Tarımın dünü ve geleceği

Ali K. Metin / Şair, Yazar
21.01.2023

Tarım sektörü 2003-2021 dönemini kapsayan 19 yılın 15'inde büyüdü. Aynı dönemde ortalama yıllık yüzde 2,80 oranında büyüyerek birçok Avrupa ülkesinin önünde yer aldı.


Tarımın dünü ve geleceği

Kapitalizmi her konuda günah keçisi yapma kolaycılığı, bizi kalıp düşüncelere ve önyargılara mahkum ederek az veya çok gerçeklerden uzaklaştırabilmektedir. Buna ilişkin dikkati her koşulda muhafaza etmeli ancak içinde bulunduğumuz olgusal dünyanın pek çok konuda kendi önyargılarını ve yanılsamalarını ürettiğini de göz ardı etmemeli. Doğru veya yanlış, iyi veya kötü, gerçeklerin/olgunun doğallaş(tırıl)ması insan aklının en büyük zaafı olarak kendisini gösteriyor. İktisat dünyasının gerçeklerine baktığımızda bunun epeyce aşikar nitelikte olduğunu görebiliyoruz. Kullanım veya tüketim değeri ile değişim değeri arasında ortaya çıkan asimetrik ilişki, bütün iktisadi gerekçelerine rağmen insan ile iktisadi gerçeklik arasındaki mesafenin açıldığını ortaya koyan bir gösterge. Kullanım değerinin değişim değerinden daha başat bir konuma gelmesi, insanın ve hakların önceliği yerine iktisadi metanın dolayısıyla üretim ilişkilerinin öne çıktığı bir dünya gerçeğine işaret ediyor.

Sanayi ekonomisinin egemenliği

Avrupa iktisadına bir dönem yön veren fizyokratların Sanayi Devrimi ile birlikte etkisini kaybetmesi, sanayi üretiminin ve sermayesinin ekonomik, siyasi hegemonyasıyla sonuçlanan bir süreci başlattı. Bu süreç, iktisadi dünyadaki emek-sermaye-değer ilişkilerini özellikle tarım ve sanayi temelinde adeta iki ayrı realiteye dönüştürmüştür. Sanayi Devrimi ile önemli bir birikim fırsatı yakalayan kapitalist güçler (burjuva), tarımsal üretim karşısında sanayiyi sektörel açıdan çok daha avantajlı hale getirecek bir iktisadi mantaliteyi üreterek, bunun ideolojik ve kültürel zeminini oluşturmayı başardılar. Değişim değeri dediğimiz şey, böylece sanayi döneminin iktisadi çarklarını döndürecek şekilde yeni, tarihi işlevlerine büründü. Bu süreç sadece kullanım değeri karşısında değişim değerinin önemini artırmakla kalmamış, bir taraftan yeni ihtiyaç alanları ve metaları oluşturarak kullanım değerinin içeriğini değiştirirken, diğer taraftan da gerek emeğin gerekse sermayenin değerini yeniden tayin etmek suretiyle iktisadi alanda üç aşağı beş yukarı belirli bir hiyerarşiyi oluşturmuştur.

