Tartışma ödüllerin doğasında var

Necip Tosun - Edebiyatçı/Eleştirmen
14.06.2014

Kuşkusuz bir yazar eserini ödül saikiyle oluşturmaz. Ödül, edebiyat dışı, onun doğasında olmayan bir şeydir. Eser, doğası gereği, estetik özerklik düzlemi içinde özgür ve bağımsız bir şekilde oluşur. Ancak eser okura sunulduktan sonra değerine ilişkin bir söz, yargı, analiz de kaçınılmazdır. Bu da ancak eleştiri ile mümkün olabilecektir. Ödüller de eserinin iç oluşumundan farklı, bu dış değerlendirmelerden biridir.


Tartışma ödüllerin doğasında var

Star gazetesi’nin başlattığı Necip Fazıl Ödülleri sanat-edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırdı. Üstadın kültürel ve manevi mirasını sürdürmeyi hedefleyen Necip Fazıl Ödülleri, şiir, hikâye, fikir ve araştırma gibi dallarda yayınlanmış eserlere veriliyor. Gerek ödül düzenlemesinin duyurulması gerekse verilen ödüllerin açıklanmasıyla birlikte geniş çaplı bir ödül tartışması yeniden başladı. Ancak bu tartışma hiç de garipsenecek bir durum değil hatta bu tartışma ödüllerin doğasında var.

Gerek ülkemizde gerekse dünyada pek çok sanat-edebiyat-kültür ödülü veriliyor. Ne var ki bu ödüller kime, hangi esere verilirse verilsin öncelikle tartışmalara neden oluyor ve ödül alanların bunu hak edip etmediği, ödüllerin hangi ölçütlere göre verildiği tartışma konusu oluyor. Ödüller ertesi yıl yine veriliyor ve tartışmalar benzer zeminde sürüyor.

Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle bir sanat ve edebiyat eserinin doğasını, onu değerlendirme ölçütlerini ortaya koymak gerekiyor. Kuşkusuz bir yazar eserini ödül saikiyle oluşturmaz. Ödül, edebiyat dışı, onun doğasında olmayan bir şeydir. Eser, doğası gereği, estetik özerklik düzlemi içinde özgür ve bağımsız bir şekilde oluşur. Sanat üzerindeki her türlü yönlendirme, baskı ve denetimler sanatsal özgürlük ve özerkliğin temel kısıtlayıcısıdır. Yazar; bildiği, var olduğuna inandığı bir varlığı yeni bir biçimle, okur için “görünür kılma” peşindedir. Çözer, deşifre eder, bu dağınık parçalardan yeni bir estetik bütünlük çıkartır. Kendisinden kopartarak bağımsız bir hayatiyet oluşturur. Bir sanat eseri, öncelikle sanat eseri olmakla yükümlüdür. Bu anlamda yazar eserini oluştururken daha sonra oluşacak olaylardan, değerlendirmelerden bağımsız olarak hareket eder.

Edebiyata ödüllü katkı

Ne var ki bir eserin ortaya çıktıktan, okura sunulduktan sonra değerine ilişkin bir söz, yargı, analiz de kaçınılmazdır. Bu da ancak eleştiri ile mümkün olabilecektir. Ödüller de eserinin iç oluşumundan farklı, bu dış değerlendirmelerden biridir. Burada da bir edebiyat eserinin değerini hangi ölçütlerle hakkıyla ölçebiliriz sorusunun cevabının verilmesi gerekir.

