Tatil yorgunluğu

Rabia Yavuz / Uzman Klinik Psikolog
16.07.2022

Gelişmeleri kaçırma korkusu taşıyan bireylerin daha fazla sosyal medya uygulamalarını kullandığı tespit edilmiş yapılan araştırmalarca. Üstelik bu korkuyu taşıyan sosyal medya kullanıcılarının tatil satın alma eylemlerinin daha fazla olduğu görülmüş.


Tatil yorgunluğu

Kurban Bayramı vesilesi ile uzatılan resmî tatil haberini arkadaşım bana verirken hemen akabinde şu soruyu da sordu: Tatilde nereye gideceksin? Uzun zamandır tatile yolladığım bazı sorular da eve geri döndü: Bu tatil merakı da ne ola diye sormaya başladım kendime. Mesleğiniz psikoterapi, işiniz gücünüz insan olunca her şeyi bu bağlamdan okumaya başlayabiliyorsunuz. Terapi odasında tatilden değil ama çok çalışmaktan, tükenmişlik sendromundan, yetersizlik duygusundan ya da başarı odaklılıktan çok çekmiş insanlarla sıkça karşılaşırım. Bu şikayetlerin altında çok çalışmaktan ziyade nasıl dinleneceğini bilmemek olduğunu düşünürüm çoğu zaman. Dinlenmek bana kalırsa her canlının ihtiyacı ve doğal hakkı.

Kökeni: Âtıl

Tatil yapmak ile dinlenmek arasında bazı farklar olduğunu düşünüyorum. Tatil kelimesi âtıl kelimesinden türediği için bir zamanlar tembellikle eş görülür olmuştu. Tatilin sözlükteki karşılığına baktığımızda ise dinlenme ile açıklandığını görürüz; çalışmaya ara verme. Çalışmak deyince bu sefer de sosyolog tarafım ağır basıyor ve bireyi kapitalist sistemde yaşayan çalışanlar ordusunun bir ferdi olarak anlamaya çalışırken buluyorum kendimi. Elbette tatile çıkabilmemiz için önce bir işimiz olmalı. Mesai saatlerimize talip olan kapitalist sistem dinlenme saatlerimize göz dikmeyecek değil ya!

Modern insan sürekli çalışma ve çalıştığını harcamaya koşullanıyor bu sistem içinde. Kapitalizm sadece üretim araçlarına sahip değildir. Ayrıca bu üretim zincirinin devam edebilmesi için ihtiyacı olan tüketim araçlarına da sahip olmak zorundadır. Böylece sistemin yaşaması için üretim kadar tüketim de gerekir. "O kadar çalıştık, biraz da dinlenelim" dediğimizde bu sefer de tatil reklamlarının işgali altında kalırız çünkü mesai saatlerimizin dışında kalan zamanlarda da tüketiyor olmamız beklenir. İnsanların bir kısmı dinlenme zamanlarını geçirmek için otelleri tercih ediyor günümüzde. Artık oteller gece konaklamak için kullandığımız mekanlar olmaktan çıkalı çok oldu. Otellerde açık büfeler sayesinde ihtiyacımızdan fazlasını yiyoruz, oyun parkına çocuğumuzu bırakıp havuz kenarında güneşleniyoruz, hatta düğün ya da kına gecesi gibi merasimlerimizi bu mekanlarda düzenliyoruz artık.

