Teolojik zihnin varlık-yokluk paradoksu

1.01.2022

İnsanın kendi icat ettiği bir tanrı üzerinden kendi tanrılığını sürdürmesi bugün en yaygın yaşam tarzıdır. Tanrıların icadı üzerinden kendi amaçlarını meşrulaştırıp aslında kendi tanrılığını tahkim etmek, insanlık tarihinin büyük bir kesitini oluşturur. Bu açıdan hangi ad altında olursa olsun, insanın kendini ve hakkı nasıl bildiği, yaşam biçimini belirler.


Teolojik zihnin varlık-yokluk paradoksu

Ölçü ve değer algısı insan dünyasının merkezinde yer alarak bütün dinlerin, felsefi görüşlerin ve ideolojilerin temelinde hak algıyla öne çıkar. Her inanç ve felsefi görüş hakkın kaynağının ne olduğu üzerinden varlık bulur. Siyasi bir varlık olan devlet aygıtı da devleti ihdas eden iradenin hak algısını tesis ederek adaleti gerçekleştirmek iddiasıyla var olmuştur. Bu doğrultuda yeni bir kavram gibi tedavüle giren teopolitik kavramı hakkın gerçekleştirilmesi olan adalet anlayışını tesis edecek olan devlet yönetimiyle iç içe bir kavramdır. Hak olmadan, onun yerine getirilmesi olan adaletin tesisi mümkün değildir. Hakkın kaynağından söz etmek ise her ne adla ifade edilirse edilsin tüm varlığın ölçüsünü ve dengesini tesis eden bir tanrıyı işaret eder. Hak algısının kaynağı ise her şeyin ölçüsü Tanrıdır veya insandır ikileminde yoğunlaşır. Platon ve Aristo felsefesi de bu algıda ayrışıyor. Platon'a göre her şeyin ölçüsü Tanrı iken Aristo'ya göre insandır(hümanizm). İnsan sevgisi olarak yanlış ifade edilen hümanizmin esası her şeyin ölçüsünün insan olduğudur. Ancak bu konuda hangi insanın kastedildiği hala izaha muhtaçtır. İnsan yaşamının Tanrı merkezli ve insan merkezli bu iki anlayışın birbirinin formuna girmesi de mümkündür. İnsanın kendi icat ettiği bir tanrı üzerinden kendi tanrılığını sürdürmesi ise en yaygın yaşam tarzıdır. Tanrıların icadı üzerinden kendi amaçlarını meşrulaştırıp aslında kendi tanrılığını tahkim etmek, insanlık tarihinin büyük bir kesitini oluşturuyor. Bu açıdan hangi ad altında olursa olsun yaşam biçimini belirleyen, insanın kendini ve hakkı nasıl bildiğiyle tezahür eder.

Varlıklar arası diyalog

Kişi kendi anlamını, anlamı dil olarak üreten zihinde, zihniyet olarak bulur. Bu zihniyet insanın biçimlendiği bireysel, toplumsal, kültürel ve siyasal ortamın temel kodlarını taşır. Zihin, anlama ilişkin okuma yapan kavramlarla, kavradıklarıyla bir dil kurar. Kurduğu bu dille kendisine yönelen anlamı dil olarak nesneleştirir ve böylece kendisine dair bir okumaya izin vermez. Bu ulaşılamayan zihin, tanrısallaşarak gerektiğinde kendi tanrılığını, tanrı üreterek tahkim eden bir tanrıya dönüşür. Oysa kişinin kendinde değişimi, zihnini ve zihniyetini görüp onunla karşılaşması ile gerçekleşebilir. Zihnin, kişinin kendisine dair bir okumaya izin vermeyen, anlamı dil olarak dışına savuran gücü zihniyet değişiminin en zor noktasıdır. Ancak bu okuma, zihnin anlam ile yakalayıp kavramsallaştıramadığı bir üst dille gerçekleşebilir. Kendini görme eylemi, anlam ilişkilerinin merkezi olan zihni görünür kılıp nesneleştirebilmeye dair bir görmedir.

Zihnin anlam ilişkileri

Ancak zihnin anlam ilişkisi kurduğu her şeyi dil olarak nesneleştiren özneliğinden kaçabilecek bir yol bulmadan onu görebilmek mümkün değildir. Bu durumun gerçekleşebilmesi, onun zihnin anlam verdiği dilinden kaçabilen, bir bakıma evrenin de dışına uzanabilen bir sözle mümkün olabilir. Böyle bir söz varsa o ancak zihnin tanım kalıplarına yakalanmayacak bir işaret olabilir. 'O', zihnin sınırlayıp tanımlayamadığını dil yoluyla ima ettiği bir işaretin sesidir. Zihin her türlü varlığı kavrayıp kuşatarak dil üzerinden nesneleştirebilir. İşte bu noktada varlığın kendi varoluşunu işaret eden ifadesini 'O' ile dillendiren zihin varlığın kaynağını dillendiremediğinde onun karşısında özneliğini kaybeder. Bu kişinin kendisini görmesine imkan veren bir kapı aralar. O zamiri tüm dinlerde tanrıyı işaret eder. Zihnin anlam olarak sınırlayamadığına dair atıfla, hem kendini nesneleştirerek işaret kılan, hem de tüm anlamın öznesini işaret ederek evrenin dışına uzanarak kavramsal kalıplara yakalanmayan 'O' işareti hem inanca hem de zihne dair bir anlam olarak karşılıklı iz düşümler üzerinden zihni görmeyi mümkün kılabilir. Dil, evrendeki varlıklar arası bir diyalog olarak evrenseldir. Evreni değil ancak oradaki varlıkları görmeye izin verir. Tüm varlığı evren olarak kavramış olan zihnin evreni kavrama biçimi de elbette orada ulaşabildiği varlıklarla kurduğu dil kadardır. Tanrıya izafeten O işaretinin kişinin kendini görmesini mümkün kılması ancak işaret edilen tanrının varlık olup olmamasına bağlıdır. Tanrı tasavvuru eğer bir varlığı kastediyorsa bu durumda işaret edilen Tanrı zihnin ürettiği bir varlıktır. Çünkü zihin varlıkları kavrayabilir ve anlam vererek dilin nesnesine dönüştürebilir. O ile kastedilen Tanrı eğer varlık değil ise zihin varlık olmayanı kavrayamaz ve böylece onun karşısında özneliğini kaybederek kendinde kendini görmeye imkan verir.