Sadece edebiyat odaklı, estetik değerlerin tek ölçüt olduğu, emeğin karşılığının verilmesine yaslı, değer ve hak bilir bir ödülün varlığı elbette edebiyata katkıda bulunur. Ancak dost ahbap ilişkileri, ideolojik birliktelik, yandaşlık, yayınevi pazarlamacılığı ve kayırmacılığın temel tercih olduğu bir ödüllendirme tartışılır, tartışılmalıdır. Bu anlamda yerleşik, adil ve nesnel davrandığı konusunda herkesin üzerinde ittifak ettiği, jürisine güvendiği prestijli edebiyat ödülleri sağlıklı bir edebiyat ortamında anlaşılabilir bir şeydir. Ancak taraflı, tek gözlü, ideolojik edebiyat ödüllerinin ne edebî kamuya ne yazara ne de esere hiçbir yararı olmaz. Aksine değersizi değerli, değerliyi değersiz hâle getirdiği için olumsuz bir etkisi olur. Ancak yaşananlar göstermiştir ki, anlık, zamansal dönemler hariç, başarısız bir yazarı, kötü bir kitabı ödüller, edebiyat dünyasına sokmayı başaramamış, geleceğe aktaramamıştır. Tam tersine ödül almamış bir yazarı, kitabı da edebiyat dünyasından silememiştir.

Ödüller ve ölçütler

Eleştirinin fonksiyonları, yöntemleri ve niteliği yıllardır tartışılmakla birlikte yine de genel geçer ölçütleri tespit edilememiştir. Asıl problem “yöntem” konusunda odaklaşmaktadır. Yani bir sanat olayını adilâne bir şekilde değerlendirebilmek için onu hangi değerlere, ölçütlere başvurarak yorumlayacağız da. Ne var ki bu sorunun cevabında henüz ortak bir çizgi tespit edilememiştir. Bunun yerine herkesin kendi doğrularından yola çıkarak oluşturduğu yöntemler, yaklaşımlar, ölçütler var. İşte eleştiri konusunda tartışma da, karmaşa da burada başlamakta.

Ödül değerlendirmelerinde farklı anlayışlardan, yöntemlerden hareket edilerek eser ele alınır. Ancak kimi edebiyat ödülleri için bazen ölçütler belirlenir eserler de bu ölçütler çerçevesinde değerlendirilir. “İnsancılık”, “yenilik”, “yüksek estetik düzey”, “dili kullanma” bu ölçütlerden bazılarıdır. Ama bunların yine de “kime” ve “neye göre” sorusuyla boşluğa düşen soyut ölçütler olduğu söylenebilir.

Dünyanın en itibarlı ve köklü ödülü kabul edilen Nobel Edebiyat Ödülü için bile aynı tespitleri yapmak mümkündür. Nobel Edebiyat Ödülleri’nde, edebî yeterlilik göz önünde tutuluyor dense de politik mesajlar veren yazarların tercih edildiği ve her dönemde edebiyat ödülünün politik bir tercih ve mesaj olduğu değerlendirmeleri yapılır. Aslında verilen Nobel Ödülleri’nde diğer dallarda değil de en çok tartışmanın edebiyat ödüllerinde yaşanması boşuna değildir. Çünkü edebiyat ödülü için somut gerekçelere ihtiyaç yoktur. Kimseye de hesap verilmez.

Nobel Edebiyat Ödülü kazanamayan yazarlara baktığımızda olay daha da netleşir. Tolstoy, Proust, Joyce, Rilke, Kafka, Çehov, Woolf, Borges, Brecht gibi isimlerin Nobel Edebiyat Ödülü almamış olması her şeyi açıklamaktadır. Tolstoy’un dinî görüşleri, Borges’in cunta rejimlerini kınamaması, Miller’ın cinsel yaklaşımları nedeniyle ödüle layık görülmediği biliniyor. Tolstoy, 1901-1902’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş ancak kazanamamıştı. Tolstoy’un cevabı yerindedir: “Umrumda bile değil.” O yıl ödül Tolstoy yerine Fransız şair Prodhomme’a verilir. Aslında ödül olayını bu örnek, çarpıcı şekilde açıklamaktadır. Artık kaybedenin Tolstoy kazananın Sully Prodhomme olduğu bir ödüllendirmenin güvenilirliği elbette tartışılacaktır.

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü almasıyla birlikte ödülün siyasi mi, edebî mi ölçütlerle mi verildiği tartışılmış, Pamuk’un “Türkiye’de bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürüldü” sözüyle ödül arasında ilişki kurulmuştu.

