Tebriz'den Erdebil'e

Mustafa İsen / Yazar
9.10.2020

Anadolu geleneği dışında Tebriz'in halılarında hayvan motiflerinin ve Nesimî, Şah İsmail Hatayî gibi kişi portrelerinin yer alması dikkat çekici. Bazen de sergideki halısı üzerine yan gelip uzanmış satıcı tipleriyle mekan, Osman Hamdi'nin şark tablolarını andırıyor. Zaten bu çarşıyı 15. yüzyıldan kalkıp birisi ziyarete gelse pek bir şeyin değişmediğini kolaylıkla görecektir.


Tebriz'den Erdebil'e

Çalışma hayatım boyunca yaptığım görevler vesilesiyle pek çok yer gezme görme fırsatım oldu. Zannedilenin tersine bu gezilerin resmi olanları zaman zaman bir işkenceye döner. Kaldığınız beş yıldızlı otellerin bile sadece yastıklarını ve uyumadan önce göz gezdirdiğiniz tavanlarını hatırlarsınız daha sonra. Bir de toplantı mekanlarının şatafatlı salonlarını, haydi bir de zengin akşam sofralarını diyelim. Ama şehrin ana eksenine dair pek bir şey görme fırsatınızı olmaz.

Tebriz’e de ilk gidişim bir resmi gezi vesilesi ile gerçekleşti. İran ziyaretinin ardından Cumhurbaşkanımız mutlaka Tebriz’e de uğramak istemiş ve bu ziyaret resmi görüşmelerden çok şehrin çoğunluğunu oluşturan Azeri soydaşlarımıza merhaba gezisi olarak düşünülmüştü. Ama ilişkileriniz İran’la ise orada hiçbir şey iki kere ikinin dört ettiği gibi gerçekleşmez. Size vadettiklerinin bazen tam tersiyle karşılaşabilirsiniz. İşte karakteristik bir örnek; müsteşarlığa yeni başlamıştım, bir gün Devlet Tiyatroları Genel Müdürü görüşmeye geldi ve Tahran’da geleneksel olarak gerçekleştirilen tiyatro festivaline bu yıl Erzurum bölge tiyatrosunu görevlendirdiklerini söyledi. Sevindim, bölgeye hem coğrafi hem de kültürel yakınlığı dikkate alınmış, doğru bir karar diye düşündüm. Hatta acaba Tebriz’de de bir iki faaliyet olabilir mi diye geçirdim, aklımdan. Fakat birkaç gün sonra önüme gelen onay durumun öyle olmadığını gösteriyordu. Çünkü gurup önce uçakla İstanbul’a gelecek, oradan Tahran’a uçacaktı. Bu planlamaya canım sıkıldı, ilgili arkadaşı arayıp seyahatin karayolu ile yapılmasını ve Tebriz’de de bir oyun imkanının araştırılacağını söyledim. Büyükelçilik nezdinde yapılan girişimlerde umulandan daha kısa sürede olumlu sonuç alındı.

Kolay ‘evet’ ve şüpheler

Ekip yola çıktı ama teklife bu kadar kolay evet denmesi bende bir takım şüpheler doğurdu. Gene de olumlu düşünelim deyip işi takip etmeye başladık. Planlamaya göre giderken Tebriz’de bir veya iki oyun sergilenecek, oradan Tahran’a geçilecekti. Belirlenen günün ertesi “oyun nasıl karşılanmış” diye sordum, ilgilinin cevabı, efendim giderken değil, dönüşte yapılmasını istemiş yetkililer, şeklinde oldu. Bir la havle çekip beklemeye başladım. Bu kez benim sormama gerek olmadan Dış İlişkilerdeki görevli, efendim maalesef Tebrizli yetkililer dönüşte boş salon bulamamış, bu yüzden ekip Tebriz’de etkinlik yapamadan dönüyor dedi. İşte bu tipik İran diplomasisidir. Hayır demeden işin kendilerince gereğini yapmak. Tebriz ziyaretimiz de öyle oldu. Ziyaret İran’la siyasi ilişkilerin iyi göründüğü bir ortamda gerçekleşti. Tahran’daki en üst düzeydeki temaslar çok olumlu geçmiş, bir takım anlaşmalar imzalanmış ve biz böyle bir havada Tebriz’e inmiştik. Heyetimiz şehrin epey dışında bir otele yönlendirildi. Burada müziğin ağırlıkta olduğu hoş bir karşılama programı düzenlenmişti. Bu sona erince bir süre istirahat edilip ardından şehrin önemli tarihi yerleri gezilecek. Yola çıkıldı, konvoyumuz bu iş için şehrin ana caddesinde ilerliyor. Birden çevremizde bazı haraketlilikler görülmeye başlandı. Yer yer kümelenmeler, giderek kalabalıklar Türkiye ve Cumhurbaşkanı lehinde sloganlar atmaya başladı. Bu arada konvoyun önüne atlamaya çalışanlar, abartılı sevgi gösterilerinde bulunanlar… Aynı anda caddenin iki yanında el ele tutuşmuş ve geçişlere izin vermeyen bir güvenlik ordusu ortaya çıktı. Biraz sonra da bizi ana yoldan ayırıp arka sokaklara yönlendirdiler. İran tarafı böyle bir sevgi gösterisini hesaplamış ve buna göre tedbirler almıştı. Bu geziden bende kalan, Tebriz’in ülkemize karşı bu duyarlı yapısı ve birkaç tarihi mekanın görülmesi oldu, tabii bir de Türkçe’nin ve Farsça’nın yakın dönemdeki en büyük şairi Şehriyar’ın mezarı. Tebriz’in anlamlı köşelerinden birisi olan bu mekan, Makberetü’ş-şuarâ yani şairler mezarlığı olarak anılır. Burada eski dönemlerden günümüze kadar gelmiş pek çok şairin mezarı bulunmaktadır. Hem turistler hem de Tebrizliler burayı sık sık ziyaret eder, kimileri mezarların başında şiirler okur. Bu eski mezarlık 1970 yılında restore edilerek düzenlenmiş, Şehriyar’ın buraya defnedilmesiyle ünü daha da artmıştır.

