Taksim eylemcileri dindarları ikna edebilir mi?

Prof. Dr. Medaim Yanık - İst. Şehir Ünv. Öğr. Üy.
8.06.2013

Türkiye’de geniş dindar kitleler, sokaklarda gösteri yapan, korna çalan, tava tencere tokuşturan kişilerden korkuyor. Bu kişilerin elitlerinin iktidarı ele geçirdiğinde; canının, evladının eğitiminin, ticaretinin zarar göreceğinden korkuyor. Taksim eylemcileri bu korkuyu gidermedikçe geniş halk kitlelerini arkalarına alamayacaklar.


Taksim eylemcileri  dindarları ikna edebilir mi?

Türkiye’de iktidarda olanların, diğerlerinin yaşam biçimine ve gündelik hayatlarına müdahalesi bir Cumhuriyet geleneği. Başbakan Erdoğan’I otoriter olmakla suçlayanların “dindar Anadolu insanının” hayat biçimine müdahale karnesi oldukça kabarık. Bu geleneğin en yakın örneği 28 Şubat süreci. Türkiye’de dindarların laikçilerden, laikçilerin dindarlardan korkusu fobik bir korku mu, gerçek bir korku mu? Önce “fobik korkuyu” tanımlayayım. Fobik korku aşırı ve varolan durumla uyumlu olmayan korkudur. Hatta aslında ortada gerçek bir korku nedeni yok iken korku duymadır. Soruya cevabım basit. İktidar mücadelesi veren elitler, bu korkuyu zaman zaman inşa etseler dahi, ötekinden korku fobik özellikler taşısa da, bu korkunun gerçekçi yönleri de var. Bu korku psikolojisi, bugün Taksim eylemlerinin yönünü belirleyecek. Nasıl mı? İzah edeyim. Türkiye’de geniş dindar kitleler, sokaklarda gösteri yapan, korna çalan, tava tencere tokuşturan kişilerden korkuyor. Bu kişilerin elitlerinin iktidarı ele geçirdiğinde; canının, evladının eğitiminin, ticaretinin zarar göreceğinden korkuyor. Taksim eylemcileri bu korkuyu gidermedikçe geniş halk kitlelerini arkalarına alamayacaklar.

Saflar sıklaşıyor mu?

Dindar kesim, Taksim göstericilerinden kendi hayat biçimlerine müdahalesine örnekleri şimdilerde yeniden yaşamaya başladı. Beyoğlu, Kadıköy, Beşiktaş, Şişli vb. yerlerde varolan veya yolu düşen dindarlara yönelik sözlü taciz örnekleri anlatılmaya başlandı. Dindarların yaşadığı duygu şu: “Bunlar iktidara gelirse, bize yaşam hakkı tanımaz. Geçmişte bize zulum yaptılar. Şimdi çok daha öfkeliler. Bu sefer bizi ezerler” İşte Taksim göstericilerine yönelik bu korku, muhafazakar kitleleri onlardan uzaklaşmaya, Başbakan Erdoğan’la dayanışmaya götürecek. Üstelik Gezi Parkı’ndaki ilk gösteriyi organize eden çevreci grupların, dindarların da desteğini almaya yönelik sözleri de yerini bulamayacak. Çünkü sokağa yansıyan, onlar değil ulusalcılar. Göstericilerin bir koalisyon olduğu açık. Ama, Taksim göstericilerinin görünen yüzü, üçüncü gününden sonra ulusalcılara kaydı. Ulusalcılar çok öfkeli. O kadar öfkeliler ki, kendilerinin saldırgan algılanmalarının önüne geçemeyecekler. Gerçi saldırgan algılanmalarını dert ediyor da görünmüyorlar. Dert etseler de, halleri buna imkan vermiyor. Vatanın satıldığına yönelik kesin inançları var. Kendileri dışındakileri düşman belliyorlar. Hayata bakışları siyah ve beyaz. Kendilerini mutlak hakikatte, ötekilerini mutlak bir batıl içinde görüyorlar. Alışkın oldukları iktidarın da ellerinde olmaması bu öfkelerini besliyor. İktidarı seçim yoluyla alamayacakları kanaatleri var. Bu hale gelmelerinin sebebi olarak da Başbakan Erdoğan’ı görüyorlar. Erdoğan’a ölesiye bir düşmanlık besliyorlar. Ne yapıp edip, Erdoğan’ı devirme peşindeler. Gezi Parkı dolayısıyla yaşananları da bunun kaçırılmaz bir fırsatı olarak görüyorlar. İşte dindarların hem siyasal elitleri, hem de ortalama sokaktaki adamı, yukarıdaki okumayı yaptı. Artık normalde Erdoğan’ın, belediye başkanının, polislerin yaptığı yanlışları eleştirebilirlerdi. Ama bu noktadan sonra, kendi aralarında eleştiri yapsalar dahi, Erdoğan’ın safına geçeceklerdir. 28 Şubat’tan kalan travmatik bellekleri ve korkuları başka türlü davranmaya müsaade etmeyecektir.

