Taksim’in adı, Tahrir’in tadı: ‘Türkiye’de devrim halüsinasyonu

İsmail Numan Telci - Kahire Ünv. Öğr. Görevlisi
8.06.2013

Mısır’da mevcut baskı rejimini yıkabilmek için devrimden başka çaresi olmayan kitleler söz konusuyken, Türkiye’de demokratik her aracı kullanabilen, insan hakları durumu her geçen sene ilerleyen bir yapının olması, Taksim ve Tahrir analojisini yersiz kılıyor.


Taksim’in adı, Tahrir’in tadı:  ‘Türkiye’de devrim halüsinasyonu

İstanbul’da Gezi Parkı’nı koruma amacıyla başlayan ve sonrasında her geçen gün büyüyen gösteriler birçok anlamda Türkiye gibi uzun yıllar “demokratik istibdat” yönetiminde kalmış bir ülke için oldukça yeni bir gelişme oldu. AK Parti’nin 11. iktidar yılında toplumun özellikle de iktidara muhalif kesiminin o veya bu nedenle/şu ya da bu şekilde uzun yıllardır ülkede tecrübe edilmeyen bir eylemi gerçekleştirmesi aslında ülke demokrasisinin geldiği noktayı da en iyi şekilde özetliyor. Daha önceleri iktidarın karşısındaki bir grubun bu tarzda ve yoğunlukta gösteriler düzenlemesine alacağı cevap çok daha sert olabilirdi. Nitekim kimi dönemlerde polis müdahalelerinde onlarca ölümler, yüzlerce yaralanmalar ve binlerce göz altılara şahit olmuştu Türkiye. Olayların bu derecede yeni ve şaşırtıcı olması hemen bir kavram kargaşasını ortaya çıkardı. Bazı kesimler “devrim” olgusunu cömertçe dillendirmekten çekinmediler. İçerik bağlamında herhangi bir değerlendirmeye gerek bırakmadan analoji ortaya atılıverdi: “Taksim Meydanı = Tahrir Meydanı”.

Eski rejim direniyor...

2011 yılının 25 Ocak günü Mısır’ın Tahrir Meydanı’nda başlayan Hüsnü Mübarek karşıtı gösteriler sonucunda 30 yıllık dikta rejimi son bulmuştu. Yıllarca ülkeyi demir yumrukla yöneten, hiçbir muhalif gruba göz açtırmayan, gizli servisle halkın üstünde bir kara bulut gibi dolaşan rejim, tıpkı Tunus’ta olduğu gibi, spontane bir biçimde organize olan, toplumun en alt sınıfından en zenginine, en sekülerinden en İslamcısına, en cahilinden en eğitimlisine her kesimin katıldığı protestolar sonucunda yıkılıvermişti. Gösteriler sürerken eski rejim, polis müdahalesi, parayla oluşturulan çetelerle protestoculara saldırılması, iletişim araçlarının kesilmesi ve keskin nişancılarla halka ateş edilmesi gibi türlü planlarla kendisini korumak istemiş ancak Mısırlıların onurlu mücadelesi sonucunda bu amacına ulaşamamıştı.

Mısır devriminin gerçekleşmesine yol açan nedenlere, rejimin pratiklerine, protestoların biçimine, aktörlerine ve izlediği süreçlere biraz dikkatli bakıldığında aslında Taksim-Tahrir bağlamında düşünülen bir analojinin hatalar barındırdığı görülebilir. İşin daha da vahimi CNN, BBC, Russia Today, France 24 gibi uluslararası görsel ve New York Times, Liberation ve Guardian gibi yazılı medyada çıkan çoğu yorumda bu analoji bağlamında uzman görüşlerinin yer alması, bu analizlerdeki bilgi eksikliğini açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. 

Taksim’de başlayan olayların spontane bir biçimde özellikle sosyal medya aracılığıyla genişlemesi Mısır’daki devrim gösterileri ile arasında bulunabilecek ender benzerliklerden olduğu söylenebilir. Bunun dışında gerçekleşen süreçler, rol oynayan aktörler, iktidarın protestoculara yaklaşımı gibi birçok anlamda farklılıklar daha barizdir. En temel okumayla meydanda yer alanların sınıfsal arka planları Taksim’i Tahrir’den önemli ölçüde farklılaştırmaktadır. Seküler, sosyalist ve orta-gelirli Taksim protestocularına karşı, Tahrir meydanında Mısır toplumunun en düşük tabakası olarak kabul edilebilecek apartman kapıcılarından yüksek gelirli ailelerin varlıklı gençlerine, en keskin İslamcı gruplardan en seküler toplumsal oluşumlara, görece liberal akademisyenlerden sosyalistlere kadar toplumun her ama her kesimini temsil edecek gruplardan rejim karşıtları bulunmaktaydı. 

