Terör niçin Türkiye’yi hedef seçiyor?

Fevzi Şanverdi / AK Parti Hatay Milletvekili
4.06.2016

Terörle mücadele bir din meselesi, bir parti melesi, bir bölge meselesi değil, bu bütün insanlığın ortak bir meselesidir. Ancak başta ana muhalefet partisi olmak üzere, PKK ve PYD terör örgütlerine olan desteklerini gizlemeyen HDP, ülkemizin ve bütün insanlığın bu ortak sorununu çözmeye çalışmak yerine, teröre karşı verdiğimiz mücadeleyi akamete uğratmak adına elinden geleni yaptı.


Terör niçin Türkiye’yi hedef seçiyor?

Fevzi Şanverdi / AK Parti Hatay Milletvekili

11 Mayıs 2013’te Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde peş peşe gerçekleştirilen iki terör saldırısında 52 vatandaşımız hayatının kaybetti.146 vatandaşımız da yaralandı. Bu menfur saldırıların üçüncü yıl dönümünde Reyhanlı saldırıları özelinde terörü yeniden değerlendirmekte fayda mülahaza ediyorum. Zira Reyhanlı saldırıları dış ve iç dinamiklerden destek alan terör gruplarının bölgedeki kaosu ülkemize taşıma çabasının ilk hamlesi olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla Reyhanlı saldırılarına müteakiben ülkemizde gerçekleştirilen tüm saldırıların failleri farklı olsa da hedef itibariyle birbirleriyle bağlantılı olduğu gelinen aşamada anlaşılmaktadır.

Süreçle ilgili doğru analiz ve dolayısıyla doğru bir sonuca ulaşmak için, son altı yıldır bölgede yaşanan gelişmelerin geçirdiği aşamaları ve Türkiye’nin tutumu üzerinde imal-i fikir yapmak gerekmektedir. Özellikle Arap coğrafyasında başlayan “demokratikleşme hareketleri” bölgede önemli kırılmalar yarattı. Bölgede artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir sürece girilmiştir. Yaşanan hadiselere gerek bölgesel gerekse küresel pek çok aktörün doğrudan müdahale etmesiyle birlikte, bölge haritalarının yeniden değişimini ciddi tartışır hale geldik. Bu durumun başta bölge ülkelerine olmak üzere tüm dünya sathında ciddi etkilere yol açacağı aşikardır. Sykes-Picot anlaşmasının imzalanmasının 100. yılında olduğumuz bu günlerde böylesi tartışmaların yaşanması, Batı’nın bölgedeki işinin henüz bitmediği neticesiyle karşılaşıyoruz. Bu vesileyle son bir asırlık süreci yeniden derin analizlere tabi tutularak, terör eylemlerini değerlendirmekte fayda vardır.

Bazı Arap ülkelerinde meydana gelen “demokratikleşme hareketleri” ne yazık ki karşı devrim hareketleriyle komşu olduğumuz coğrafyaları iç savaşa sürükledi. Zira Osmanlı’nın dünya sahnesinden silinmesinden sonra dikta ulus devlet anlayışı altında zulüm gören halklar, ilk defa organize olarak bu denli yüksek bir şekilde demokrasi talebiyle seslerini yükseltti. Ancak bu durum bölgede projeler icra eden küresel güçlerde tedirginliğe neden oldu. İyi biliyorlardı ki, özgürlüğün bu coğrafyalara gelmesi demek, halkların piyon yöneticilerden kurtulması ve dolayısıyla kendi kendilerini yönetmesi anlamına gelecekti. Bu aynı zamanda son bir asırdır bu coğrafyalarda kendi çıkarlarına göre at koşturanların artık istedikleri gibi hareket etmelerine fırsat vermeyecekti. Yine bölgenin gerek yer altı, gerekse yer üstü kaynaklarındaki aslan payı bölge halklarına kalacaktı.

Bu hakikati gören sömürge anlayışı adeta alarm durumuna geçerek, bazı bölge ülkeleriyle yaptıkları işbirliği sonucunda önce söz konusu “demokratikleşme hareketlerine” ilham kaynağı olan aziz vatanımızda Gezi bahanesiyle darbeye kalkıştılar. Böylece ilham kaynağı ortadan kalkarsa demokrasi ve özgürlük için Arap sokaklarını dolduran milyonlar evlerine dönmek zorunda kalacaktı. Ancak Türkiye, güçlü lideri ve güçlü kadrolarıyla ülkemize karşı oluşturulan küresel şer çetesinin emellerine ulaşmasına mani olmayı başardı. Akabinde kısa bir süre sonra Mısır’a yöneldiler ve maalesef 2013’te gerçekleştirilen darbeyle Mısır halkının demokrasi talebine adeta suikast gerçekleştirildi. Böylece süreç, karşı devrimlere dönüşerek başta Mısır olmak üzere, Suriye, Libya ve Yemen’de kaosa dönüştürüldü. Karşı devrimlerin yarattığı boşluk ne yazık ki, terör örgütleri için bir fırsat alanı oluşturdu. Nitekim süreç içerisinde başta DAEŞ olmak üzere pek çok terör örgüt ortaya çıktı. DAEŞ’in özellikle Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbeden sonra daha etkin eylemlere girmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Bu durum aynı zamanda halkına karşı yüzyılın soykırımını gerçekleştiren Esed yönetimine de adeta cesaret verdi. Her yaptığı yanında kar kalan Esed, masum sivil halka karşı daha acımasız ve sert uygulamalar hayata geçirdi. Yakın coğrafyamızda cereyan eden hadiseler artık ülkeler arasında yaşanan bir güç savaşına dönüşmüş durumdadır. Görülüyor ki, bu savaş terör grupları üzerinden yapılmaktadır. Özellikle Rusya ve İran’ın sürece doğrudan müdahil olması yaşanan savaşın mahiyeti hakkında önemli veriler sunmaktadır. Ancak ne yazık ki, hiç kimse bu manzaranın nasıl oluştuğunu, bu noktaya nasıl gelindiğini, insanların nasıl olup da böyle acımasızca cinayetler işleyebildiklerini hakikatle araştırmıyor.