Orhan Pamuk ve Nobel

Müslüman ülkelerden 2006’ya kadar sadece Mısırlı Necip Mahfuz ödüle layık görülmüş onun da Müslüman olmaması bir başka tartışma konusu olmuştu. Necip Mahfuz’un İsrail’le yapılan barış anlaşmasını desteklediği için pek çok Müslüman ülkede eserleri yasaklanmış, özellikle siyasi tutumu geniş tepkiler görmüştür. Mısır halkının birikimlerine, inançlarına karşı oryantalist bir gözle bakıp Batıcı bir tavır sergilemekle suçlanmış, bu yüzden Necip Mahfuz’un Nobel alışı kendi ülkesinde de tıpkı Orhan Pamuk gibi siyasi mesajlarına ve bu tutumuna bağlanmıştır.

Bu anlamda Nobel Edebiyat Ödülü’nün ölçütleri bazen alay konusu yapılmıştır. Pamuk, kendisinin Nobel alacağını bir İngiliz eleştirmenin yıllar önce bildiğini, Kara Kitap konusunda yazdığı bir yazıda bunu alay ederek izah ettiğini belirtir: “Romanın dilinin, konusunun tuhaflığını, anlaşılmazlığını tartışma konusu yapan polemikler açıldı. Bunlardan birinde, sivri dilli bir İngiliz eleştirmen böyle sıkıcı bir kitabı yalnızca Fransızların sevip okuyabileceğini ve İsveçlilerin de ünlü ödüllerini vereceklerini yazmıştı, alaycılıkla. Bu kehanet de on iki yıl sonra kitabın ruhuna uygun bir şekilde ortaya çıktı. Kırka yakın dile çevrilen Kara Kitap en çok Fransa’da sevildi ve Nobel jürisi başkanı da en çok bu romanımdan etkilendiklerini 2006 yılında ödülü duyurduktan hemen sonra açıkladı.”

Belirleyici olan jüridir

Hiç şüphesiz her ödülün hem siyasi hem de edebî bir mesajı vardır. Bu anlamda ödülü kim veriyor, bu vakte kadar kimlere vermiş ve jüri kimden oluşuyor sorularının cevabı verilecek olan ödülün de kimliğini, yönelimini belli eder. Burada asıl önemli olan jüridir. Kuşkusuz jüriyi nasıl oluşturursanız ödülü de öyle verirsiniz. Bu anlamda jüriyi aynı eleştiri anlayışına, aynı bakış açısına, aynı dünya görüşüne sahip insanlardan seçerseniz aşağı yukarı kime/kimlere ödül vereceğinizi de belirlemiş olursunuz. En azından kimlere vermeyeceğiniz baştan belli olmuştur. Dolayısıyla ülkemizdeki edebiyata ideolojik bakış hesaba katıldığında bu ödüllerin düzenleyici kişilerin/kurumların edebî ve siyasi beklentilerine hizmet edeceği açıktır. Zaten bu ödüller onun için yapılır. Bir başka deyişle jüri değişikliğiyle bambaşka sonuçların çıkması kaçınılmazdır. Aslında aynı ideolojik görüşten insanlardan oluşan bir jüri belirlendiğinde o ideolojik görüşteki yazarlar, sanatçılar arasında geçen bir ödüllendirmeden bahsediyorsunuz demektir. Adalet belki bu aynı görüşteki yazarlar/sanatçılar arasında sağlanabilir. Ancak edebiyatın tek değer ölçütü olduğu bir ödüllendirme mümkün olsa bile burada da edebiyat anlayışları farklılaşacağından yine bir adaletten söz etmek mümkün olmayacaktır. Bu kez de farklı edebiyat anlayışları, farklı ölçütleri uygulamaya sokacaktır. Ödüllendirilme yine tartışılacaktır.