Hiyerarşik asimetri

Tarım sektörünün bu hiyerarşik yapıda değersizleşerek ikincil-üçüncül konuma gelmesi bir medeniyet anlayışının/tekamülünün tezahürü olarak değerlendirilmek istenebilir. Problematik olan da zaten söz konusu medeniyet değerleri adına tarımın insan doğasına aykırı bir muameleye ve yaklaşıma maruz kalmasıdır. Ancak burada belki de tespit edilmesi gereken en önemli gerçek, tarım ile sosyal sınıflar arasındaki ilişki biçimidir. Toplumsal ve siyasal güç merkezlerinin dolayısıyla egemen sınıfsal yapıların tarih boyunca şehir merkezlerinde yoğunlaşmış olması, Sanayi Devrimi ile birlikte tarımın dolayısıyla kırsal nüfusun aleyhine bir tablo ortaya çıkarmıştır. Tarımın kırsal alana mahsus bir etkinlik olması, tarımsal üretimin ekonomik değerine yönelik sınıfsal baskıları/manipülasyonları kolaylaştırmada büyük bir etken olmuştur. Dolayısıyla gıda, insan için en temel, en hayati ihtiyaç olmasına rağmen sahip olduğu ekonomik değer açısından tamamen tezat bir konuma itilmiştir. İnsanın ihtiyaçlar hiyerarşisiyle iktisat dünyasının değerler hiyerarşisi neredeyse asimetrik bir nitelik almıştır. Buradan bakacak olduğumuzda, piyasa dediğimiz ve arz-talep dengesiyle tarif ettiğimiz yapının bile pratikte ihtiyaçlar hiyerarşisine göre işlemediğini, değişim değerini belirleyen sınıfsal, sosyal, iktisadi ilişkilerin çok karmaşık bir şekilde devrede olduğunu görebiliyoruz.

Kapitalizm ve tarım ikilemi

Piyasanın adaletine güvenemeyeceğimiz her halükarda çok aşikar. Bir de eğer serbest rekabet mekanizması üzerinden bir adaletin oluşmasını umacak olursak, iktisadi sistemin sınıfsal ve kültürel doğasına ilişkin farkındalığımızın hiçbir anamı kalmayacaktır. Tarım sektöründeki katma değer, sermaye, teknoloji ve bilgi yoğunluklu sektörlere göre hep daha düşük kalacaktır. Tarımdaki emek ve girişimciliği görece daha niteliksiz bir yere koyarak sözü edilen dezavantajın meşrulaştırılması "iktisadi" açıdan belki savunulabilir, ancak bu iktisadi mantalite, kendi haline bırakıldığında uzun vadede tarım sektörünün altını oyacak bir virüsten farksızdır. Buna bağlı olarak tarım sektöründeki yoksullaşma belli bir aşamadan sonra ne kabul edilebilir ne de sürdürülebilir olacaktır.

Tarım sektöründe kapitalistleşmenin sağlanması yani sermaye ve teknolojik yoğunluklu büyük ölçekli üretimin geliştirilmesi, var olan iktisadi yapıya ve mantaliteye en uygun çözüm olarak ortaya konmaktadır. Ancak bu iktisadi akıl/vizyon, bütün toplumsal yapıyı iktisat normlarının cenderesi altına alarak yaşadığımız dünyayı korkunç bir şekilde sömürmenin fitilini de ateşlemektedir. Kapitalizm bu yüzden dayattığı iktisadi normlarla başımızın belasıdır. Buna karşı geliştirilen fren sistemleri zaten bu belaya karşı bir mecburiyetin ifadesi olmuştur. Bir taraftan uygulanan sosyal politikalarla, diğer taraftan tarım sektörüne yönelik bir çeşit pozitif ayrımcılıklarla yapılagelen budur. Kapitalizmin pragmatizmle izdivacı sürecin doğasında yatmaktadır.

