamakla suçladı ve nihayet Dışişleri Bakanı Cubeyr, İran ile diplomatik ilişkileri kesme kararı aldıklarını ilan etti.

Şeyh Nimr’in idamıyla zirveye çıkan ve Tahran ile Riyad arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesiyle sonuçlanan İran-Suudi Arabistan gerilimi, bölgedeki ‘soğuk savaş’ ile bölgesel kutuplaşmasının bir müddet daha süreceğini göstermektedir. Bu çerçevede Tahran ile Riyad arasında doğrudan bir çatışma beklenmez, ama iki devlet de başlıca çatışma alanlarındaki müttefiklerine verdikleri desteği artırabilir.

Diğer yandan bölgesel gerilimin artması ve Tahran-Riyad ilişkilerinin kopması İran’da Ruhani hükümetine zarar verecektir. Zira Ruhani ‘yapıcı angajman’ siyasetiyle Batı ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken, bölge ülkeleri ile ilişkileri daha da bozulmaktadır. Bu durum Ruhani’nin dış politikasının İran kamuoyunda sorgulanmasına sebep olacaktır. Hem bu diplomatik krizin yönetimi, hem de Suudi temsilciliklerine saldıran kişilerin yargılanması süreci Şubat ayının sonunda İran’da yapılacak seçimleri etkileyecektir.

[email protected]