Tarihselciliğin Türkiye Serencamı

ASIM ÖZ/ Yazar
24.02.2019

Son dönemlerde Fazlur Rahman çizgisindeki tarihselciliği aşan daha “pozitivist” ve soyut “evrenselci” yaklaşımların belirginleşmeye başladığı görülmektedir. Önümüzdeki yıllarda 1990’lara kıyasla tarihselci bakışın handikaplarının ortaya çıkarılması için polemiği aşan ama liberal “diyalojik” anlayışa teslim olmayan çok daha incelikli çalışmalar yapılmalı.


Tarihselciliğin Türkiye Serencamı

Türkiye’de İslâmî hükümlerin anlaşılması söz konusu olduğunda 1990’lardan itibaren yaygınlığını ve etkisini artıran yaklaşımlar içerisinde tarihselcili-ğin ayrı bir yerinin olduğu söylenebilir. Her ne kadar 1980’lerde tarihselciliğe zemin hazırlayan bazı metinlerin eksik yahut “sansürlü” tercümesi okurla buluşmuşsa da meselenin ilahiyatçıların gündeminde belli bir yer edinmesinde 1990’lı yılların belirleyiciliğinden söz etmek abartılı bulunmamalıdır. Hiç şüphesiz tarihselciliği bütün saydamlığıyla açıklamak için belki Türk modernleşme sürecinin başlangıç yıllarına giderek, meselenin duygu ve düşünce yapısını şekillendiren tecrübe üzerinde de durulması gerektiği ileri sürülebilir.

Fazlur Rahman dışında Batı’nın entelektüel gündeminde de dinlemeye değer bulunan Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi ve Abdulkerim Su-ruş gibi önemli isimlerin metinlerinin 1990’lardan sonra birbiri ardınca Türkçe’ye tercüme edilmesi de tartışma alanını genişletti.  Tarihselcilikle ilgili yaklaşımların kamuoyunun gündemini işgal etmesiyle kaynaklara dönüşü savunan İslâmcılar da tartışmaya dâhil olmuş ve çeşitli eleştiriler ileri sürmüştür.  Adeta Fazlur Rahman ile özdeşleşen İslâm modernizmine “rahmet okutan” aktüel tartışmaların da tesiri ile İktibas, Umran,  Vuslat ve Haksöz dergilerinde tarihselciliği  çeşitli açılardan kritiğe tâbi tutan metinlerin neşredilmesi bu bağlamda 1990’lardaki eleştirelliğin sürdüğünün de göstergelerindendir.  Bu yönüyle her biri şu veya bu biçimde tarihselciliğin mahiyeti, sınırları ve sorunları üzerine düşünme denemesidir.

Hiç şüphesiz tarihselciliğin anlamı veya bu yöntemin düşünce sorunlarına cevap olarak öne sürdüğü çıkışın İslâm düşünce geleneği açısından ne ifade ettiği etrafında oldukça önemli bir literatür oluştu. İlahiyat çevrelerinin hararetli tartışmalarına konu olan tarihselcilikle ilgili araştırmaların, görüş ve düşüncelerin belli bir bütünlük içinde kitaplaştırılması hız kazandı. Meseleyi doktora tezinde felsefi ve İslâmî veçheleriyle ele alan Şevket Kotan’ın Kur’an ve Tarihsellik (2001) çalışmasının gördüğü ilgi de bununla bağlantılıdır. Tezini Fazlur Rahman çizgisindeki bir tarihselcilik düşüncesini savu-nan Salih Akademir’in danışmanlığında hazırlarken karşılaştığı sorunları aktaran Kotan’ın metinleri tarihselciliğin Türkiye seyrini anlamak açısından önemlidir. Kotan, Kur’an’ı Kerim’in tarihselci bir yoruma tâbi tutulması şeklindeki yöntemi enine boyuna ele alan kitabının ardından makalelerini Kur’an, Yorum ve Tarih (2018) adı altında bir araya getirdi.  Mevcut durumun tasvirini, bu durumun görünürlük biçimlerini belirleyen simgesel isimleri ve kavramları kaydeden dahası tarihselci okumanın çıkmazlarına odaklanan bu metinlerin zıt kutbunda da ciddi bir hareketlilik söz konusu… Öyle ki Otto Yayınları tarihsellik konusunda bir dizi eser yayımlama kararı aldı. Duygu yapısı “İslâmî Sol” terkibiyle şekillenen isimlerin bile “liberal ufuk” içinde tarihselliğin imkânını bulmak için İslâm’ı yeniden okumaya tâbi tuttukları düşünülürse umutların boşa çıkmış olmasından kaynaklanan ciddi bir kafa karışıklığının olduğu söylenebilir.  Çünkü Müslüman kalarak yenilenmek yolunda büyük işler başarmayı düşleyen, ama öte yandan İslâmcı-lara dayanamayan ve bu hâlleriyle Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanını akla getiren “ara” konumlanışlar da söz konusu.  Gelgelelim bu durum, 1990’larda belirginlik kazanan tartışmanın ana hatları itibarıyla iki konum üzerinden şekillenmekte olduğu şeklindeki çıkarımı geçersiz kıl-maz.