Tarım sektörünün ikilemleri

Gerek ulus devletlerin gerekse küresel kuruluşların bu çerçevede çeşitli tarımsal destekleme yöntemleri (sübvansiyonlar, girdi destekleri, hibe projeleri, destek alım fiyatları, sözleşmeli tarım gibi) ve kırsal kalkınma yatırımlarıyla bazı tedbirler alma ihtiyacını duyar hale gelmesi, söz konusu sektörel dezavantajları ortadan kaldırmaya yönelik önemli teşebbüsler olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber, önümüzdeki süreçte küresel iklim değişikliğine ve muhtemel siyasal istikrarsızlıklara bağlı şekilde oluşabilecek gıda krizlerine karşı tedbirli olmak abesle iştigal değil, aksine her geçen gün daha da önem kazanan bir zarurettir. İhtiyaçlar hiyerarşisindeki yeri dolayısıyla tarım ve gıdanın stratejik bir sektör olduğu handiyse tartışılamaz bir gerçek sayılır. Ülkemiz açısından bakıldığında, topraklarımızın da su kaynaklarımızın da kapasitesi bellidir. Ayrıca ortada, sonuçları gitgide ağırlaşabilecek toplumsal dönüşüm (modernleşme) gerçeği vardır. Kırsal alanların boşalmasına nasıl dur denebilir? Bu yöndeki çabalar akıntıya kürek çekmekten öteye geçebilecek mi? Doğrusu bu sorulara iyimser, pozitif cevaplar verebilmenin hiç kolay olmadığını biliyoruz. Tarımda kapitalistleşme belki de istemesek bile kaçınılmaz bir çözüm olarak karşımıza dikilmektedir. Veya hem kapitalistleşmeyi (tarımsal işletme yapılarının büyütülmesini) ve rekabetçi anlayışa dayalı sektörel gelişmeleri sağlayan, hem de küçük aile işletmeciliğini destekleyen daha düalist bir yapı oluşturma konusunda ısrarcı olacağız. Tarımın stratejik konumu, bu ısrardan vazgeçmemek gerektiğini bize ifade eder gibidir. Ancak mesele, tarımı kendi doğal dinamikleri içinde gelişen ve cazibeli kılan rasyonel bir zemini oluşturmaktır: Ekonomik altyapıyı ve üretim-pazarlama süreçlerini küçük aile işletmeciliği için de en cazip, en nitelikli koşullara kavuşturmak mümkün olabilir. Bunun için tarımın ve kırsal hayatın romantize edilmesi yerine, toplumsal-kültürel-ekonomik sacayaklarını en gerçekçi bir şekilde tesis etmenin imkanları üzerine kafa yormak ve politika üretmek gerekir. Bu sacayaklarından birinin eksikliği bile bütün gayretleri boşa çıkarabilecek bir öneme sahip.

Tarımsal yatırım ve desteklemeler

Gıda güvenliği/krizi ekseninde tarımın giderek stratejik bir önem kazanması, gıdada kendine yeten bir ülke olmayı yaşadığımız süreçte şart olma noktasına getirmiştir. Zaman içinde daha da önem kazanacağı aşikar olan tarım ve gıda, tam anlamıyla artık milli bir mesele haline gelmiştir. Vatandaşın gıda güvenliğini sağlayacak bütün önlemleri almak, kamunun huzur ve güvenliği adına devletin öne çıkan görevlerinden biri olmaya başlamıştır. İthalata dayalı tedarik sisteminin sürdürülebilir olmadığı çok belli olduğu gibi, devletin gelecek vizyonuna dayalı milli bir yol haritasına sahip olması son derece elzem bir nitelik taşımaktadır. Enerji alanında yapılan hamlelerin tarım ve gıda da yapılabilmesi için stratejik adımlar atılmasına ihtiyaç vardır. Bugün üretim planlamasını merkeze alarak geliştirilen tarım politikalarının bu yönde umut verici adımlar olduğunu kaydetmek gerekir. Sözleşmeli üretimin yaygınlaştırılmasına yönelik yeni çaba ve uygulamalar, kent tarımı adıyla hayata geçirilen tarımla şehri daha entegre konuma getirecek çalışmalar, 2006'dan itibaren gelir koruma sigortasıyla başlatılan uygulamanın kapsamının genişletilerek afet zararları dışında üretim gelirini de kapsar hale getirilmesi, mobil-bilişim uygulamaları yoluyla üretim planlama süreçlerinin daha efektif bir yapıya kavuşturulması için gösterilen gayretler, çözüme dair sevindirici gelişmelerdir. Tarım sektöründeki gelişmelere ve yapılan çalışmalara daha genel bir plandan baktığımızda, kamuoyundaki negatif algının aksine, toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreçlerinden kaynaklanan bütün olumsuzluklara rağmen tarıma çok önemli yatırımların ve desteklemelerin yapıldığını görüyoruz. Bazı kesimler tarafından son dönemde tarıma yapılan desteklerin azaltıldığı, tarımın gözden çıkarıldığı yönündeki ifadelerin tamamen mesnetsiz ve bilgisizce iddialardan ibaret olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. Yapılanlara bakıldığında gerek tarım sektörünü gerekse çiftçiyi/üreticiyi güçlendirmeye yönelik çoklu ve bütüncül nitelikte pek çok çalışmanın yapıldığı, yapısal iyileştirmelere yönelik ciddi düzenleme ve yatırımların gerçekleştirildiği bir gerçek.