Sezai Karakoç’a 2011’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2006’da da Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmişti. Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olduğu Köşk, Sezai Karakoç’a bu ödülü verir miydi? Diğer yandan Kamer Genç’in Kültür Bakanı olduğu bir Bakanlık, Sezai Karakoç’a bu ödülü verir miydi? Ya da Rasim Özdenören’e Yunus Nadi Ödülü verilir mi? Cevabımız “mümkün değil” ise tüm bu ödüllerin en azından tartışmaya açık yanlarının bulunduğunu da kabul etmiş oluyoruz demektir. Çünkü bu karar genel edebî kamunun kararı değil sadece seçiciler kurulunun kararıdır ve böyle bakılmalıdır. Onların seçimini edebî kamu yapmadığına göre geneli bağlamaz sadece jürinin tercihini yansıtır. Jüriyi önemseyen insanlar da bu beğeniye göre ödül karşısında kendini konumlayabilirler.

Ödül, adalet, edebi değer

2012 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü için ödüllendirilme ölçütü ‘çağdaş bir dünya görüşü’ idi. ‘Çağdaş dünya görüşü’nün edebiyat eserinde temel ölçüt olması mümkün müdür? Bunun edebiyat, sanat dışı bir ölçüt olduğu açıktır. Yine de bu duyuruyu samimi görmek gerekir. Çünkü düzenleyiciler daha baştan kime ödül vermeyeceklerini belirterek tavırlarını ortaya koymuş oluyorlar. Böylece ödülün ideolojik bir tutum takınacağı “açık olarak söyleniyor” demek daha doğru.

Bunlardan dolayı ödülün yazara ve edebî kamuya dönük yüzünden çok genel kamuya ve okura, yayıncıya dönük bir yüzü olduğunu söylemek mümkündür. Eğer ödül veren kurum, kuruluş, kamuda itibarlı, ödül bilinen bir ödül, saygın ve itibarlı ise yazarının okur tarafından tanınması ve kitabın da satış şansının artırılması gibi bir etkisi olacaktır. Ama ödül edebî değer açısından bir tescil anlamı taşımayacaktır. Edebî kamuda ise özellikle yazarlar arasında belirleyici, bağlayıcı bir etkisi olmayacağı söylenebilir. Yaşananlar göstermiştir ki ödül ile adalet ve değer arasında herhangi bir ilişki yoktur.

Star’ın seçimi isabetli

Star gazetesi’nin başlattığı Necip Fazıl Ödülleri’ne bu açıdan bakmakta yarar var. Ödül veren kurumun ciddiyeti, ödülün istikrarı ve ödül jürisinin oluşumu ödülün kurumsallaşmasında hayati rol oynar. Bu bağlamda ilk ödül düzenlemesi kamuoyunu tatmin etmiştir diyebiliriz. Öncelikle Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu, Turan Karataş, Osman Konuk, Fatih Andı, Hicabi Kırlangıç, İbrahim Kiras gibi değerleri tartışmasız bir jürinin oluşturulması herkese güven vermiştir. Diğer yandan açıklanan ödüller de oldukça isabetlidir. “Necip Fazıl Saygı Ödülü”nün eserleri ve hizmetleri dolayısıyla Edebiyat dergisi’nin kurucusu Nuri Pakdil’e verilmesi büyük bir isabettir. Yine “Necip Fazıl Şiir Ödülü”nü günümüz Türk şiirinin ustalarından Hüseyin Atlansoy’a, “Necip Fazıl Hikâye Ödülü”nü ise genç kuşağın önemli öykücüsü Güray Süngü verilmesi yerinde olmuştur. Yayınlandığında büyük beğeni toplayan Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun Sinan Çağı, Prof. Dr. İsmail Erünsal’ın Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar eserlerinin ödüllendirilmesi de jürinin doğru kararlarından bir başkasıdır.

Kuşkusuz bu takdir yine de tartışılacak, ödüle layık alternatif isimler, eserler üretilecektir. Hatta bu isimler de aynı düzeyde ödülü hak edecek isimler olacaktır. Ama tartışma başta da belirttiğimiz gibi ödül olayının doğasından kaynaklanmaktadır. Umarız tüm bu tartışmalara rağmen bu ödül ile birlikte üstadın adı bir kez daha hatırlanırken ödül istikrar kazanır, kalıcı olur ve sanat-edebiyat-kültür dünyamıza bir canlılık kazandırır.

[email protected]