Terör tehdidindeki artışın nedenleri

Faruk Önalan/ Yazar
26.12.2023

Ankara uluslararası hukuka uygun olarak adım atarken, karşı tarafta bir araya gelmesi düşünülemeyen ülkeleri aynı paydada görebilmektedir. Irak ya da Suriye'ye yapılan bir operasyonda ABD, İsrail ve İran'ın zaman zaman aynı çatı altında birleşip, benzer tepkiler verdikleri müşahede edilmektedir. Hal böyle iken Türkiye'nin çıkarlarının olduğu başka bölgelerde meydana gelen hadiseler, Irak'ın kuzeyi veya Suriye'nin kuzeyindeki hamlelerden bağımsız değildir.


Terör tehdidindeki artışın nedenleri

Türkiye, sınırlarının ötesinde terör koridoru oluşturulması projesine karşılık özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında daha etkin bir mücadeleye girmiştir. Böylece terör tehditlerinin kaynağında yok edilmesi stratejisi benimsenmiştir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı ve Pençe-Kilit harekatları bu doğrultuda icra edilmiştir.

Yapılan operasyonlar Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 51. Maddesi kapsamında yürütülmektedir. Söz konusu anlaşmanın meşru müdafaaya atıf yapan ilgili maddesi son derece sarihtir: "Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez."

Ankara uluslararası hukuka uygun olarak adım atarken, karşı tarafta bir araya gelmesi düşünülemeyen ülkeleri aynı paydada görebilmektedir. Irak ya da Suriye'ye yapılan bir operasyonda Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve İran'ın zaman zaman aynı çatı altında birleşip, benzer tepkiler verdikleri müşahede edilmektedir. Hal böyle iken Türkiye'nin çıkarlarının olduğu başka bölgelerde meydana gelen hadiseler, Irak'ın kuzeyi veya Suriye'nin kuzeyindeki hamlelerden bağımsız değildir. Misal olarak Gazze soykırımında Ankara'nın insani duruşu karşısında Tel-Aviv yönetiminin PKK'nın Suriye uzantısına açık destek verdiği sır değildir. Zira geçmiş dönemlerde de benzer durumlar yaşanmıştır. İsrail dış politikasına yön veren düşünce kuruluşlarından Bar-Ilan Üniversitesi'ne bağlı ve NATO Akdeniz Girişimi tarafından desteklenen (NATO adına özel araştırmalar yapmaktalar) Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA Center) yayınladığı son analizde açık bir tehdit dili kullanmıştır.

"İsrail, Erdoğan'ın düşmanlığının derecesini hafife almamalıdır. ... PKK'nın terör örgütü olarak tanımlandığı AB ve ABD'nin PKK "savaşçılarına" (!) Türkiye'nin Hamas savaşçılarına davrandığı gibi davranması halinde neler olacağını düşünmek ilginçtir. ... Türkiye İsrail karşıtı söyleminin bedelini ödemediği sürece bu söylem devam edecek."

Zamanlama manidar

Bu analizin PKK terör örgütünün Pence-Kilit Harekât bölgesine yaptığı saldırının hemen arkasından gelmesi son derece manidardır. Ayrıca detaylı bir şekilde irdelendiğinde ardı ardına gelen saldırıların istihbarat desteği olmadan yapılması imkansızdır.

Diğer yandan İran'ın, Suriye ve Irak'ta gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonlarından, Karabağ'daki durumdan hoşnut olduğu söylenemez. Zengezur koridorunun "bölgedeki ülkelerin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olduğu" bahanesiyle İran projeye karşı çıkmaktadır. Son terör saldırısının İran sınırına yakın bölgede gerçekleşmesi ayrıca üzerinde durulması bir noktadır. Bu bağlamda Kasım Süleymani'nin özellikle terör örgütü elebaşı Cemil Bayık ile yaptığı görüşmeler İran'ın PKK ile arasına mesafe koymadığının en açık göstergelerinden biridir.