Fazlur Rahman ve sonrası

Tarihselciliği insanın ve tarihinin daha bütüncül anlamda anlaşılmasına imkân veren bir arayışın neticesi şeklinde değerlendiren filozofların me-tinlerini de tartışmaya dâhil etmek meseleyi daha bütünlüklü bir şekilde kavrama sürecine katkı sunar. Tarihselci akıl yürütme biçimini kabul etmenin doğrudan doğruya insanı tarihe hapsedeceğini söyleyenler, meseleyi felsefi bir zeminden ele alarak bu tasavvurun sorunlarına dikkat çekerler. Ayrıca Abdurrahman Arslan’ın Yeni Bir Anlam Arayışı (2013) Kalbin Akletmesi (2017) gibi kitapları pek çok meseleyle beraber tarihselciliğe de atıflar yapar. Tarihselcilikle ilgili tartışmalarda öne çıkan isimler arasında Fazlur Rahman ve Hasan Hanefi’nin olduğu düşünülürse, Arslan’ın özel olarak Fazlur Rahman ve Hasan Hanefi’ye dönük eleştirilerinin değeri ayrıca kaydedilmelidir.

1990’lardan itibaren tarihselcilik kavgasının süregittiği Türkiye’de meseleyle ilgilenen hemen herkesin tarihselcilik hakkında bir fikri vardır. İslâm dünyasına paralel olarak Türkiye’de inişli çıkışlı bir seyri olan tarihselciliğe ilişkin tezlerin yol açtığı hareketliliği kavramak bakımından belli isimler, yayınlar ve tartışmalara daha çok dikkat edilmelidir. Meselenin izini süren diğer araştırmacılar gibi Şevket Kotan da Fazlur Rahman’ın İslâm kitabının tercümesiyle tarihselci bakış açısının 1980’lerde oluşturduğu etkinin ancak 1990’larda kamuoyuna deklare edilmeye başlandığının altını çizer. Elbette 1985’te İslâmî Araştırmalar dergisinin yayın hayatına başlaması, İslam kitabıyla meşhur olan Fazlur Rahman’ın Ana Konularıyla Kur’an kitabının doktora talebesi Alpaslan Açıkgenç tarafından tercüme edilerek 1987’de Fecr Yayınevi tarafından yayımlaması gibi birtakım önemli gelişmeler son-raki yılların tartışma zeminini oluşturdu. 

İslâmî Araştırmalar dergisinin Türkiye’de ilahiyatçıların gündemine tarihselciliğin girmesini sağlayan Fazlur Rahman üzerine hazırladığı özel sayı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği ve Fazlur Rahman’ın düşüncelerinin masaya yatırıldığı “İslam ve Modernizm: Fazlur Rahman Tecrübesi” (1997) başlıklı sempozyum da ayrıca ele alınmayı hak ediyor. Adım adım tüm bu gelişmeleri ve 2000’lerdeki yayınları ve toplantıların izini süren Kotan’ın yazdıklarını iki konumu belirgin kılması hasebiyle birlikte okuyalım:

“Fazlurrahman ile özdeşleşen ‘Kur’an’ın Tarihselliği’ meselesi, özellikle Ankara merkezli ilahiyat camiasında bulduğu (…) karşılıkla büyük bir il-gi ve heyecanla tartışılmayı sürdürdü. Birbiri ardına buna dair birçok makale, kitap yazıldı;  sempozyumlar, çalıştaylar düzenlendi. Kimi ilahiyatçılar, tarihsellik ve Kur’an’ın tarihselliğine dair yaklaşımları ‘tıkanmış’ addettikleri İslâmî düşüncenin gelişimi için bir imkân ve fırsat diye savundu; kimileri ise buna karşı Kur’an’ın tarihselliği düşüncesinin Kur’an’ın her çağa söz söyleyen vasfını yok ederek mesajlarını nazil olduğu çağda donduran ve 1400 yıllık İslâmî geleneği geçersizleştiren bir yaklaşım olmakla itham ettiler.”

Felsefe ve tarihselcilik

Türkiye’de, Kur’an ve tarihselcilik odaklı tartışmaların genel seyri aşağı yukarı bu minvalde şekillendi. 1990’lardan itibaren dergilerde ve sem-pozyumlarda Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması şu ya da bu şekilde tarihselcilik fikrini gündeme getirir. Yasin Aktay, 1992’de Tezkire dergisinde hararetli polemiklere sebep olan tarihsellik meselesinin ele alınma biçimlerinin felsefi zeminden yoksun ilerlediğini öne sürer. İslâm modernizmine yönelik bu nitelikli eleştiriye İlhami Güler, Hasan Hanefi’nin “teolojiyi antropolojiye” çeviren tarihselciliğini referans göstererek itiraz eder. Mesele etrafındaki fikri gerilimlere temas etmek bakımından Kur’an’ın tarihselliği hususunda “en sıkı metinleri” kaleme aldığı ifade edilen Ömer Özsoy’un, tarihselliğin, felsefi değil ilahiyat zaviyesinden ele alınması gerektiğinin altını çizdiğini unutmamak gerekir.