Ama Tebriz’i ve sonra anlatacağım Erdebil’i tanımam daha sivil bir ziyaret vesilesi ile oldu. Ardahan gibi, küçük ve merkeze uzak bir şehirde yepyeni bir üniversite dirilten, bunun da ötesinde burayı Kafkasların merkezi haline getirip Kafkas Üniversiteler Birliği adıyla uluslararası bir yapıya kavuşturan değerli meslektaşım Rektör Prof. Dr. Ramazan Korkmaz’ın Kafkasya Üniversiteler Birliği (KÜNİB) adına Erdebil’de düzenlediği bir toplantı bana bu imkanı verdi. İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevîler’e başşehirlik, sonraki bazı yönetimlere siyasi merkezlik yapmış olan Tebriz, bunlara coğrafî avantajını katarak Avrupa-Asya arasındaki en önemli toplanma ve ana yolların buluşma merkezi olmuş, bu imkan da onu her daim önemli bir şehir statüsüne kavuşturmuştur.

En büyük pazar

Marco Polo’ya göre Doğu-Batı arasında en büyük pazar Tebriz’dir. Yani şehir, tarihin her döneminde çok canlı bir ticaret merkezidir. İlhanlılar’dan itibaren Hint’in baharatı, Çin’in porseleni ve ipekli kumaşları, Deştikıpçak’ın kürkleri, Mâzenderan, Gîlân, Şirvan’ın ipeği, Hürmüz’ün kıymetli taşları Tebriz’den Türk, İranlı, İtalyan, Rus ve İngiliz tüccarlarla Avrupa’ya ve İslâm ülkelerine ihraç ediliyordu. Bu sebeple Ceneviz gibi ülkeler Tebriz’de çok erken dönemlerde konsolosluk açtılar. Karakoyunlular döneminde para basılan iki darphâneden biri Tebriz’de bulunuyordu. Safevîler ticareti geliştirmek için tedbirleri arttırdılar. I. Tahmasb Tebrizliler’e vergi muafiyeti getirdi, damga vergisini kaldırdı, İngilizler’e Tebriz’de ticaret hakkı tanıdı. Osmanlılar, 1584-1585 savaşlarında hasar gören Kayseriye gibi çarşıları onardılar. Bu tedbirler şehrin faal ticaret merkezi fonksiyonunu daha da çoğalttı. Tebriz’i ziyaret eden bütün seyyahlar burada dokumacılık, halıcılık, dericilik, nakkaşlık, kuyumculuk gibi mesleklerin gelişmişliğinden söz eder. Bu yüzden Tebriz Kayseriye, Mirza Sâdık, Câfer Paşa, Gazân, Kârdgerân, Bezzâzistan gibi çarşılarıyla ünlüdür. Günümüzde üretim farklı noktalara kaymış olmakla birlikte Tebriz yine de bir ticaret şehridir. Elbette şehrin ticari nabzı yine büyüleyici kapalı çarşıda atıyor. Aklınıza gelebilecek her şeyin pazarlandığı bu renkli mekanın asıl sahipleri kuşkusuz halı tüccarları. İpeklisinden başlayarak çok zengin bir harmoninin içinde yer alan binlerce çeşit halı görenleri bugün de büyülemeye devam ediyor. İpek halılar genelde asılı, diğer çeşitler ise ya yerlere serilmiş, ya da rulolar halinde müşteri bekliyor. İpek halılarda, taba, diğerlerinde bordo renkler hakim. Bir de Anadolu geleneği dışında buranın halılarında hayvan motiflerinin ve Nesimî, Şah İsmail Hatayî gibi kişi portrelerinin yer alması dikkat çekici. Gelen müşterilere bu halıları göstermekte maharet kazanmış satıcıların bunları kendilerine mahsus şovla sunuşlarını izlemek büyük keyif. Bazen de sergideki halısı üzerine yan gelip uzanmış satıcı tipleriyle mekan, Osman Hamdi’nin şark tablolarını andırıyor. Zaten bu çarşıyı 15. yüzyıldan kalkıp birisi ziyarete gelse pek bir şeyin değişmediğini kolaylıkla görecektir. Burada çok hoşuma giden manzaralardan birisi de çarşının dar sokaklarında çekçek arabalarıyla koşuşturan hamalların kendilerine yol istemek için kullandıkları ifade oldu. Malum bizde bu işi için değmesin yağlı boya tabiri kullanılır. Tebrizli taşıyıcılar da bu iş için değmesin, Allahu ekber, ifadesini kullanıyor.