Oluşturulan kaos ortamı, terörün yanı sıra dünyaya bir de mülteci sorununu armağan etmiştir. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılan mülteciler gereken adımlar atılmadığı takdirde ciddi sorunlar yaratacaktır. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, Şii İran’ın Sünni İslam coğrafyasına karşı güçlenmesini sağlama çabasıdır. Bu durumun iki taraf arasındaki mücadeleyi körükleme ihtimali bölgenin geleceği açısından önemli bir tehlike arz etmektedir.

Türkiye neden hedefte?

Batı dünyasının yaşanan hadiseleri sadece sinekleri görme perspektifiyle değerlendirmesi sorunların çözümüne yönelik umutları azaltmaktadır. Zira bu bakış açısı sorunun küçük bir parçasını görmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu anlayış bırakın çözüm üretmek, aksine kaosun derinleşmesine ve hatta farklı coğrafyalara yayılmasına neden olacaktır. Terör gruplarının son dönemlerde Yemen, Mısır ve Libya’da mevzilenmesine yönelik yapılan değerlendirmeleri bu minvalde görmek gerekmektedir. Oysa Türkiye başından beri “Asıl görülmesi gereken bataklığın ta kendisidir” görüşünü savunmaktadır. AK Parti hükümetleri göreve geldiği günden itibaren politikalarının merkezine insanı ve ona ait değerleri yerleştirmiştir. Bu anlayıştan hareketle hem içerde hem dışarıda teröre karşı örnek bir mücadele ortaya konmuştur. Terörle mücadele anlayışımızda terörün ırkı, rengi, mezhebi ve ideolojisi arasında hiçbir fark söz konusu olmamıştır. Terörle mücadelede ortaya konan sağlam ve kararlı duruşla, yakın coğrafyamızı kaosa götüren sorunların ülkemize sıçramasının önüne geçilmiştir.

Kaos, teröre alan açtı

Türkiye’nin gerek “demokratikleşme hareketlerine” yönelik tutumu, gerekse tüm terör örgütlerine karşı verdiği mücadelesiyle bölge halklarına verdiği cesaret, pek çok çevreyi rahatsız etti. Terörle mücadelede ortaya konan bu kararlı duruş Türkiye’yi terör örgütleri ve onların destekçileri tarafından hedef haline getirmiştir. Reyhanlı saldırısıyla başlayan süreci bu minvalde okumak gerekir. Türlü yöntemlerle başaramadıklarını maşa olarak kullandıkları terör üzerinden yapma gayretine girdiler. Başta Reyhanlı’daki menfur saldırılar olmak üzere, ülkemizdeki tüm terör eylemlerinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. İslam coğrafyasının ümidi haline gelen tek ülke olan Türkiye’nin zayıflatılması pek çok çevrenin ortak bir amacı haline geldi. Hatta tarihte sürekli karşı kutuplarda yer alan güçler bu amaç doğrultusunda bir araya geldi. Tam da bu noktada AK Parti hükümetlerinin teröre karşı sürdürdüğü mücadelesini sorgulayanlara sormak istiyorum: DAEŞ gibi acımasız terör örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olan etmenler ve destekçileri üzerinde sorgulamalar yapmadan, teröre karşı verdiğimiz mücadeleyi sorgulamak ne derece milli ve insani bir duruştur? Reyhanlı saldırılarının yıldönümü vesilesiyle bir hakikati yeniden hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum. Terörle mücadele bir din meselesi, bir parti melesi, bir bölge meselesi değil, bu bütün insanlığın ortak bir meselesidir. Ancak başta ana muhalefet partisi olmak üzere,  PKK ve PYD terör örgütlerine olan desteklerini gizlemeyen HDP, ülkemizin ve bütün insanlığın bu ortak sorununu çözmeye çalışmak yerine, teröre karşı verdiğimiz mücadeleyi akamete uğratmak adına elinden geleni yaptı. 7 Haziran seçimlerinden sonra “nasıl salladık” ifadesiyle ifşa olan CHP-HDP kardeşliği, terörle mücadelede sergiledikleri performansla da net bir şekilde ortaya çıktı. Kimisi terör cenazelerine katılır, kimisi de Rus televizyonunda en aşağılık ithamlarla aziz vatanımızı şikâyet eder. Ancak hiçbir engelleme ve saldırı AK Parti hükümetlerinin insanı merkeze alan anlayışından uzaklaştırmayacaktır. Ülkemizin istikrarı ve halkımızın huzuru için gereken adımlar dün olduğu gibi bugün ve yarın da kararlılıkla atılacaktır. Türkiye mazlum halkların sesi olmaya devam edecektir.

[email protected]