Birçok insan, sevmediği işlerde gerçekte ihtiyacı olmayan şeyleri satın alabilmek için çalışmak zorunda. Bugün insanların çoğu borç ve kredi ödemeleri gibi maddi zorunlulukların boyunduruğu altında. Ekonomik göstergeler, bugün mevcut nüfusun yüzde 60'ının borçlu olduğunu gösteriyor. Belki de ben bu satırları yazarken oran büyümeye devam ediyor. Bu durum, neredeyse tüm dünyanın, borç altında olmaya doğru ilerlediğini gösteriyor. Ne yazık ki piyasa, insanları iş kölesi haline getirmekte başarılı olmuş gibi görünüyor. Çalışmak için yaşıyoruz. Bu durum insanın tabiatına ters olduğu için mutsuz olmak kaçınılmaz hale geliyor. Bu sefer de hızlı bir şekilde tatmin olabilmek için gerçekten ihtiyacımız olmayan şeyler satın almaya yönelebiliyoruz. Lüks tatil paketleri gibi. Ne oluyor da dinlenme vakitlerimizi tatil önerilerine paketliyoruz. Davranışsal iktisatta "Bireylerin bir şeyin ihtiyaç olduğuna karar vermesi ideal olan bir durumla gerçekler arasındaki farkın algılanması ile gerçekleşir" deniyor. Bu farkındalık karar verme sürecini başlatır ve harekete geçirmek için yeterli motivasyonu sağlar. İdeal durumla yaşanan gerçek arasındaki tutarsızlık ne kadar büyük olursa birey o ürün veya hizmete ihtiyaç duyduğunu kabul eder, aksi takdirde ihtiyaç duymadığına karar verir. Tüketici olması beklenen bireylerin bu ihtiyacı fark etmesini sağlamak için kullanılan dış uyaranların başında ise o ürün ya da hizmetle ilgili pazarlama stratejileri yer alır. Örneğin, internette gezinirken reklamını gördüğünüz bir tatili satın almanızın ihtimali yükseliyor. Ben de bu yazıyı yazarken tatil piyasasına bir bakayım dedim, şimdi açtığım her sayfada tatil reklamlarıyla karşılaşıyorum. Ah büyük veri ah!

Büyük verinin büyümesi

Günümüzde internet kullanan her birey büyük verinin büyümesine katkı sağlar. Özellikle arama motorlarından ve sosyal medyadan toplanan veriler bizim tercihlerimizi gözlemlemekle kalmaz, bu gözlemlerin bizim tüketim alışkanlıklarımızı etkilemesi amacıyla da kullanılmasına imkân sağlar. Artık çoğu insanın cebinde bir akıllı telefon var. Çoğu insan eğitim ve iş hayatı için bir bilgisayar kullanıyor (Ben de bu makaleyi bir bilgisayar yardımıyla yazıyorum ve siz de muhtemelen çevrimiçi yollardan da bu yazıya ulaşabileceksiniz). The Great Hack belgeselinin verilerine bakılırsa bugün 8 yaşında olan bir çocuk, 18 yaşına geldiğinde internete 70 bin veri noktası bırakmış olacak ve bu verilerin mülkiyeti ve kontrolü onun elinde değil. Gözetlenen bir veri akışının parçasıyız hepimiz. Yapılan son çalışmalar bu dijital yaşamın birey üzerindeki etkilerini daha yakından mercek altına almaya çalışıyor. Özellikle sosyal medya ile hayatımıza birçok yeni kavram dahil oldu. Onlardan biri de FOMO. FOMO'nun açılımı "fear of missing out". Türkçe meali ise "gelişmeleri kaçırma korkusu". Sosyal medyaya tercüme edersek bu korkuyu "Diğerleri sizsiz eğleniyor" da diyebiliriz. Gelişmeleri kaçırma korkusu taşıyan bireylerin daha fazla sosyal medya uygulamalarını kullandığı tespit edilmiş yapılan araştırmalarca. Üstelik bu korkuyu taşıyan sosyal medya kullanıcılarının tatil satın alma eylemlerinin daha fazla olduğu görülmüş. Açık büfeleri mesken tutup havuz kenarında yandıktan sonra rüzgâr hızıyla aynı işlere döndüğümüz bu tatiller bir sistem kazasından daha fazlası olabilir.

Diğerleri dinlenme zamanlarını lüks tatil önerilerine paketliyorsa ben de aynısını yapmalıyım algısı insanın temelde neye ihtiyaç duyduğu konusunda dışsal durumların etkisinde kalmasıyla yakından ilişkilidir. Arzu dediğimiz şey aslında benliğimizin en derinlerdeki ihtiyaçlardan kaynaklanmaz çoğu zaman. Büyük ölçüde sosyal durumların ürettiği eksikliklerden kaynaklanır. Bizim için ve bizim yerimize idealize edilen durumların kendi gerçekliğimizden farklı olduğunu düşünmemiz neticesinde arzular ve ihtiyaçlar arasındaki ayrımlar kaybolmaya başlar. Rene Girard insanı "neyi arzulayacağını bilmeyen yaratık" olarak tanımlar. Arzumuzun ne olduğuna karar vermek için dışarıya yöneliriz ve "mimetik arzularla" tanışırız. Taklide dayanan bu arzu biçimi hayatımızdaki birçok tercihi etkiler. Diğerlerini referans alan bu arzular mukayese ve rekabeti körükler. Bunun farkında olan reklam endüstrisi yaratılan ihtiyaçlarla bireylerin dinlenme zamanlarını da piyasaya tahvil etmeyi dener. Oysa mimetik arzulara yönelmek bize biricikliğimizi kaybettirir, yaratıcılığımızı öldürür, sahici ve otantik tercihlerden bizi uzaklaştırır. Bize sunulan paket yaşamlar dışındaki alternatifleri arayamaz, göremez ve seçemez hale gelebiliriz. Bu körlükten uzak durmanın yolu anti-mimetik bir yaşam tarzını seçmek olabilir. Böylece bitmeyen taleplerin peşinde koşmak yerine gerçek ihtiyaç ve tutkularımızı takip edebiliriz.