Ve elbette ABD. Ankara Büyükelçiliğinin terör saldırısı sonrası yayınladığı şerhli taziye açıklaması kamuoyunda tepkilerin daha da artmasına neden olmuştur. ABD'nin Irak'ın kuzeyinden başlamak üzere Sincar Dağı bağlantılı Kamışlı'dan Akdeniz'e kadar uzanan bir terör koridorunu tesis etme planı sır değil. Türkiye bu projenin kalbine Zeytin Dalı Harekâtı ile hançeri saplayarak Afrin'i, PKK/SDG'den özgürleştirmiştir. Sık sık Sincar Dağı eteklerine yapılan SİHA operasyonları ile bu bölgenin ikinci Kandil olmasının önüne geçilmiştir. Ancak Beyaz Saray'ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk öncülüğünde Kürdistan Yurtseverler Birliği Genel Başkanı Bafel Talabani ve PKK/SDG'nin sözde başkomutanı Mazlum Abdi kod adlı Ferhat Abdi Şahin arasında diyalog ve iş birliği çalışmaları son aylarda hız kazanmıştır. Amaç ise açıktır: Suriye'nin kuzeyi (hatta doğusu) ile Irak'ın kuzeyini birleştirmek. Pençe-Kilit harekât bölgesine yönelik terör saldırısı sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Irak'ın kuzeyinde yer alan mağara, barınak ve sığınaklarla birlikte Suriye'nin kuzeyinde terör unsurlarının bulunduğu petrol tesisleri ve depoları imha ederek muhataplarına net bir mesaj vermiştir.

Bağdat'ın yetersizliği

Bağdat hükümeti PKK terör örgütünü ülke topraklarından çıkarmakta yetersiz -ya da isteksiz- kaldığı için Türkiye'nin Kuzey Irak'ta uzun yıllardan beri askeri üsleri bulunmaktadır. Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin'i ağırlamış, toplantıya Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Iraklı mevkidaşı Sabit Abbasi de katılmıştır. (MİT Başkanı İbrahim Kalın da toplantıya dahil olmuştur) Görüşme sonunda açıklanan ortak sonuç bildirisinde iki ülke arasındaki güvenlik iş birliği çerçevesinde PKK'nın oluşturduğu tehditlerin de ele alındığı vurgulanmıştır. Fakat bildirinin imzası kurumadan gerçekleşen terör saldırısı bir nevi Bağdat yönetiminin yetersizliğini ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda yürütülen Pençe harekatlarıyla askeri üs noktalarının artırılmasının en önemli nedenlerinden biri de bu durumdur. Geçmişte herhangi bir terör saldırısı karşılığında bölgedeki terör unsurlarına yönelik hedeflere havadan ve karadan operasyonlar yürütülür sonrasında birlikler sınırdaki üslerine geri dönerdi. Ancak son yıllarda (başta ABD'den olmak üzere verilen mühimmat desteği) terör tehdidi seviyesi artmış, terörü kaynağında kurutma kapsamında operasyon yapılan bölgelerde ekstra askeri noktalar oluşturulmuştur. Meşru müdafaa kapsamında Ankara'nın attığı söz konusu adımlar karşısında, binlerce kilometre öteden gelip terör örgütüne açık mühimmat desteği veren ve bölgeye konuşlanan ABD'nin" Irak/Suriye'nin egemenlik haklarına saygı duyulması" hatırlatması hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Son olarak tüm ülkeyi yasa boğan terör saldırının kınanmasına dair Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kaleme alınan ortak bildiriye DEM Parti yanında (HDP) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de şartlar öne sürerek imza atmamıştır. Gelen yüksek tepkiler karşısında kendi bildirisini yayınlayan CHP'nin yeni stratejisi kamuoyu tarafından kabul görmemiştir. Hatta CHP Elâzığ milletvekili Gürsel Erol ve önde gelen CHP'li siyasetçilerden Akif Hamzaçebi parti tutumuna açık muhalefet etmiş, ortak bildirinin imzalanması gerektiğini vurgulamıştır. Yerel seçim öncesi ittifak arayışındaki CHP'nin ortak bildiriye imzadan imtina etmesi ve bu noktada DEM Parti ile aynı paydada buluşması ile hasıl olan öfke, şehit cenazelerinde ortaya çıkmıştır. CHP'li isimlere yönelik tepkiler yanında gönderilen çelenkler de yerlere atılmıştır. Hiç şüphesiz oluşan bu öfke patlamasının, 31 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirilecek olan mahalli idareler seçim sonuçlarına yansıması şaşırtıcı olmayacaktır.

[email protected]