Terörsüz Türkiye yeni aşamaya geçerken

Dr. Yunus Şahbaz/ Kırıkkale Üniversitesi
25.11.2025

Bir yıllık süreçte de her yeni aşamaya geçişte krizler çıkacağı ve sürecin çökeceği beklentisi oluştu. Bu beklentilerin sonuncusu da Komisyon'un Abdullah Öcalan'la görüşmeye gidip gitmemesi tartışmalarıyla zuhur etti. En nihayetinde Komisyon oy çokluğuyla gidilmesi yönünde karar aldı. Biraz sancılı ve spekülatif söylemlere sahne olsa da bu görüşmeden sonra sürecin yeni bir aşamaya geçtiği görülüyor.


Terörsüz Türkiye yeni aşamaya geçerken

Dr. Yunus Şahbaz/ Kırıkkale Üniversitesi

Bir yılı aşkın süredir devam eden Terörsüz Türkiye sürecinde artık yeni bir aşamaya geçilmektedir. Meclis'teki komisyon çalışmalarını tamamlamak üzere. İmralı görüşmesinden sonra nihai raporun açıklanması bekleniyor. Bundan sonra da hukuki düzenlemeler gündeme gelecektir.

Bu türden uzun erimli ve hassas süreçleri yönetmek her zaman zordur. Nitekim bir yıllık süreçte de her yeni aşamaya geçişte krizler çıkacağı ve sürecin çökeceği beklentisi oluştu. Bu beklentilerin sonuncusu da Komisyon'un Abdullah Öcalan'la görüşmeye gidip gitmemesi tartışmalarıyla zuhur etti. En nihayetinde Komisyon oy çokluğuyla gidilmesi yönünde karar aldı. Biraz sancılı ve spekülatif söylemlere sahne olsa da bu görüşmeden sonra sürecin yeni bir aşamaya geçtiği görülüyor.

Fakat şurası açık bir şekilde görünmektedir; Tüm spekülasyonların ötesinde iktidar kanadı istikrarlı bir şekilde sürece sahip çıkıyor. Sürecin kamuoyuna mâl olmasında kilit isimlerden olan Devlet Bahçeli de sürecin her safhasında tavizsiz bir duruş ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her fırsatta Bahçeli'yle uyumlu bir şekilde süreci yönettiklerini ve atılan adımlardan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Kamuoyunda sessiz kaldığı şeklinde iddialara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan her kritik süreçte süreci destekleyen ve yeni gelişmelerin de olabileceğini haber veren söylemlerde bulundu. Dolayısıyla aslında o kadar sessiz değil süreç konusunda. Bahçeli ve iktidar kanadının bu kararlı duruşu örgütü de zaman zaman sürece bağlılığını teyit eden kararlar almaya itiyor. En son Türkiye'den ve Türkiye sınırlarından çekildiklerini açıklamaları bu teyitlerden biridir. Örgütün önümüzdeki günlerde benzer adımlar atması da kuvvetle muhtemel gelişmelerden biridir.

Süreç hızlı ilerliyor

Tüm bu tartışmaların ötesinde, aslında sürecin bir hayli hızlı ilerlediği de söylenebilir. Kolombiya ve Filipinler gibi benzer süreçleri 10-15 yılda çözmüş tecrübelere bakıldığı zaman Türkiye'deki sürecin kat ettiği mesafe daha iyi anlaşılabilir. Hızlı ilerlemesinin yanında, süreç içinde devlet kontrolü hiçbir zaman kaybetmedi. Bu önemli bir husus zira 2013-15 sürecinde özellikle devlet içindeki FETÖ ve benzeri yapılar zaman zaman süreci manipüle eden girişimlerde bulundular. Terörsüz Türkiye sürecinde ise, Öcalan'ın yaptığı açıklama ve çağrılar dahi devletin kontrolünde, güvenlik birimlerinin koordinasyonuyla ve devletin beklentilerini karşılayacak şekilde yapıldı. PKK'nın silah bırakma ve çekilme kararlarında da devlet birimleri süreci iyi koordine etti. Komisyonun İmralı'ya gitme iradesi de muhtemelen devletin bu sürece olan vukfuyetinin getirdiği güvenin bir sonucu olarak tecelli etti.

