Taşları bağlamışlar kuduz köpekleri salmışlar

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ AYBU İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi
31.10.2023

Bugün dünyada insanlık adına büyük bir kriz yaşanmaktadır. Bu krizden kurtulmanın tek bir yolu vardır o da adil olmaktır. Adalet, gök kubbenin direğidir. O direk yok olursa gökyüzü çöker yeryüzü yok olur. Bu yaşananlar adalet ile ilgili bütün umutlarımı her gün yerle bir ediyor ve insanlığın her gün kendi sonuna doğru hızla koştuğunu görüp boğazım düğümleniyor.


Taşları bağlamışlar kuduz köpekleri salmışlar

Devlet maskeli eşkıya sürüsünün İsrail adlı Siyonist organizasyonun Filistinlilere karşı yıllarca yürüttüğü soykırımın en can yakıcı günlerine tanık oluyoruz. Kırkı çıkmamış bebeklerin kundak bezleri kanla sulanmaktadır. Anneler, katil İsrail'in bombalarla parçaladığı ciğerparelerinin kaybolan bedenlerinin uzuvlarını enkazlardan toplamaya çalışıyorlar. Her gün ciğerlerinden bir parça kopuyor ve tarifsiz acılarla gözyaşları sel oluyor. Babalar, bombalara karşı ailelerine kendi bedenlerini siper ediyorlar.

Bu vahşet ve soykırımı bahse konu ederken doğal bir şekilde pek çoğumuz bütün "dünyanın" gözünün önünde bir soykırım yaşanıyor diyoruz. Dünyanın gözü önünde değil. Bir avuç "insanın" ve bir dünya "insan kılıklı hayvandan adi" olan canlıların gözü önünde gerçekleştiğini söylemeliyiz. Bu vahşete sessiz kalan ya da her ne olursa olsun buna kafasında haklı bir gerekçe uyduran kim olursa olsun insanlıktan nasibini almamıştır. Ne tarihsel bagajlar, ne siyasi çıkarlar ve ne de etnik kaygılar buna gerekçe olamazlar. Bu bir "insanlık" sorunudur. Bir annenin evlatlarının parçalanmış ölü bedenlerini taşıdığı poşetlerden damlayan kanı görmeyen bir göz, insan gözü müdür? Buna itiraz etmek için herhangi bir şart ileri süren birisi insanı diğer tüm canlılardan ayıran tek evrensel vasfı ve özelliği olan "vicdan" sahibi midir? Hiç sanmıyorum.

Dinlerin ve sosyal bilimlerin en kadim sorusu insana dairdir. Bütün semavi dinler, özellikle de İslam, insanın sahip olduklarından hareketle onu tanımlayacak kalın çizgili bir çerçeve belirler. Kuranı Kerim'de "insan" kelimesi ve bu kelime kökünden türeyen yaklaşık üç yüz küsür ifade vardır.

İki boyutlu varlık

İslam düşüncesine göre insan iki boyutlu bir varlıktır: Fiziki/anatomik bir varlık olarak ve ruhsal/ilahi bir varlık olarak insan. Ama bu ayrım birbirinden tamamen ayrışan iki varlık alanına işaret etmez, aksine bu alanları bilmeye dair izleyeceğimiz bilgi kuramsal yönteme işaret eder. İnsan ilahi olandan bir iz/ruh taşır içinde ve onun bu potansiyelinin asıl amacı ilahi olana yürümesine giden yolu bulmasıdır. İçimizdeki ilahi ruh bizi ona götüren en derin içgüdüdür. İnsan, ilahi olana giden yolu bulabilen tek canlıdır. Zaten Kuranı Kerim'de kelime olarak bahse konu edilen insan kavramının asıl kapsayıcı anlamı "görmek ve görme gücüne" sahip olmak demektir. Olanı biteni görme ve görebilme kapasitesine sahip olmak ve adaletin kaynağı olan vicdan sahibi olmak insanın en ayrıcalıklı tanım özellikleridir.

Sosyal Bilimlere göre de insan, belirli sosyal aktivitelere, düşünme yetisine, değer üretme meziyetine sahip olan bir varlıktır. Birlikte yaşama kurallarını belirleyecek normlar üretebilen bir canlıdır. Ez cümle sosyal bilimlerin, felsefenin, psikolojinin, sosyolojinin ve dahi antropolojinin en kadim sorusu insana dairdir. "İnsan nedir?" sorusu ile başlar bu disiplinlerin serüveni.

Açıklığa kavuşturulmak istenen ise insanın tabii/doğal reflekslerinin ve temel tutumlarının ne olduğunu keşfetmektir. İbni Tufeyl'den Daniel Defoe'ya, Farabi'den Platon'a kadar pek çok düşünür insana ait olan verili temel değerlerin neler olduğunu sorgulamıştır.

İtiraf etmem gerekir ki, günlerdir şahit olduğumuz vahşeti yazmak istediğim her seferinde kelimelerin kifayetsizliğini kendi çaresizliğim olarak gördüm. Bu vahşeti onaylayanlar ve içinde yer alanları nasıl tarif edebilirdim ki? Hangi kelime bu caniliği izah edebilirdi?

