Tarih düşmanlığı ve kutuplaşmanın ‘tarih-i kadim’i

Onur Akbaş / Yazar
19.11.2016

Dönem dizileri arasında yakın tarih içerikli olanları daha çok ilgimi çeker. Bunun sebebi hem ilgi hem akademik alanım olmakla beraber bugünkü kutuplaştırıcı söylemlerin, çıkışların o günlerden miras olduğu yönündeki bilgi ve tespitlerdir. Bu tespiti en güzel örneklendiren gelişmelerden birisi, bir ödül töreninde bir dönem dizisine karşı sergilenen tutumdur.


Tarih düşmanlığı ve kutuplaşmanın ‘tarih-i kadim’i
Bu tutum edebi perspektiften ele alındığında meselenin başlangıç noktası iki isme gider. Birisi Beşir Fuad diğeri ise Tevfik Fikret’tir. Beşir Fuad Tarih’e ve mukaddesata bakışı daha çok natüralist bir duruşla felsefi yönden  yaklaşırken Fikret, Servet-i Fünûn edebiyatının genel duyuş tarzı olan Bovarist (Madam Bovary romanından türeyen, bulunduğu yer ve konumdan memnun olmayan insanı tanımlayan bir ifade) yaklaşımla bakar tarihe… Bu yaklaşımdır ki ona bütün bir tarihe ve dinlere reddiye hükmünde olan “Tarih-i Kadim” şiirini yazdırmıştır. Fikret burada bütün savaşların sebebi olarak tarihi ve dinleri gösterir. Ancak onun dinlerle olan bu sorunu daha çok bulunduğu coğrafyanın kültürel dinamiklerini besleyen bir maneviyat anlayışına karşı kendini gösterir. Avrupa’nın tekniği ve ilmi karşısında hayranlığını gizleyemeyen her devrin aydın zihniyeti, Avrupa’daki mezhep temelli savaşları ve onlar etrafındaki vahşeti pek görmez. Onlara göre tarih orada sükut eder. Bu konuda Akif daha realisttir. Fikret’in içinde bulunduğu Bovarist ürperti de zaten bulunduğu yerden memnun olmamayı gerektirir. Bu sebeptendir ki bir başka şiirinde “Tarih ve Medeniyet” merkezi olan İstanbul ona göre “Sis” şiirinde  “yedi kocadan arta kalmış” bir alüftedir. Bu duyuş onu memnun olmadığı II. Abdülhamid’e düzenlenen suikast karşısında, azınlık suikastçının safını tutturur. “Bir lahza-yı Taahhürde” hastalık haline gelen, yerel olan her şeye karşı düşmanca tavır, onu,  beğenmediği idarenin “sonu nasıl gelirse öyle gelsin”e götürür. 
 
Günümüzle karşılaştırıldığında size tanıdık gelebilecek yukarıdaki sözüm ona fikri ve edebi tavır, günümüzdeki bahsi geçen gelişmeyi tahlilde yetersiz kalabilir. Çünkü asırlar sürecek kısır, suni kutuplaşmaların kapısını aralayacak duyuş ardında saklı bir psikolojiye de değinmek gerekir. Mehmet Kaplan, “Devir Şahsiyet Eser” bağlamında yazdığı Tevfik Fikret monografisinde Fikret’in kapalı havalardan hoşlanan karamsar ve gelgitli yanına değinir. Ondaki bu geçimsiz ve huzursuz tarafı, Beşir Ayvazoğlu ve Zeynep Kerman’dan okuduğum Yahya Kemal ile ilgili bir hatırada daha iyi anlama fırsatı buldum.  Yahya Kemal, Fikret ile süren kısa münasebetinin, bir ara onunla bulunduğu ortamda sırf Süleyman Nazif’in selamını aldı ve Nazif’in elini sıktı diye nasıl sonlandığını anlatır o hatırada. Fikret’in Süleyman Nazif’e olan garazında dikkat çekici taraf, Nazif’in hamasete kaçmayan Tarih ve Millet şuuru etrafındaki söylemleridir ki bir benzerinin Yahya Kemal’de de tecelli ettiğini tekrar bile bu yazıda yer israfı olur. Fikret’in kendinden olmayanı ötekileştirici bu tavrı bugün farklı şekillerde kendini sanat, medya ve edebiyat camiasında gösterir. 
 
Kısacası, hümanist tavır etrafında, bulunduğu coğrafyanın gözündeki çöpü görüp, patronunun meşrebinde aşırıya gidip ezan yasaklayan iklimleri görmeyen, ezan, kurban gibi konularda popülist ve histerik söylemler, tarihi meziyetleri ele alan eserlerle alakalı aşırı çıkışlar, yukarıdaki tarihi ve edebi tespitler dışında bireysel nedenlere de bağlıdır. Bu nedenler arasında, bazen yaşın verdiği, unutulma korkusu, ailede dini ve manevi yönde öne çıkan bir büyüğün gölgesinde kalma korkusu, ticari kaygılar, bulunduğu ortamdan başka tutunacak bir meziyet ve üretkenliğin olmadığı bilincinin verdiği zorunlu aidiyet hissi sayılabilir.