Gezi Parkı eylemleri başladığında, tüm Türkiye’ye hitap edebilecek semboller vardı. Ağaç ve AVM. Ağaç, ekmek ve su gibidir. Ağaç, insan zihni için en pozitif imgelerden biridir. Ağaçların kesilmesinin önüne geçmek, siyasi görüşten bağımsız olarak, her insanın zihninde ve duygularında karşılık bulur. Aşırı gaz sıkan polise direnmek de hoş geliyordu. Hatta eylemcilere yönelik sempati de oluşmuştu. Bu aşamada eylemlere İslamcılar veya başörtülülerden de Taksim’e giderek aktif destek verenler oldu. Dindar kitlelerin duyguları sokakların renginin ulusalcı simgelere dönmesiyle önce bir şaşkınlığa, sonra da korkuya dönüştü. Son günlerde de karşı öfkeye evrilmeye başladı. Çünkü bu sokağa çıkanları ve sembollerini 28 Şubat’tan ve Cumhuriyet mitinglerinden tanıyorlardı. Travmatik bellekleri canlandı. Kendi saflarına geçmeye başladılar.

Kendilerine “beyaz Türkler” denilen gruplar, “irtica ve hayat biçimlerine müdahale korkusunu” hep dillendirdiler. Akademi, iş dünyası, basın ve sanat dünyasında geçmişten gelen bir ağırlıkları olduğu için, sesleri daha gür çıktı. Hatta bu korkularını “siyasal bir araç” olarak da kullandılar. Elitleri bu korku söylemini inşa etmek için de çaba gösterdi. Dindar/ muhafazakar kitlelerin korkuları pek dile getirilmedi. Korkuların karşılaştırılması pek insani olmayabilir. Ama ortada şöyle bir sorun var. Eğer Türkiye’de ister CHP, ister Sol, isterse de Ulusalcılar seçim kazanmak istiyorlarsa, dindar kitleleri hayatlarına müdahale etmeyeceklerine inandırmaları gerekiyor. Ortalama dindar kişiler, CHP veya Sol’un iktidarında kılık kıyafetlerine, çocuklarının okullarına, kamuda iş bulmalarına sorun olmayacağına emin olmadıkları müddetçe onlara oy vermeyecekler. Gezi Parkı’na bile destek vermeyecekler.

Dindarların endişeleri...

Soru şu: CHP, Sol veya Ulusalcılar geniş dindar kitlelerin bu korkuları ve endişelerini dikkate alabilir mi? İçlerinden bazıları bu gerçekliği görse bile, bu korkuları dikkate alan bir siyaseti uygulamaya geçirebilirler mi? Bu sorulara benim cevabım şöyle: Gelenekleri, alışkanlıkları, zihniyetleri ve örgüt yapıları sebebiyle oldukça zor. İmkansız değil, ama oldukça zor. Çünkü dindarların korkuları derin. Bu korkuların nesiller boyunca aktarımı var. Korkular gerçek yaşantı ve tecrübelerden kaynaklanıyor. CHP, Sol veya Ulusalcılar ise hem dindarların yaşadığı duyguları doğru tahlil etmekten uzak. Hem de halen aşırı öfkeliler. Öfke, başkalarını anlamayı oldukça zorlaştırır. Akılcı düşünmeye, sabırlı olmaya, uzun vadeli çalışmaya engel olur. Gezi Park’ının öz eylemcileri ne demeye çalıştığımı anlamış durumda. Onların açıklamalarını olduğu gibi aktarayım: “Halkımızın dikkatine; biz çapulcular ve ayyaşlar olarak, ailelerimiz ve öğretmenlerimiz tarafından insanların fikir, düşünce ve tavırlarına saygılı olmak, birlikte kardeşçe yaşamak için yetiştirildik. Toplumsal yaşamı ve ortak değerleri, kişisel görüşleri üzerinden şekillendirmek isteyenlerin alkol ve ayran yakıştırmalarına tepki olarak, bir diğer milli içeceğimiz olan demli çayı Taksim Gezi Parkı direnişinin resmi içeceği ilan ediyoruz. Önümüz deki Kandil döneminde farklı kalarak da birlikte yaşanabileceğini birtakım yöneticilere göstermek amacıyla (ve Kandil simidiyle de çok iyi gittiği için) ince belli bardakta demli çay içmeye özen göstereceğiz. Hayırlı Kandiller dileriz” Gezi Parkı’nın eylemcilerinin bu sözleri güzel. Fakat dindarların korkularını gidermeye yetmez.

    [email protected]