Varlık olmayanı yoklukla izah etmek

Varlık olmayan bir Tanrı tasavvur edilebilir mi? Bu soruya İhlas suresinin son ayetiyle yaklaşırsak, "O", dengi ve benzeni olmayan biricik olarak ifade ediliyor. Elbette hiçbir konuda eşi, dengi ve benzeri olmayan, hatta zamandan ve mekandan da münezzeh olan varlık da değildir. Çünkü varlıklar dereceleri ne olursa olsun eşi, dengi veya benzeri olma konusunda varlık olma durumunda benzerdir. Ve zaman ve mekan ancak varlıklar için söz konusudur. Bu açıdan İslam'ın Tanrı inancı tüm dinlerden ayrışır. Çünkü diğer dinlerin Tanrıları teolojiye geçit verecek surette zihnin özne olduğu ve kavrayarak üzerinde bilimsel çalışma yapabildikleri varoluşsal(olmaya devam eden veya oldurulan) varlıklardır. Nietzsche, Stendhal'ın "Tanrı'nın biricik özrü, var olmayışıdır" sözünü "tam da benim yapabileceğim en iyi ateist esprisi" derken, aslında varlık olmayan Tanrı tasavvurunun eşiğine kadar varıp oradan Tanrı yoktur ile döndüğünü gösteriyor. Oysa varlık olmayanın yokluğundan da söz edilemez. Ünlü filozof "Putların Alacakaranlığında" adlı yapıtında: "İnsanlar var olmayanın peşine düştüler ve elbette onu bulamayınca uydurdular" diyerek Stendhal'ın ifadesi benzeri bir cümle kurar. Elbette varlık olmayanı yoklukla izah etmek, zihnin varlık olmayan bir Tanrı tasavvuruna izin vermemiştir. Oysa varlık olmayan Tanrı tasavvuru varlıklar dünyası karşısında her şeye anlam veren hükümran zihnin mutlak hükümranlığını sonlandırır. İşte bu durumla karşılaşan zihnin Tanrıya ilişkin varlık veya yokluk tasavvuru kişinin kendi hükümranlığını tahkim eder. Çünkü var veya yok zihnin hükmüdür. O'nun varlığına veya yokluğuna hükmeden zihin, onu kendi hükmüne tabi kılarak hükümranlığını korur. Nietzsche'nin üst insanı Tanrı'nın varoluşsal olmayışının farkındalığıyla, onun yokluğuna hükmedilmesi ile tahkim edilmiş asıl öznenin insan olduğu teolojik bir insan tanrıdır. O da tam eleştirdiği gibi varlıklar dünyasında bir varlık olarak bulamadığı tanrı yerine insanın tanrılığını, üst insan olarak uydurma noktasına gelmiştir. Ancak varlık olmayanın karşısında, onu izah edecek bir dil bulamayıp, zihnin özneliğini korumak adına O'nu yok sayarak natüralizmi kutsamak zihnin, varlık karşısında özneliğinin doruk noktası olmuştur. Oysa dil oluşsal yani oluşunu gerçekleştirmeye muhtaç olanın karşısındakine kendini ifadesidir. Bu açıdan noksan olmayan, var oluşsal bir varlık değil ancak Tanrıdır. Ancak noksan olmayan varlık değildir ve varlık olmayan bir tanrı üzerinden insanın Tanrı üzerinde bile özne olduğu teoloji yapılamaz. Bu açıdan Stendhal ve Nietzsche, teolojinin nesnesi olamayacak olan Tanrı tasavvurunu ıskalayıp varlık ve yokluk ikileminde sıkışarak teolojik bir hükmü tercih etmiştir. Neticede O'nun yerine, her şeyi varlık ve yokluk ikileminde algılayarak hükümranlığını işlevselleştiren zihin, varlığı ve yokluğu idare edebileceği bir varlık tanrı tasavvuru izafe etme yoluna gider.

Artık temel ölçü para

Bugün bu izafiyetin geldiği aşama, parada somutlaşmış olan itibari değere dönüşmüş durumda. Artık hemen hemen her şeyin ölçüsü tüm varlığı ve yokluğu gerçekleştirmeyi mümkün kılan paradır. Bu inancın sistemleşmiş hali de Max Weber'in ifadesi ile Protestan ahlakından tevarüs eden kapitalizmdir. Bu inanç sisteminde para miktarı, varlıkların en kudretlisi olan varlık tanrının kudretine yakınlaşma göstergesidir. Azlığı ise Tanrıdan uzaklığı, bir nevi günahkarlığı, değersizliği ifade eder. Burada sistem, tabir edilmiş bir tanrının insan ile ilişkisini ölçümleyen, tabir edilmiş para üzerinden gerçekleşir. Bir dolar üzerine tab edilerek iman bağı kurulan Tanrı ve değer ilişkisi, böyle bir değeri tabir eden zihnin itibarını yeterince ifade ediyor.

[email protected]