Dinlenmek hareketsizlik mi?

Reklam ve eğlence endüstrisinin paketlediği tatil ürünleri dışında dinlenmek için neler yapabiliriz? Bana kalırsa, dinlenmek bir hareketsizlik hali değildir. Hani yaylı sazlarda en güzel sesler ne çok gergin ne çok gevşek tellerden çıkar ya, dinlenme zamanları bizim kendi ayarlarımızı akort etme zamanımız olabilir. Bu sayede tellerin dengede olmasından kaynaklanan armoniyi hayatımızda daha çok işitmeye başlayabiliriz. Günümüzün yoğun ve her zaman aktif dünyasında kendi haline kalabilme süremiz azalmakla birlikte değersizleşiyor da. Üstelik kendi başına kalıp kendini yeniden akort etmenin yavaşlama ve sabır gerektirdiği vakitlerdeyiz. Sürekli telefon, sosyal medya ve TV gibi uyaranlar nedeniyle bekleme sürelerimiz azaldı. Güncel çalışmalardan birine göre, internette aynı kaynakta kalma süremiz 4 saniyeden 2 saniyeye düşmüş durumda. Bu hız ve haz çağında dinlenme zamanları bize biraz yavaşlama imkânı sağlayabilir. Eğer becerebilirsek. Her beceri gibi bu beceride de ustalaşmanın yolu biraz pratik yapmaktan geçiyor. Yavaşlama pratiği. Yavaşladıkça kendimize, kalbimize dönmek mümkün olabilir.

Çalışma-dinlenme döngüsü

Doğamız çalışma ve dinlenme döngüsünün dengesi içindedir. Örneğin, kalp yavaş çalışan bir kastır. Diğer tüm kaslardan farklıdır. Yorulmaz çünkü her kalp atışında bir dinlenme aşaması vardır. Günümüzde daha çok karşılaşır olduğumuz Mindfulness uygulamaları da tam olarak bize bu ahengin içinde kalmayı öğretir. Hem sahip olduğumuz enerjimizi korumak hem de zihinlerimizi sakinleştirmek için nefesimizi nasıl kullanacağımızı gösterir bize. Her aldığımız nefesi vermek de aynı derecede özen gerektiren bir eyleme dönüştüğünde hem çalışmakta hem de dinlenmekte ustalaşabiliriz. Mevcut nöropsikolojik çalışmalar beynimizin dinlendiği zamanlarda da aslında başka bir çalışma devresine geçtiğini gösteriyor. Çalışırken, okurken, öğrenirken, gözlemlerken zihnimize ektiğimiz tohumların çiçeklenip büyüyebilmesi için toprağımızın da nadasa ihtiyacı vardır. John Lubbock The Use Of Life isimli kitabında dinlenmenin tembellik olmadığını söyler: "Bir yaz gününde ağaçların altında çimenlere uzanıp suyun sesini dinlemek veya mavi gökyüzünde uçuşan bulutları izlemek asla zaman kaybı değildir." Yaşamın yaratıcı, estetik ve ruhsal boyutları bu vakitlerde ortaya çıkar. Bize sunulan paketlerin dışına çıkarak öğrenmek, durmak, dinlenmek, düşünmek, demlenmek ve kendimize mahsus yeni şeyler üretmeye devam etmek. Belki de gerçek işimiz tam da bu olmalıdır.

https://www.instagram.com/klinikpsikolograbiayavuz/