Ama benim için kelimelerin kifayetsizliğinden önce daha büyük çaresizlikler var. Hiç kuşkusuz bugüne kadar dünyada savaşlar da oldu talanlar da, katliamlar da oldu yıkımlar da. Bu kanlı savaşları yapanların bir tezi, bir iddiası ve bir bağlamı vardı. Savaşın olumsuz da olsa kendine ait bir mantığı ve hatta hukuku vardı. En azından o kanlı savaşları yapanlar kendilerine "uygarlık ve demokrasi" havarisi demiyorlardı. Ancak bugünün dünyası kendisini son derece çağdaş ve medeni olarak tanımlıyor. Hatta bu iki evrensel değerin kuralını yazdığını dahi iddia ediyor. Ama nerede bir huzur varsa orayı kan gölüne çeviriyor ve bütün bunları da senin iyiliğin için yaptım diyor. Timur ordusu her yeri yakıp yıkarken herkese gücünü göstermek istediğini açıkça ve alenen söylüyordu. Kimmerler Anadolu'nun altını üstüne getirdiklerinde buranın hakimi biz olacağız diyorlardı.

Peki bugünün egemenleri ne diyorlar, biz aslında insanlığın huzurunu ve güvenliğini tesis için varız. Peki uygulama nasıl? Tam bir vahşet. Dahası bu durumu dile getirecek bir mecra dahi yok. Bir düşünsel zemin yok. Söylediğimizi veya söyleyeceklerimizi anlayacak berrak bir zihin bile bırakılmadı işgal edildi. Büyük mutasavvıf ve alim Nasreddin Hoca'nın dediği gibi taşları bağlamışlar itleri salmışlar.

Bu çaresizlik, işlenen kanlı vahşetten daha az yıkıcı değildir. Kişisel olarak da özellikle iki konudaki çaresizliğimi paylaşmak isterim:

Bunların birincisi günümüz dünyasındaki paradigmanın, Batı'nın standartlarını belirlenmiş olduğu çifte standartlı, iki yüzlü, mitolojik/siyonist zihniyet üzerinden şekillenen değerlerin, insanlığın ortak paydası olarak dayatılmasına itiraz edecek kelimeler bulamamaktır. Söylemleri hümanist ama icraatları vahşi. İddiaları evrensel ama fiilleri tamamen emperyalist. İnsanlara bakan yüzleri gülümsüyor ama o maskenin altında hunhar bir katil var. İnsanlık tarihi boyunca kendisini hakikat avcısı olarak tanıtan bir sırtlan sürüsü.

İkinci çaresizliğim ise yüreğimde dinmeyecek bir acıdır. Gözümün önünde adım adım gerçekleşen bir yok oluş hikayesidir. Yaz sıcağında, güneşin altında eriyen bir buz kalıbının erimesi gibi buharlaşan bir hazineden bahsediyorum. İslam ile izzet ve şeref bulmuş, İslam'ın hizmetkarlığı ile tarihe adını yazdırmış olan Kürtlerin bir avuç eşkıyanın eliyle otuz-kırk sene içinde İslam düşmanı birer Siyonist işbirlikçiye dönüşmüş olmalarıdır. Kudüs'ün tarihi ile adı özdeşleşmiş olan o kutlu komutanın, vefat ettiğinde vezirinin çarşıya bir tellal (çağrıcı) gönderip; Emir-il Müminin öldü, cebinde kefen parası yok, gönül rahatlığı ile ona bir kefen bağışlayacak bir hayır sahibi arıyorum diye duyuru yaptığı o büyük insanın, Selahaddin-i Kürdi'nin evlatları...

"Saddam Kürtlere kimyasal bomba atmış o halde ben İsrail'in yanındayım. Diyarbakır işgal edilmiş o halde ben İsrail'in yanındayım. Türkiye Afrin'e operasyon yapmış o halde ben İsrail'in yanındayım. Kürtlerin bir devleti yok o halde ben İsrail'in yanındayım. İran Kürtlere zulmetmiş o halde ben İsrail'in yanındayım" gibi sığ, alakasız ve içeriksiz gerekçelerle insanlık adına utanç verici cinayetleri destekleyen ve bu katliamlara sevinen bir kitle var bugün karşımızda.

Bugün Kürlerin bir statüleri yoksa bunun en büyük nedeni onları uyuşturan inançlarıdır ve Kürtlük için en büyük mücadele bu inançla başlamalıdır diyen güruhun desteklediği ülkenin başbakanı Netenyahu, radikal dinci birisidir. Bakın işbirliği için can attığınız ağabeyiniz bu savaş için "Şimdi gidin ve Amelek'in halkıyla savaşın. Sahip oldukları her şeyi yakıp yıkın ve asla merhamet göstermeyin. Hem erkekleri hem kadınları, hem bebekleri ve o bebekleri emziren kadınları, büyükbaş ve küçükbaş hayvanları, develeri ve eşekleri gözünüzü kırpmadan katledin" diyerek tahrif edilmiş Tevrat'tan ayetler okuyor ve siz de bunu alkışlıyorsunuz. Demek ki sizin düşmanlığınız bizim dinimizedir, dini mübini İslam'adır, diğer dinlere değildir.

