Terörün siyasi çözümü [var mı?]

Ercan Yıldırım / Yazar
16.07.2016

Hobbes ve devlet eleştirisini merkeze oturtan, “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” ilkesi çerçevesinde Türk siyasi birikimini yerden yere vuranlar devlet ve ulus inşa etmenin gayretkeşliği içindeler. Kürt milliyetçiliğinin meşruiyet sahasını devletin saf eleştirisi oluşturmaz. Tam tersine “devletsizlik” ukdesinin tatmini için devlet örgütlenmesi adeta “Kızıl Elma” olarak görülür.


Terörün siyasi çözümü [var mı?]

2015 yılında yapılan seçimler, terör örgütünün saldırıya geçişi, Çözüm Süreci’nin akıbeti Kürt meselesinin ve terörün siyasi yönden çözülüp çözülmeyeceği konusunda kesin kanaatler bildiriyor. Meselenin siyasi bakımdan halledilmesi bildik aktörlerin tezlerini savunmalarının ötesinde, Türkiye’nin siyasi yapısının değişimine, dönüşümüne bağlanmış durumda. Kürt milliyetçiliğinin bölgedeki sorunu ne derece siyaset vasıtasıyla selamete eriştirmek istediği kestirilemiyor. HDP ile bağlantılı olsun ya da olmasın, Kürt milliyetçiliğinin talepleri, siyasi kanallarının ötesindeki aktörlere de havale edilecek denli çok boyutlu hususlar taşıyor.

Siyasette “temsil makamı”nı yeterli görmeyenler, siyasetin belirlediği alanın ötesine geçecek gayri nizami unsurların, silahlı güçlerin halledebileceği ciddi değişiklikler talep ediyor. Müzakere, oturup konuşma, fikirleri çarpıştırma gibi usullerin hiçbiri bu saatten sonra siyasi sahayı işgal edemez. Zira sadece güvenlik nedeniyle değil aynı zamanda Kürt milliyetçiliğinin siyaseti “topyekûn savaşımın bir parçası” olarak görmesi 7 Haziran öncesi bilindik siyasetin, siyaset araçlarının ve imkanlarının büyük oranda ortadan kalkması, kafalardaki siyasi çözümü kendiliğinden tüketiyor. 

Tek devlet çok ulus

Kürt milliyetçiliğinin genel olarak taleplerini dört başlık altında toplamak mümkün. Siyasi temsil, farklılıkların kabulü, dilin resmileştirilmesi ve kendi kendini yönetme hakkı, kaba çizgileriyle Kürt milliyetçiliğinin mücadele sahasındaki iddialarını oluşturuyor.

Siyasi çözüm arayışındaki taraflar ilk iki maddenin, siyasi temsil ve farklılıkların kabulü konularının dozajı değişkenlik gösterse de Demokratikleşme Paketi ile zaten sağlandığı kanaatindeyken resim dil ve kendi kendini yönetme hakkı yani demokratik özerklik, özyönetim ya da federasyon gibi başlıkların kesin bir sonuca bağlanamayacağı konusunda hemfikir. Bununla bağlantılı olarak anayasada “yurttaşlık” kavramında da değişikliklerin yapılması gerektiği, “tek tip” yurttaş tanımı yerine “eşitlik” ilkesi altında “Kürt ulusu”nun daha da eşit hale getirilmesi, Kürtlerin ayrı bir yurttaş kategorisinde değerlendirilmesi talep edilmektedir. Farklı yurttaşlık algısı, Türkiye’de farklı kültürel veya etnik grupların ötesinde “ulus”ların oluşmasını sağlayacak yeni bir devlet yapılanması manasına da gelir. Dolayısıyla “tek devlet çok ulus” modelinin toprak bütünlüğünün korunmasına katkısı olmayacağı gibi ulusların çatışmasını da beraberinde getirir.

Üzerinde sıkça durulan eşitlik teması sadece ulusların ve etnik kimliklerin aynı düzeyde temsilini değil, egemenlik iddiasının el değiştirmesini en iyi ihtimalle bölüşülmesinden doğan kaosu ifade eder.

