Terörü yaygınlaştıran ABD’nin politikasızlığı

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
14.05.2016

Arap Baharı başladığı günlerde bütün dünyada bir heyecan dalgası oluşmuştu. On yıllardır diktatör rejimler eliyle yönetilen fakir halklar mevcut duruma isyan edip daha iyi bir gelecek ve demokrasi içerisinde yaşama arzusu ile rejimlerini bir bir devirerek demokrasiye geçiyordu. Bu durum sadece Arap sokağını heyecanlandırmakla kalmadı, Batı ülkelerinde dahi kendilerini dışlanmış hisseden sistem dışı kalan ezilmişler için de ilham kaynağı oldu. Wall Street’de yapılan küreselleşme ve kapitalizm karşıtı gösteriler aynı tarihlerde gerçekleşiyordu.


Terörü yaygınlaştıran ABD’nin politikasızlığı

Soğuk Savaş sonrası ABD, yeni dünya düzeni tezini ortaya atarak dünyanın efendisinin kendisi olduğunu açık bir şekilde ilan etti. Bu yeni durum ABD’yi dünyanın kaderi ile alakalı kararlar alırken rakipsiz ve aynı zamanda sorgulanamaz hale getiriyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda kurulan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden şekillenen Birleşmiş Milletler,  bu dönemde doğrudan ABD’nin küresel politikalarının meşruiyet dayanağını oluşturan, ABD ve küresel çıkar şebekelerinin emrinde bir organa dönüştü. Ekonomik ve askeri açıdan, dünyanın tek süper gücü görünümündeki ABD’nin ilk imtihanı Afganistan’da ve Irak’ta olacaktı.

İlk imtihan

Afganistan ve ırak işgalinin soğuk savaş döneminde olduğu gibi  ‘’haklılık prensibine’’ dayanmadan yapılması, işgalin herhangi bir hukuki zemininin olmaması, savaş sonrası ABD politikalarında büyük travmalar oluşturmuştu. Savaşı yöneten Genel Kurmay Başkanı, sonrasında Dış İşleri Bakanı olan Colin Powell kimyasal silah yalanıyla dünya kamuoyunun ve Amerikalıların aldatıldığını ve ABD ordusunun Irak’a gönderildiğini itiraf etmek durumunda kaldı. Amerika birleşik devletleri için hem Afganistan hem Irak kısa sürede bir bataklığa dönüşmüş, işgal ve sonrasında ordunun verdiği kayıplar, sarfedilen milyarlarca dolar karşısında ekonomik bir fayda sağlanamadığı gibi Irak ve Afganistan’a istikrar da gelmemişti. Tunus, Mısır, Libya’dan sonra Suriye’de Esad rejimine karşı gösteriler başladığında Türkiye, mevcut rejimin durumunu muhafaza etmesi, bununla birlikte halkın taleplerini dikkate alarak kendisini dönüştürmesinden yana idi. ABD radikal bir şekilde Esad rejiminin değişmesinden yana tutum takındı; hatta Türkiye’nin fiili olarak bu sürece müdahil olmasını arzular bir tutum içine girdi. Başlangıçta Suriye konusunda Rusya’nın herhangi bir dahli yoktu. Uluslararası konjonktür Rusya’ya böyle bir imkan tanımıyordu. ABD’nin politikasızlığı belirginleştikçe İran’ın da teşviki ile günden güne Rusya Suriye üzerindeki nüfuzunu artırdı.

İran’ın bakışı

Suriye’de halk ayaklanması başladığında devletlerin iç savaş süreci hakkında bazı öngörüleri vardı. İran, Esad rejimine verdiği destek sayesinde Esad’ın altı ay içerisinde kendilerinin de terörist olarak tanımladığı muhalifleri yok edeceği düşüncesinde idi. İran bugün hala Suriye halkının kendisini terörist olarak görmektedir ve Rusya ile birlikte sivil kıyımlara devam etmektedir.  Buna karşın Türkiye ise üç ay içerisinde Esad rejiminin çökeceğini öngörmüştü. ABD’nin Suriye konusunda tutarlı bir politikası olmadığı için savaşın seyrine göre politika değiştirmiş, oyun kuruculuk iddiası zedelenmiş, müttefiklerinin, hatta ABD içindeki bazı kesimlerin anlamakta zorlandığı bir beceriksizlik sergilemiştir. Suriye halkının demokrasi talepleri flulaşmış, Suriye küresel aktörlerin çıkar savaşlarının alanı haline gelmiştir.

ABD’yi Suriye savaşında politikasızlığa iten sebepler.

l Arap Baharı ile geniş halk kitlelerinin ayaklanması sonrasında Mısır ve Tunus’ta gerçek anlamda halkı temsil eden İslamcı hareketlerin iş başına gelmesi,  Batı’yı yol ayrımına getirdi. Bugüne kadar olduğu gibi Batı yanlısı diktatör yönetimlerle mi çalışacaklar yoksa demokrasiden yana olan ve gerçek anlamda sokakta temsili olan dindar yönetimlerle mi çalışacaklar? İsarail’in güvenliği de düşünüldüğünde Batı; Suriye, Mısır, Tunus hatta Türkiye’yi de hesaba katarsak ülkelerin gerçek anlamda halk temsiline dayalı demokrasi ile yönetilmesinden yana tutum takınamadı. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi diktatörlerle çalışmayı yeğledi.