Bu önemli konumu dolayısıyla Tebriz pek çok önemli esere de ev sahipliği yapar. Bunların başlıcaları, Harunreşîd’in zevcesi Zübeyde Hatun adına VIII. yüzyılda yaptırılan cami, Karakoyunlu Cihan Şah tarafından yaptırılan Gökmescid, Uzun Hasan’ın Nâsıriyye Külliyesi ve elbette başta Kayseriye olmak üzere dillere destan kapalı çarşılar…

İki ana akımın merkezi

Sonraki gün asıl davetli olduğumuz Erdebil’e geçtik. Şehre yakın bir kaplıca kasabada yerimiz ayrılmıştı. Biraz dinlendikten ve yörenin sıcacık pidesi, tereyağı, peyniri ve balı ile kahvaltıdan sonra merkeze geçtik. Bölge özellikle balıyla ünlü. Bu geziye asıl Erdebil’i görmek için katılmıştım; burası edindiğim bilgiler dolayısıyla en çok görmeyi hayal ettiğim mekanlardan biriydi. Ne zaman Türk tasavvuf hareketiyle ilgili bir meselenin biraz köküne inmek istesem karşıma Şeyh Safiyyüddîn-i Erdebîlî çıkıyordu. Üstelik bu Anadolu’daki hem sünni hem de Alevi-Bektaşi hareketlerin ortak ismiydi. Bir şehir nasıl oluyor da iki ana akıma merkezlik yapabiliyordu. Bunu merak ediyordum. Eskilerin tabiriyle ilmelyakin bilgiler bana yetmiyor, sözü edilen bu mekanı aynelyakin görmek, oradaki havayı teneffüs etmek istiyordum. İşte şimdi böyle bir fırsat doğmuştu. Merak ettiğim şehir önümde duruyordu. Üniversitede düzenlenen resmi toplantılar sona erince bir rehber eşliğinde şehri gezmeye çıktık. Bu gibi kadim şehirler kendini hemen ele vermez. Bazen önünden geçip gittiğiniz çok önemli bir eser ya da mekan, nadiren kendiliğinden size bir şey söyler. Bu yüzden ancak iyi bir rehber eşliğinde asıl gezinin tadı çıkabilir. Burayı şehrine aşık, son derece bilgili bir uzmanla gezdim. Bu şansımız sayesinde kısa sürede hemen hemen görülmesi gereken her şeyi gördük, duyulması gerekenleri de. Böylece Erdebil gezisi, özlemimle mütenasip, beklentilerime uygun çok tatmin edici bir gezi oldu benim için.

Erdebil de çok eski dönemlerden beri ulaşım akslarının merkezinde yer alan önemli bir ticaret merkezi idi. Eğer bir yerleşim alanı önemli bir iktisadi merkezse onun çok önemli bir eğitim ve kültür merkezi olması da doğal bir sonuçtu. Üstelik de şehrin Şeyh Safiyyüddîn-i Erdebîlî gibi bir sahibi vardı. Erdebil’in bu anlamdaki tarihi birikimini gösteren en önemli işaret, bugün büyük bölümü yıkılmış olmasına rağmen tarihi kapalı çarşısı. Bunun Tebriz’dekiyle de İstanbul’daki örnekle de rahatlıkla boy ölçüşebileceğini özellikle belirtmek isterim. Buradaki kapalı çarşı, Tebriz’inki gibi halı ağırlıklı değil, aklınıza gelen her şeyin bölümler halinde satıldığı çok renkli bir çarşı. Benzer şekilde bu tür önemli şehirler aynı zamanda herkesin dikkatini çeken cazibe merkezleri olarak öne çıkar, bu özellik de onların sık sık düşman yağmasına uğramasını kaçınılmaz kılar. Erdebil de uzun tarihi boyunca hem birinci avantajı yaşadı, hem de işgale uğradı. Ancak yine bu tür verimli ve bereketli şehirler kısa zamanda adeta küllerinden yeniden doğar ve öncekinden daha mâmur bir şekilde hayatlarına devam ederler. Bunu Erdebil’de de görüyoruz.

