Terör son kozları

Ercan Yıldırım / Yazar
26.03.2016

‘Devrimsiz isyan ruhunu’ savunanların İslamsız Türkiye için ‘önleyici şiddeti’, ‘düşük yoğunluklu savaş’la karşılamaktan çekinmeyeceği anlaşılıyor. Sosyalistleri, Kemalistleri, örgütçüleri ortak noktada birleştiren yegâne anlayış Türkiye’nin toprak bütünlüğünün dağılması üzerine gelişmiş görünüyor.


Terör son kozları

Karl Marks İngilizlerin Hindistan’ı sömürgeleştirmesine karşı çıkmamıştı. Türk, Moğol, Arap gibi “barbar”ların elinde olmasındansa Hindistan’ı Batı’nın yönetmesini tercih etmiş hatta İngilizlere ev ödevi bile vermişti. Marks öncelikle Hindistan’ın Asyatik toplum karakterinin ortadan kaldırılması ikinci olarak da bölgenin Batılılaştırılmasını istiyordu. Marks düpedüz “medenileştirme”ci Batılı tarih felsefesini aynen muhafaza ediyor, halkların kardeşliği, antiemperyalizm, burjuva karşısında ezilen halklara destek gibi kavramları batı sözkonusu olduğunda hemen kulak arkası edilebiliyordu. İster Marksist olsun isterse kapitalist, batı zihninin merkezinde “barbar” yani medeniyet /Batı karşıtı olan tüm unsurlar aynı potada eritilmeliydi; Marks da Hitler de “gerici halkların silinmesi” hususunda birleşiyordu.  Türkiye’de Batılılaşma hareketlerinin karakteri Kemalizm ile birlikte emperyalist batılı zihin ile aynı minvalde ilerledi. Batılılaşmacı değilseniz, ezilmeyi hak eden gerici taifedensiniz demektir. Kemalistlerin, yeri geldiğinde sosyalist, yeri geldiğinde İslamcı, milliyetçi, muhafazakâr, tarikat yapılarına karşı geliştirdiği şedit Batılılaşmacı ve imhacı tavrı ideolojilerin kendiliklerinin günden güne Ortodoks Batılı paradigmayla örtüşmesine kadar vardı. 27 Mayıs sonrasında güçlenen sosyalizm Türkiye’nin sosyalist bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini içeren Anadolu insanını etkilemişti. İki darbe arasında Stalinizmden Maoculuğa, MDD’ye kadar çok farklı fraksiyonlar yöntem tartışmasına girdi.

Bu yıllarda Kürtçülük kendini sosyalizm içinde ifade edebiliyordu. Romantik sosyalizm, dağlarda, banka soygunlarında kendini gösterirken cuntacılık ve Baasçılık ana ark olarak kaldı. Sosyalizmden geriye, Kemalizmle birleşen gericilik karşıtlığı başlığı altındaki batıcılık, Kürtçülük, cuntacılık ve mezhepçi örgütçülük kaldı. Dünyada ulus devletler dönemindeki etnik ve dini çoğulculuğa sahip komünist uygulamaların hiçbirinde halklar ne demokrasi ne özgürlükler ne temel dini ve folklorik uygulamaları hakkıyla yerine getirebildi. SSCB halkların kardeşliğini, self determinasyonu gözardı ederek Rus Çarlığı’nın sınırlarını genişletmek için kullandı.

Çin’den Vietnam’a kadar pek çok devlet kendi kaderini tayin etmekten söz açanlara bu imkanı vermedi. İçlerinde en mülayimi ve kırılganı olduğu rivayet edilen Yugoslavya bile kendi milletinden söz açanları Troçkist, küçük burjuva özlemcisi olarak nitelendirdi.

Son aylarda gerçekleşen patlamalar, bilhassa Ankara metrosu yakınındaki patlamayla birlikte Türkiye’de etnik ve mezhep temelli örgütlere, bu mücadelelerinde destek veren geniş bir siyasetçi ve okur yazar kesimi ortaya çıktı. İzmir’de bir Suriyeli çocuğun yere atılması olayında İzmirlilerin gösterdiği tepki açıkça bu yeni koalisyonun tabanının geniş olmadığını işaret etti. Fakat Ankara Kızılay patlamasından sonra “terörsevicilik”teki yüksek yoğunluklu ilgi, sempatizanlıktan taraftarlığa geçişi tetikledi. Öyle ki iktidar ve devlet karşısında “şiddet”i eleştiren hatta sıradan gündelik olaylardaki şiddet göstergelerini bile tarihsel varlığa bağlayan sol - liberal kesimler, Kızılay’daki gibi, emekli, öğrenci, esnaf gibi sıradan halkı hedef alan patlamayı alkışlayacak noktaya geldi. Hatta hedefin “halk” değil, “çevik kuvvet noktası” olduğunu tashih etmeye çalışan yayınların arka planında devleti, iktidarı yani gerici unsurları sıkıştırma bulunuyordu.