Tarım-sanayi entegrasyonunu sağlamak üzere bitkisel ve hayvansal üretim yapan işletmelerin ve bu ürünlerin işlenmesine yönelik sanayi tesislerinin yer aldığı Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri geçen 20 yıllık dönemin önemli ilklerinden biriydi.

Tarımsal arazilerin verimliliğini artırmada toplulaştırma uygulamasıyla beraber arazilerin suyla buluşturulması, yine bu dönem kararlılıkla ve yoğun bir şekilde sürdürülen yapısal iyileştirmeler arasında yer almakta. Bu konuda son dönem (2003'ten sonrası) itibariyle Cumhuriyet tarihinin en kayda değer gelişmelerini yaşadığımızı tespit etmek lazım. Ülkemizde teknik uygulamalarla sulanabilecek niteliği haiz toplam 8,5 milyon hektar arazinin yüzde 80'ine karşılık gelen 6,96 milyon hektarı 2022 yılı itibariyle sulama imkanına kavuşturulmuş, bunun 2,17 milyon hektarı son 20 yıllık dönemde gerçekleştirilmiştir.

2003'ten bu tarafa toplulaştırılan arazi 4,5 milyon dekardan 68 milyon dekara çıkmış; baraj sayısı 276'dan 930 adede, toplamda ise baraj ve gölet sayısı 504'ten 1.701'e yükselmiştir. Hidroelektrik santral sayısı 125 iken 740 olmuştur. 2002 yılında 133 milyar metreküp olan su depolama kapasitemiz 183 milyar metreküpe yükselmiştir.

Tarım arazilerinin yok olmasına müsaade ediliyor, tarım ranta kurban ediliyor şeklindeki iddiaların hakkaniyete uygun olmadığını ezcümle söylemek lazım. 5403 sayılı Toprak Koruma Kanunu ile 92 milyon dekarlık 429 ova "büyük ova" kapsamında korumaya alındığını unutmamalı. Yine bölünebilir en küçük arazi büyüklüğünü 10 dekardan 20 dekara çıkarıldığını bilmek gerekiyor.

Gerek yapılan ar-ge ve ıslah çalışmalarıyla gerekse sulama başta olmak üzere üretim araç ve teknolojilerinin iyileştirilmesiyle tarımsal verimlilikteki ortalama artışlar yıllara sari şekilde devam etmiştir. Tohumculuk sektörü, tarım sektöründeki yerlileşme ve kendine yeterlilik bağlamındaki politika ve çabaların en tipik, en kayda değer örneklerinden birini oluşturmuştur. Tohumculukta ihracatın ithalatı karşılama oranı 20 yıl içinde yüzde 30'dan yüzde 94 seviyesine çıkabilmiştir.

Tarımsal desteklemeleri daha işlevsel ve etkin hale getirmeye yönelik ar-ge ve revizyon çalışmaları sürekli gündemde olmuş, operasyonel ve hedef odaklı yaklaşımlar çerçevesinde dinamik bir süreç işletilmiş, "doğrudan destek"ten havza bazlı modele kadar çeşitli uygulamalar hayata geçirilmiştir. Kadın ve genç üreticileri tarım sektörüne kazandırmak için özel destekler getirilmiştir. Son süreçte ise desteklemeleri daha güçlü bir şekilde üretim planlamasının ayaklarından biri yapma yolunda gelişmelerin olduğunu biliyoruz. Yapılan tarımsal desteklemelerin niceliğine gelince, önceki dönemlere bakarak oransal bir düşüş olmakla beraber, Türkiye'nin büyüyen ekonomisi içindeki oransal göreceliğini dikkate almak kaydıyla ciddi bir paya sahip olduğu görülebilir. 20 yılın Türkiye ortalamasına bakıldığında tarımsal desteklerin gayrisafi milli hasıla içindeki payı yüzde 2,7'yle OECD ülkeleri ortalamasının 3 katıdır. 2002'ye kıyasla tarımsal desteklemelerin 22 kat artarak 2022 yılında 40 milyar lirayı aşmış olması, tarım desteklenmiyor iddialarının hayli boş bir laf olduğunu sanırım ortaya koymaktadır.