Diğer taraftan, atılan ve atılacak adımlarla beraber de sürecin tarafları bağlayıcılık düzeyi daha da artmaktadır. Diğer bir deyişle, İmralı görüşmeleri ve yapılması muhtemel hukuki düzenlemelerle beraber sürecin çökme senaryoları daha da zayıflamaktadır. Süreç hızla taraflar açısından geri dönülemez bir noktaya doğru gitmektedir. Hem PKK hem de iktidar kanadı için olası bir çöküş senaryosunun maliyeti de aynı nispette artmaktadır. Özellikle, devletin Öcalan'la doğrudan temas düzeyine işi vardırarak Öcalan üzerinden süreci devam ettirmesi, PKK'nın elini ve argümanlarını zayıflatmakta ve sürece bağlılığını artırmaktadır. Benzer şekilde, DEM parti kanadının mazeret olarak öne sürebileceği alanlar da hızla tükenmektedir. Devletin bu kararlı duruşunun karşılığında ise, PKK'nın ve tüm bileşenlerinin kendini feshetmesi istenmekte ve beklenmektedir.

Suriye düğümü

Bu noktada düğümün kilitlendiği yer ise hiç kuşkusuz Suriye'dir. Suriye'nin kuzeyi için PKK'nın ve diğer bileşenlerinin şu hakikati tüm açıklığıyla anlaması gerekmektedir; Suriye ve Orta Doğu bir yıl öncesindeki Suriye ve Orta Doğu değildir. Esad gittiği gibi bölgedeki en önemli dış güç olan ABD'de başkan değişmiş; bu değişiklik bölgeye dair farklı bir vizyonu da beraberinde getirmiştir. Artık yeni bir dönem ve yeni bir konsept vardır. Batılı güçlerin proksi örgütlerle bölgeyi dizayn etme stratejisi terk edilmektedir. Bu yeni konsepte direnmeye çalışan halihazırdaki tek devlet de İsrail. İsrail kendisine tehdit addettiği Hamas ve Hizbullah gibi örgütleri ortadan kaldırmaya çalışırken PKK'nın uzantılarına Suriye'de mevzi kazandırmaya çalışmaktadır. Enerjisini Ukrayna ve Çin gibi yerlere yoğunlaştırmak isteyen ABD ise şimdilik İsrail'in bu projesine karşı çıkıyor görünmektedir. Zaman zaman Trump aleyhine ABD kamuoyunu etkilemeye dönük sansasyonel haber ve iddialar bir anlamda Trump'a ABD içindeki İsrail lobisinin sopa gösterme çabaları olarak okunabilir. ABD elitleri ve Trump zaman içinde Suriye konusunda bir söylem değişikliğine gider mi ya da bu elitler Yahudi lobisinin baskısına boyun eğer mi, bu bilinmez. Ancak, şimdilik, ABD ile Türkiye Suriye'nin geleceği ve Kuzey Suriye'ye dair senaryolarda mutabakat içerisinde görünüyor.

Suriye'nin kuzeyi için olası bir anlaşmazlık durumunda, Türkiye'nin hem askerî hem de diplomatik olarak güçlü bir şekilde sahada olacağı ise kaçınılmaz bir durum. Türkiye'nin bunu yapabilecek güç ve kararlılığının olduğunun da muhatapları farkında görünmektedir. Dolayısıyla, uluslararası denge ve güç mücadelesinden kendilerine bir alan açma gayreti yerine, PKK'nın Suriye kolunun Türkiye'deki süreçte gösterilen kararlılıkla uyumlu bir yol haritası belirlemesi gerekmektedir.

En nihayetinde, önümüzde sadece ulusal sınırlar içinde sonuçları olan değil; bölge dinamiklerini değiştirmeye matuf bir süreç var. Sürece dair kamuoyu algısının hassasiyeti ve bu hassasiyetten kaynaklı tepkiler olağan karşılanmalı. Somut adımlar atılıp nihai manzara ortaya çıkıncaya kadar da bu tepkiler devam edecektir. Fakat sürecin de sonunda nihai bir çözüme ulaşılır ve Türkiye 40 yıllık bu prangadan kurtulursa o zaman tepkiler de yerini takdirlere bırakacaktır. Cesur, sonuç odaklı hamleleri hızla hayata geçirmek ve sürecin özellikle dış unsurlar tarafından manipüle edilmemesi için ön almak gerekir. Dolayısıyla içerde yürütülen görüşmelere, bölgesel ve küresel dinamikleri doğru okuyan stratejik bir aklın eşlik etmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar, bu işbirliği iyi koordine edildi; ancak atılacak adımlar ve bu adımların ortaya çıkaracağı hassasiyetlerle beraber daha incelikli yönetilmesi gereken bir dönemin bizi beklediğini söyleyebiliriz.