Uzun AK Parti iktidarı, çok farklı kesimlerin birbirleriyle ittifak yapmasına, bu ittifakları bozmasına, çarpraz ya da paralel bağlantılar kurmalarına neden oldu.

Kürtçülüğün 80 sonrasında örgütle birlikte varlığını daha da sıkılaştırması, sosyalistlerin 60’lardan farklı olarak siyasetlerini bu cenahta yapmalarına neden oldu. İktidara gelme özlemi sık sık Kemalistleri de Kürt milliyetçiliğinin içine attı. Örgütün Leninist ideoloji ve Stalinist “göz açtırmama doktrini”ni tavizsiz uygulaması, batıcı, mezhepçi, sosyalist çevreleri kendine çekti. Şu anda içerde ve dışarda Türkiye karşıtı tüm çevreler PKK etrafında toplanmış durumda.

Örgüt sadece Kürdistan değil aynı zamanda Kandil’deki elebaşlarının sık sık telaffuz ettiği gibi “AK Parti’siz ve Recep Tayyip Erdoğan’sız bir Türkiye” vaadinde bulunuyor. Erdoğan karşıtlığı “müzmin mağlupları” bir araya getirmeyi başardı. CHP’nin bile zaman zaman örgüte olan temayülü ulusalcı kanadı sıkıntıya soksa bile “dünya artık eski dünya” olmadığı için, Makyavelizmin tüm imkanları, amaca ulaştıracak araçların her türlü meşruiyeti sahih kabul edilmektedir.

Mesele sadece Erdoğan ya da AK Parti değil, Türkiye’de siyaseti domine eden dindar-milliyetçi-muhafazakar-İslamcı köklerin kesilmesi, “gerici unsurların temizlenmesi”dir.

İyicil kötülük, makul şiddet

 Ankara Kızılay’da “sokaktaki insanı” “en kalleş metot” ile öldüren terörle ilgili tartışmalar gündeme geldiğinde “tarafsız gözle bakma”yı savunan yine okur yazar, siyasetçi kesimden geniş bir insan topluluğu türedi. Sosyal medyanın verdiği imkanlara bağlı olarak “perdelenmemiş fikir”ler, Türkiye karşıtı cephenin sınırlarının nereye kadar uzanabileceğini gösterdi. Ankara Kızılay’daki masumların ölümlerini unutup kanlı fotoğrafları paylaşıp, yayın yasağına devleti hedef alarak bildik özgürlük, demokrasi kavramlarıyla muhalefet edenler batıdaki terör eylemlerine veryansın edip batıdan daha çok üzüldüler.

İstiklal’deki patlamaya yeri nedeniyle üzülen bu kesimlerin, bombacının IŞİD’ci çıkmasıyla sevinci gerçekten görülmeye değer! Mesele eylemlerin, öldürmelerin kendisinden çok faillere yönelmiş durumda.

Bize demokrasi diyenler, özgürlük talebinde bulunanlar, “iyicil kötülük”ü, “makul şiddet”i savunuyor. Evrensel insan hakları, halkların kardeşliği, hümanizm kokulu cümleler serdedenler, “saf kötülük”, “halisane şiddet” kavramındaki doğurgan özlemle yanıp tutuşuyor.