Tarımdaki başarı tablosu

Sulama yatırımlarından ve toplulaştırmadan desteklemelere, teknolojik geliştirmelerden lisanslı depoculuğa kadar yapılan bütün bu çalışmaların sonucu ne olmuştur diye elbette bakmak gerekir. TÜİK rakamlarıyla ifade edecek olduğumuzda, geçen dönem içerisinde buğdayda yüzde 25, mısırda yüzde 112, pamukta yüzde 47, şekerpancarında yüzde 42, ayçiçeğinde yüzde 73 düzeyinde verim artışı sağlandığını görüyoruz. Bitkisel üretim miktarı son 20 yılda yüzde 30 artışla 127,6 milyon tona ulaşmıştır. Buğdayda kendine yeterlilik oranı yüzde 102, şekerpancarında yüzde 100.

Kamuoyundaki yalan yanlış bilgilerin aksine büyükbaş hayvan mevcudumuzda yüzde 81, küçükbaşta yüzde 83,4 artış söz konusu. Kanatlı sayısında ise yüzde 59 civarında bir artış gerçekleşmiştir. Kendine yeterlilik oranları kırmızı ette yüzde 100, sütte yüzde 107, beyaz ette yüzde 136, yumurtada yüzde 123.

2002 yılında 25,1 milyar dolar olan tarımsal gayri safi milli hasılamız, 2021 yılında yüzde 78,1 artışla 44,7 milyar dolara çıktı. Tarımsal hasıla bakımından Fransa'yla yarışır durumda olup Avrupa birincisiyiz. Dünyada ise onuncu, bazen on birinci sıradaki yerimizi yukarıya doğru zorlamaya devam ediyoruz Çok sayıdaki tarım ürününde dünya liderliğimiz sürüyor.

Tarım sektörü 2003-2021 dönemini kapsayan 19 yılın 15'inde büyüdü. Aynı dönemde ortalama yıllık yüzde 2,80 oranında büyüyerek birçok Avrupa ülkesinin önünde yer aldı.

Tarım ürünlerindeki net ihracatçı konumumuz devam ediyor. 2002 yılında 3,7 milyar dolar olan tarım ürünleri ihracat değeri 2021 yılında 25 milyar dolara yükselerek yüzde 576 oranında bir artış gösterdi. 2022 yılı ihracat rakamlarının neredeyse 30 milyara yaklaşacağı bekleniyor. Tarım sektörümüz 2003-2022 döneminde 87 milyar dolar dış ticaret fazlası verdi.

Kaynaklarımızı daha etkin ve rasyonel bir şekilde kullanma istikametindeki çabaların bugün gelinen noktada yeni bir irtifa kazandığını söylersek hamaset yapmış olmayız. Kent tarımı vizyonu, Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgelerinin yaygınlaştırılması, gıda güvenliğine ve sürdürülebilirliğe dayalı tarım uygulamalarının geliştirilmesi doğrultusunda atılan adımlar, bunun işaretlerini yeterince vermektedir.

Tarım alanındaki bu gerçekleri görmeden konuşulacak söz ve yapılacak spekülasyonların makul değerlendirmeler olarak kabul edilmesine imkan yoktur. Her aklı selim insandan doğruya doğru diyebilecek bir olgunluğu göstermesi beklenir.

[email protected]