Mübarek neden yıkıldı?

Hüsnü Mübarek’in rejimin yıkılışını engellemek için deve ve atlarla tuttuğu “baltacıları” protestocuların üzerine saldırttığı, keskin nişancılar ile apartman tepelerinden insan avı yaptırttığı ve göstericilerin en yegane silahı olan sosyal medyaya ve cep telefonu hatlarına ulaşımı kestirdiği bir ortamdan bahsederken, Türkiye’de ise ilk gün polisin aşırı kullandığı şiddetin farkına varıp görece geri çekilmesi ve sonrasında bazı göstericilerin saldırıları karşısında tutunduğu savunmacı tavır mevcut sadece. Polisin barışçıl protestolara karşı tavrı barışçıl olmak zorunda elbette, ancak 2011’de Londra isyanında ve daha önce Paris olaylarında polisin tavrı, çok daha köklü demokrasilerde bile bu tür “hataların” gerçekleşebildiğini göstermektedir. Burada vurgulanması gereken nokta hem protestocuların hem de güvenlik güçlerinin olaylara “sağduyu” ile yaklaşacak mekanizmaları tesis edebilmesidir. Aksi takdirde her iki tarafın da ortaya çıkan şiddette sorumluluğu mevcuttur. 

Son olarak belirtilmesi gereken nokta Taksim ve Tahrir olaylarının bağlamlarının farklılığıdır. Gezi Parkı’na ilk gelenler amaçlarını “ağaçların sökülmesini ve AVM yapılmasını engellemek” olarak belirtmişlerdir. Bilgi Üniversitesi’nin yaptığı ankette ise protestocuların gösterilere katılma nedenleri olarak Erdoğan’ın otokratik tavrını ve polis şiddetini belirtmeleri aslında gösterileri demokratik bir mekanizma olarak meşru kılarken, tam da bu anlamda Mısır’daki devrim protestolarından farklılaştırmaktadır. Türkiye gibi Mısır’a kıyasla çok daha uzun bir demokrasi geleneğine sahip bir ülkede bu tür demokratik çağrılar siyasi otoritelerce dikkate alınmalı, gerekli düzenlemeler için teşvik edici talepler olarak değerlendirilmelidir. İktidarının 30 yılı boyunca hilesiz hiçbir seçim bulunmayan, tüm medya ve propaganda kanallarını rejimin hizmetine kullanan ve geniş tabanları olan muhalif oluşumların hiçbirini demokratik süreçlere dahil etmeyen Mısır’daki Mübarek rejimine yönelik protestolarla, Türkiye bağlamındaki Taksim protestoları karşılaştırması bu bakımdan da yersizdir. 

Sandık varsa devrim olmaz!

Mısır’da böyle bir baskı rejimini yıkabilmek için devrimden başka hiçbir çaresi olmayan kitlelerden bahsederken, Türkiye’de demokratik her aracı kullanabilen, sosyal haklar bağlamında herhangi bir Batı demokrasisinden farkı olmayan ve insan hakları durumu her geçen sene ilerleyen bir yapının mevcut olması, Taksim ve Tahrir analojisini kanımca mesnetsiz bırakmaktadır. Evet, Mısır’da olduğu gibi Taksim’de de göstericiler Twitter’ı kullanarak organize olmuş ve yine dünyaya seslerini sosyal medya ile duyurmuşlardır. Evet, protestolar spontane genişlemiş ve her geçen gün bu destek artmıştır. Ancak demokrasi ve devlet geleneği gibi daha yapısal nedenler Mısır ve Türkiye örneklerini birbirinden ayırmaktadır.

Olaylar aslında önemli bir eksikliği de ortaya çıkarmıştır. Türkiye sosyal sınıflar ve hareketler göz önünde bulundurulduğunda, köklü ve sağlam gelenekleri barındırmakta. Ancak bu oluşumların yapıları, geçirdikleri süreçler, dönüşümleri ve geldikleri noktayı anlayabilme anlamında eksiklikler mevcut. Nitekim bu oluşumlar doğru okunabilmiş, taleplerine yönelik projeksiyonlar ve hesaplamalar yerinde yapılabilmiş olsaydı gelinen nokta çok daha farklı olabilirdi. Öyle ya da böyle olaylarla birlikte ortaya çıkan bu yeni “Taksim Meydanı” fenomeni hem Türkiye’nin toplumsal yapısı ve sosyal hareketler literatüründe yerini alacaktır. Ancak buradan bir devrim çıkarma düşüncesi bir heves olmaktan ileri geçemeyecektir. 

[email protected]