İnsanlık krizi

Bugün dünyada insanlık adına büyük bir kriz yaşanmaktadır. Bu krizden kurtulmanın tek bir yolu vardır o da adil olmaktır. Adalet, gök kubbenin direğidir. O direk yok olursa gökyüzü çöker yeryüzü yok olur.

Bu iki konu, adalet ile ilgili bütün umutlarımı her gün yerle bir ediyor ve insanlığın her gün kendi sonuna doğru hızla koştuğunu görüp boğazım düğümleniyor.

Dünyanın düzenini kuran batı, Birinci Dünya Harbi'nden bu yana kendisini "uygar" değerler üzerinden pazarlıyor. Ama bugün şahit olduğumuz manzara o söylemlerin hepsinin sahtekarca birer yalan olduğunu göstermektedir. Irak'ı işgal edip bir buçuk milyon masum sivil insanı hunharca katleden, Afganistan'ı yerle bir eden, Lübnan'ı dağıtan, İran'ı istikrarsızlığa mahkum eden, Afrika'nın hem insan kaynağını hem de yeraltı kaynağını sömürüp semiren, Balkanları barut fıçısı haline getiren Batı mı Kürtler için adil bir gelecek tasavvur ediyor?

İsrail'in işlediği cinayetlere meşruiyet kazandırmaya can atan çifte standartlı sahtekarların Kürtler için huzurlu ve güvenli bir gelecek sağlayacağına inanmamızı mı bekliyorlar? Filistin bizim neyimize diyen Kürt Faşistlerle Türk Faşistlerin aynı kaynaktan beslendiğini de mi görmüyoruz?

Yazının girişinde işlenen cinayetlerin "dünyanın gözünün önünde" değil "bir avuç insan evladının gözünün önünde" gerçekleşiyor derken tam da bunu kastetmiştim. Bu ülkenin tarihini en iyi bildiği düşünülen, hatta bu coğrafyanın tarihini yazan ve tarihin duayeni olan ve isminin önünde de kocaman akademik bir titri olan kifayetsiz bir muhterisin, İsrail'in vahşeti meşrulaşsın ve oradaki müminlere karşı özel bir kin biriksin diye utanmadan müstehzi bir gülümseme ile "Ama Filistinliler Yahudilere toprak sattılar müstahaktır bugün başına gelenler" diyebiliyor ve yetmiş yıllık itibarını Siyonizme peşkeş çekebiliyor. Diğer taraftan İslam'a olan kinini hince bir operasyon ile Arap düşmanlığı üzerinden yürüten şark kurnazı kafatasçı bir faşist "Ama Filistin dünya siyasetinde bizim yanımızda değil ve Araplar da bizi arkadan hançerledi" diyebiliyor.

Oysa ne Kudüs'te toprak satıldı ne de bize destek olabilecek bir Filistin Devleti var ortada. Ne Araplar bizi arkadan hançerlediler ne de biz onları kardeş bildik. Bütün bir imparatorluğu dağıtan İngilizlere dost ama İmparatorluğu korumak ve Halifenin/Sultanın onuruna sahip çıkmak için İngilizlere ilk kurşunu sıkan Müslüman Araplara düşman bir zihin var karşımızda. Ve biz barbar Siyonistlerden önce bu zihniyet ile imtihan edileceğiz. Dünyayı bu kirli zihinlerden temizlemek ve insandan daha aşağı olan bu mahlukatlar ile mücadele etmek durumundayız.

Bütün bu çaresizliklerimizin asıl nedeni, toplumsal bir değer olarak bize emredilmiş olan Ümmet fikrine riayet etmemektir. Müminler ancak kardeştir buyruğuna rağmen en küçük bir uyuşmazlıkta bile "Ama onlar da bizi sevmiyor" itirazı bu hükmü rahatlıkla nesh edebiliyor.

Son olarak eğer bugün İsrail bu kadar hoyrat bir pervasızlığı yapabiliyorsa ve bütün küffar bir olup onun yanında durabiliyorsa bu sahip oldukları silahlı veya teknolojik güç sayesinde değil, Müslüman ülkelerde yetiştirdiği "Filistin'den bana ne, Filistin de bizi desteklemiyor diyen" ajanları ve işbirlikçileri sayesindedir. Bizim coğrafyamızda İbrahim'in ateşine odun taşıyanların çokluğundandır.

İsrail vahşetine ve katliamlarına sevinen işbirlikçilerin bu coğrafya için huzurlu bir projelerinin olamayacağını ayrıca söylemeye hacet var mı? Bunu bile söyleme imkanımız kalmamış ne yazık ki. Taşları bağlamışlar...

[email protected]