Gelgelelim tarihselcilik sadece ilahiyata inhisar kılınarak incelenirse farklı anlamları gözden kaçırılır. Tartışma klasik usuldeki belli terimlere da-yalı bir kısır döngü oluşturur; daha çok bilinen bir ifadeyle,  farklı durumlar arasındaki benzerlikten hareketle aynılaştırma yoluna gidilir. Bu yüzden tarihselciliği esaslı bir şekilde anlamanın bir yolu da felsefi yönüne daha yakından bakmaktır. Zaten Yasin Aktay’ın bahsettiği hususun ne kadar önemli olduğunu sonraki yıllarda yayımlanan metinlerin “pozitivist” edasından anlamak mümkün. Aslına bakılırsa bu sayede kısmen yeni boyutlar kazansa da öteden beri devam eden tarihselcilik tartışmasının  “özü” daha net bir şekilde kavranabilir.

Marksizm’e mensup isimleri, materyalist tarihselci önyargısından ötürü eleştirmek lüzumsuz, zira kendiliğinden belli bir şey bu… Fakat bugüne dek yapıldığı gibi, “anlamacı” ilahiyatçıların tarihselciliğine hayranlık beslemek de bir o kadar lüzumsuz.  Kur’an’a yeni yaklaşımları da içeren kitap-lar yayımlayan Fecr Yayınevinin 1995’te düzenlediği I. Kur’an Sempozyumunda tarihsellik ve hermeneutik de dönemine göre etraflı biçimde tartışılır. Halis Albayrak’ın esbabı nüzul üzerinden Kur’an’ın tarihselliği fikrini ileri sürmesi örneğinde olduğu gibi.  Türkiye’de tarihselci tasavvurun öne çıktığı-nı gösteren tebliğler içeren sempozyuma müzakereci olarak katılan Yasin Aktay, “anlamacı” yöntemin içeriğinin sanılanın aksine son derece pozitivist bir içeriğe sahip olduğunu belirtir.  Aktay’ın  sempozyumdaki ifadeleri günümüzde de  tarihselciliğe karşı İslâmcılık perspektifinden yapılan itirazları kavramak bakımından  önemlidir. Zira aradan geçen süre içerisinde bilgilerde birtakım değişmeler olsa da konumlarda kayda değer bir dönüşüm yaşanmamıştır. Şöyle diyordu Aktay:

“Kur’an’ın tarihselliğine yapılan vurgunun çoğunun, eğer Müslüman bir bakış açısından yapılıyorsa, Müslümanca bir tarih telakkisinden yoksun olduğunu belirtmek zorundayım.(…) Tarihin tarihsellik tartışmalarına konu olan kavramsal yapısına ancak 19. yüzyılda kavuşması bir yana, bir söylem olarak bile Müslümanca kurulma imkânı hiç denenmiyor. Başkalarının müdahil olduğu ilerlemeci tarih çizgisi üzerinde reva görüldüğümüz nokta baz alınarak, Kur’an’ın burada bize nasıl uyacağının arayışı yapılıyor gibidir.”

Türkiye’de ilahiyat alanındaki can alıcı meselelerden tarihselcilik etrafındaki tartışmalar, Kur’an’ı Kerim’in tarihselci bir okumaya tâbi tutulması, ahkâmın değişmesi ve bunun imkânı ile meseleyi varoluşsallık temelinde yorumcu olarak insanın tarihselliği zemininde ele almak şeklinde sürmekte-dir. Bunların nasıl üretildiklerine, hangi somut dünyayı kurduklarına ve yaklaşımlarına zemin hazırlayan “zamanın ruhunun”  nasıl ifade bulduğuna da bakılmalı tabii. Buna karşın son dönemlerde Fazlur Rahman çizgisindeki tarihselciliği aşan daha “pozitivist” ve soyut “evrenselci” yaklaşımların belirginleşmeye başladığı da görülmektedir.  Tartışmanın ulaştığı tarihsel ân, tarihselci yaklaşımların içerdiği çelişkili gelişmelerin derin bir analizini gerektiriyor. Şu hâlde önümüzdeki yıllarda 1990’lara kıyasla tarihselci bakışın handikaplarının ortaya çıkarılması için polemiği aşan ama liberal “diyalojik” anlayışa teslim olmayan çok daha incelikli çalışmalar yapılmalı.

[email protected]