En merak ettiğim yer

Erdebil’deki en önemli eser elbette kapalı çarşı değil, Şeyh Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin kurucusu olduğu sûfî ocağı, yani Safiyyüddin dergahı. Burası sadece dergah, sadece türbeler topluluğu değil, kocaman bir külliye. İçeriye, zincirlerin asılı olduğu bir kapıdan başınızı eğerek, tazimle giriyorsunuz. İç içe geçmiş avlular içindeki binalar, farklı dönemlerde inşa edilmiş, değişik üslupları yansıtan yapılar topluluğu ama sonuçta bir ortak mimari geleneğin de ürünü hepsi. Aralarda geniş bahçeler var ve bunlar başta gül olmak üzere çeşitli çiçeklerle bezeli. Türbeye ayakkabılarınızı çıkarıp saygıyla giriyorsunuz. Yerler döneminin renk ve motiflerini yansıtan büyük halılarla kaplı ve havayı tamamlayan üslupta. Baştan itibaren gerçekten ruhani bir havası var buranın. Sonraki dönemde yapılan bir kısım binaların içi nişlerle kaplı ve buralarda İran mimarisinin sevdiği rengarenk porselen, çini ve cam işçiliğini sergileyen ürünler mevcut. Herkes bu havaya riayet ederek sükun içinde geziyor, mekanı. Külliye, haşmetli ama insanı ezmeyen vakur bir asaleti de size telkin ediyor. Başta şeyh olmak üzere pek çok Safevi sultanı, örneğin Şah İsmail de burada yatıyor. Bu özellik de dergahı ve türbeleri çok önemli bir ziyaretgâh haline dönüştürüyor. Çünkü Safevî Devleti ile birlikte dergah, dolayısı ile Erdebil, Safevi devletinin dinî ve siyasî merkezi haline geldi. Safeviyye tarikatı da bir Şii propaganda merkezi. Bugün hayatiyetini yitirmiş durumda ama gene de benim gibi merak edip ziyaret edeni çok fazla.

Türbelerin girişinde mütevazi ama dikkat çeken bir küçük mezar var, Şah İsmail’in annesi Alemşah Halime Begüm’e ait. Rivayete göre Şah İsmail tahta geçip herkesi Şiiliğe zorlayınca Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı olan annesine de aynı teklifi yapmış. Annenin bunu reddetmesi üzerine herkese ibret olsun diye annesini öldürtmüş. Bu farklı inanışı yüzünden de türbelerin içine alınmayarak bahçede bir kenara defnedilmiş.

Şehirde Şeyh Safiyyüddin’in türbe ve camisinden başka tarihi Selçuklu dönemine kadar uzanan ve bir kısmı harap mescitler, türbeler ve medreseler de bulunuyor.

Erdebil halkının neredeyse tamamını Azarbeycan Türkleri oluşturuyor. Doğal olarak ahalisi, Tebriz halkı gibi Türkçe konuşuyor.

Geziden bana kalan en önemli şey asıl bu iki şehirde gözlemleme fırsatı bulduğum insan kalitesiydi. Türk dünyasının pek çok başka noktasında aynı dili konuştuğum insanlarla karşılaştım. Diyebilirim ki bunların pek azında Tebriz ve Erdebil’de gördüğüm şehirli, olgun, vakur, bilgili, meselelerinin farkında kişilerle tanıştım. Ziyaret ettiğim üniversitede, özellikle de Ticaret ve Sanayi Odası’nda gördüğüm manzara bende böyle bir kanaat uyandırdı. Bölgenin dikkatimi çeken pek çok özelliği yanında bu kaliteli beşeri sermayesi beni çok memnun etti ve gelecek açısından umutlandırdı.

Genelde bu tür yazıları o bölgenin yemeklerinden söz ederek bitiriyorum. Başta kebap ve kendine özgü safranlı pilav olmak üzere yemekler az çok bizim ortak damak tadımıza hitap eder.

Zaten herkesle Türkçe konuşabileceğiniz için gördüğünüz yemeklerin çoğunu rahatlıkla sorup deneyebilirsiniz.

[email protected]