Sadece patlamalar üzerinden değil, bölgede yürütülen terörle mücadeleyi de eleştirip, örgütün fiillerini yine demokrasi ve özgürlük kavramları içine sıkıştıranlar, onlara bürokrasinin içinden de gelen “sert önlemler örgüte yarar” propagandasını yapanlar, bir an önce sürecin masayla noktalanmasını da talep ediyor. Dolayısıyla “muhatab almak meşrulaştırmaktır” şiarından hareket ederek geçmişteki muhataplıkların nasıl büyük bir hazırlığa dönüştüğünü unutturmak isteyen kesimler, PKK’nın “tavizsiz”liğini de gözlerden uzaklaştırmak istiyor. İdeolojik ve doktriner katılıktan hiçbir zaman sapmayan örgütün karşısında sürekli “çoğulculuk, çokkültürlülük” diyen muhatab kesim, sadece hendeklerin değil aynı zamanda Kızılay gibi patlamaların sorumluluğundan ilk kaçanlar arasında yer almaktadır.

Seküler güçler hesaplaşıyor

Sosyalist teorinin “önleyici şiddet” kavramı PKK üzerinden hayata geçtiği için bu koalisyon aynen devam ediyor. Cumhuriyet Mitingleri’nden beri süregelen özerk alanların hesaplaşma kaygısı, PKK’nın eylemleriyle çok daha somut çok daha sonuç alıcı noktalara vardı. Seküler kesimler, hesaplaşmasını tarz-ı hayat tartışmalarına değil artık çaresizlik içinde PKK’nın stratejisine bağlamış durumda. Bu nedenle Frankofon ve Anglo-Sakson tüm modeller, önleyici şiddetin “hırpalayıcı şiddet”e dönüşmesine ayrıca seviniyor. Mesele kimlik siyasetinin ötesine de geçti.

Sınıfsız bir toplum, sınıf siyaseti tartışmalarında küçük burjuva faaliyetlerini hatta etnik ve kültürel donelerle yoğrulmuş tavırları küçümseyip revizyonist olarak sunan sosyalizm ile klasik muhafazakarlık imgelerini bile “gericilik” diyerek yaftalayıp yok eden Kemalist usul “Türkiyesiz kimlik” konusunda ittifak yapmaya başladı. Artık başka bir dünya, başka bir hayat değil, Erdoğan ve AK Parti üzerinden kamudan dışlanmış dindar, vatanperver, muhafazakarların olduğu bir Türkiye özlemi açıkça dile getiriliyor.

Çatışma yalnızca Kürt milliyetçiliği ve PKK tezlerinde değil İslamsız bir Türkiye’nin varlığı kavgasında birleşiyor. Sosyalistleri, Kemalistleri, örgütçüleri ortak noktada birleştiren yegâne anlayış Türkiye’nin toprak bütünlüğünün dağılması üzerine gelişmiş görünüyor. Sol liberallerin orduyu yeniden göreve çağırması, “bölünme korkusu” karşısında Erdoğansız bir Türkiye’nin imkanları yavaş yavaş siyasetin ve zinde güçlerin önüne yerleştirilmeye başladı.

Devrimsiz isyan ruhu

Kademeli kıdemli sosyalist abilerin “sen devletsin o örgüt aynı şiddeti uygulayamazsın” kaideciliği İslamsız Batılılaşma ve mandacı siyasetçiliğin sonucu olarak “iyicil şiddet ve makul kötülük” üzerindeki hazzını da gösteriyor. “Düşük yoğunluklu savaşta” saflarını örgüt lehine kullananlar yıllarca sosyalizme racon koyamamanın ızdırabıyla ahir ömürlerini uzun dindar-milliyetçi-muhafazakar-İslamcı iktidarla tamamlama ezikliğini de taşıyor. Marksist ve materyalist eski tüfeklerin metafiziğe sığınarak “endişe” kavramının yeni sürümlerini, devletle örgütlerin aynı güçte olmadığı gibi harika buluşları dillendirmeleri Türkiye’nin mecrasını göstermesi bakımından önemlidir. Sol liberaller halkların kardeşliğini dünyanın Batılılaşması olarak algılayan Marks gibi Türkiye’nin İslamsızlaştırılması için her tutamağa yapışmaktadırlar. PKK onların son kozları “Devrimsiz isyan ruhunu” savunmaktan çekinmeyenler cuntacılıktan örgütçülüğe geçiş yaptılar. İslamsız Türkiye için önleyici şiddeti, düşük yoğunluklu savaşla karşılamaktan çekinmeyecekleri anlaşılıyor. Gezi’yi haysiyetle eşitleyenlerin onurlu hiçbir zaferleri olmadı, Türk milleti olarak onlardan beklentimiz haysiyetsiz mağlubiyetlerini mağrur bir keyfe dönüştürmeleridir.

[email protected]