l Suriye halk ayaklanması başladığından beri İran ve Rusya’nın; “Esad giderse El Kaide ve radikal İslamcılar ülkeye hakim olur” tezini ABD bilerek ya da bilmeyerek yutmak zorunda kaldı. Sonrasında El Kaide korkusunun bölgedeki siyasi açığı ve ABD politikasızlığını gizlemeye yetmediği anlaşılınca DAEŞ diye bir heyula üretildi. Prodüksiyon ürünü belli kışkırtıcı eylemlerle dünyanın dikkati bir anda Esad’dan radikal İslam tehlikesine kaydırıldı. Bu durumda Esad tabi ki ehven-i şerdi.

l Tabiat boşluk kabul etmez. Ortada kaderine terk edilmiş bir halk, ve Suriye’deki sorunların baş müsebbibi bir rejim varken, aslında sorunun çözümü Suriye halkının taleplerine kulak vermekten geçtiği halde, uzun vadeli çıkarlarınızı hesaba katıp denge politikası güder, politikasızlığa koca bir ülkeyi teslim ederseniz, terör örgütlerinin kendilerine alan bulacağı bir ortamı da kendi ellerinizle oluşturursunuz. Suriye’de olan budur. ABD’nin tutumu sayesinde boşluğu önce terör örgütleri daha sonra güya terör örgütleriyle mücadele adına İran ve Rusya doldurmuştur. Bu aşamadan sonra ABD ve müttefikleri için Suriye’de ipler elden kaçırılmıştır. 

l Afganistan ve Irak işgallerinin ABD yönetimi ve halkı üzerinde yarattığı travmadan dolayı ABD’nin fiili müdahaleden kaçınması.

l ABD politik arenasında tartışılan bir konu da Obama’nın siyasetin gerçekliğinden kopuk romantizmidir. Başta başkanın Suriye başdanışmanı Philip Gordon (şimdi istifa etmiş durumda)olmak üzere Cumhuriyetçiler ve önemli Demokrat Partili siyaset yapıcıları Obama’nın Suriye politikalarını ağır bir şekilde eleştirmektedir.

Amerikan siyasetsizliği önce teröristlerin dünyayı tehdit edecek kadar büyümesine zemin hazırladı. Sonrasında Rusya’nın agresif bir şekilde sahaya inmesi ile NATO ve Batı ittifakının müttefikleri nezdinde bile sorgulanmasına yol açtı. Bu şartlar Batı blokunun temsilcisi ABD’yi bir terör örgütü olan PKK/PYD  ile ortak iş tutmaya kadar varan bir sakilliğe sürükledi. Bir yanda PKK, NATO müttefiki Türkiye’de her gün asker sivil demeden katliam yapıyor; çizginin öbür tarafında ABD, bu terör örgütüne eğitim, silah desteği sağlıyor. Bilindiği gibi PYD’yi sırf Türkiye’yi uğraştırması için İran ve Esad rejimi kurdurmuştu. Şimdi aynı terör örgütünü İran, Esad rejimi, Rusya ve ABD birlikte destekliyorlar. Suriye iç savaşında, ABD’nin  içine düştüğü durumu bundan daha iyi açıklayacak bir tablo yoktur.

DAEŞ heyulası

Ortadoğu’nun en azılı iki terör örgütü bugün Türkiye ile savaşıyor. Kurulduğu günden beri Esad rejimi ile savaşmayan; Suriye’de muhalifleri yok etmeye çalışan DAEŞ heyulasından İran, Irak’ta Sünnilerin elinden topraklarını almak  ve Irak ordusu ve bürokrasisinden Sünnileri temizlemek için istifade etmektedir. Amerika ise Suriye savaşındaki politikasızlığını örtmek için Cervantes’in Don Kişot’u gibi yel değirmenlerine savaş açmış durumda ve bütün dünyayı bu canavarı durdurmak için bir araya getirdiği yetmezmiş gibi PKK terör örgütünü de bu amaç için yedeğine almıştır. Afganistan savaşından edindiğimiz bir tecrübe var: İslam adına mücadele ettiğini iddia eden bir örgüte dünyanın dört bir yanından savaşmak için insanlar geliyorsa,  büyük devletlerin istihbarat örgütleri bu işin içindedir. ABD’nin Irak işgalinin El Kaide’nin ve Şii milislerin Irak’ta oluşturduğu travma, DAEŞ benzeri onlarca örgütün kurulmasına zemin hazırlamıştır.  Fakat DAEŞ’i “kafası atmış” atarlı Sünniler tezi tanımlamaya yetmiyor. DAEŞ’in Kobani eylemi Türkiye’yi sabote etmeye dönük bir eylemdi. Şimdi doğrudan Türkiye’yi tehdit ediyor. PKK ise kendisine bizzat ABD tarafından açılan alanda, sınır ötesinden terörist göndererek Türkiye şehir savaşları başlatabiliyor.

İsrail’e karşı tek söz söylemeyen DAEŞ’in İslam dünyasında İslam’ı terörle özdeş göstermesinin ötesinde amaçlarının olduğunu görmek gerekir. Devletler gerçekçi politikalar üretmezlerse bu açığı terör örgütleri doldurur. Suriye halk ayaklanması dünya sisteminin çöktüğünü, BM’nin işlevsiz bir yapı haline geldiğini ve ABD politikasızlığını DAEŞ’in dahi örtemeyeceğini göstermiştir. Bugün itibari ile Esad rejimi İran ve Rusya’nın desteği ile 400 bin Suriyeli sivili öldürmüştür ve öldürmeye devam etmektedir.

[email protected]