Sovyet ruhunu çağırmak

Siyasi temsil artık Kürt milliyetçiliğini tatmin etmiyor; küresel güçlerin desteğini kazanmanın verdiği pervasızlık “azınlığın çoğunluğa” iktidar uygulaması gibi fantastik ve fantezi ürünü tahayyülleri beraberinde getiriyor. Dolayısıyla meselenin siyasi kanaldan halledilmesi, taleplerden çok psikolojiye bağlı güç kirlenmesi ve sarhoşluğunun boyutlarıyla ilgili.

“Kürt ulusu yaratma” girişiminin toprak kazanmaktan daha önemli olması, demokratik özerklik çabasının en önemli nedenidir. Türkiye toprakları içinde önceliğin “ulus bilinci” edinmeye münhasır kılındığı düşünülürse, bağımsızlık taraftarlarının söylemlerinden ziyade HDP özelindeki siyasi mücadelenin daha kullanışlı olduğunu görmek yerinde olur. HDP ve örgüt çizgisinin bağımsızlık için mücadele etmekten ziyade “Türk devletinin işine yarayan” özerkliği öne çekmesi kuşkusuz ulus bilinci kazanmış bir kitlenin çok daha büyük siyasi angajmanlara girebilmesinin önünü açacaktır. Bu bakımdan dört farklı devletteki etnik dağılımın toparlanmasından ziyade siyasi birikimi, çeşitliliği, tecrübesi, potansiyeli yüksek olan Türkiye’deki yapının güçlendirilmesi daha gerçekçi görülmektedir.

Kürt milliyetçiliğinin eleştiri noktaları ve diliyle sosyalist jargon bir biçimde kesişmekte, örtüşmektedir.

Hobbes ve devlet eleştirisini merkeze oturtan, “ya devlet başa ya kuzgun leşe” ilkesi çerçevesinde Türk siyasi birikimini yerden yere vuranlar devlet ve ulus inşa etmenin gayretkeşliği içindeler. Kürt milliyetçiliğinin meşruiyet sahasını devletin saf eleştirisi oluşturmaz tam tersine “devletsizlik” ukdesinin tatmini için devlet örgütlenmesi adeta “Kızıl Elma” olarak görülür. Bu bakımdan Rojava artık “denenmeden geçilmemesi gereken” bir tecrübedir. Sovyetik Kürt milliyetçiliğinin Rojava’da uygulamaya çalıştığı model, sosyalizmin yitik umudunu tekrar yeşertme şanslarından biri gibi algılanıyor.

“Dünya sosyalistlerinin yeni Sovyetleri” Rojava sadece bölge dizaynında bir nirengi olarak düşünülmüyor adeta laboratuar gibi tasarlanarak sosyalist ufka katkı sağlıyor. Halk meclisleri, karar aşamasında kadın varlığının yüzde 40’ı bulma zorunluluğu, kooperatifler, kendi kendine yetebilme, devlet ve küresel güçlerin değil komünlerin belirlediği ihtiyaçlara göre yaşama, “şimdilik” sanayisiz ve proleteryasız varolma gibi idealler aynen DAEŞ’in kurduğu kendi devlet anlayışına benzer yapı Kürt milliyetçiliğinin, onu itekleyen sosyalizmin yani “öykünen güçler”in ütopyası haline geliyor. Bu bakımdan ayrı bir devletten ziyade “Türklerin kanatları altında” bir “demokratik özerklik” ile ayrı hayat fikri şimdilik Kürt milliyetçiliğinin en büyük idealini oluşturuyor.

Türklerin hâmiliğinde ama Türkleri işlerine karıştırmayan özerklik fikri, ulus kimliğine dayalı yurttaşlık tasarısı, terörün siyasi çözümünü isteyenlerin iki temel talebi. Siyasetin ve millet varlığının bunu “makul” kabul etmeyeceği şimdiden belli.

Sömürü tezlerinin gölgesinde

Siyasi çözüm arayışını dile getirenlerin ideolojik dayanaklarını İsmail Beşikçi’nin sömürü söylemi oluşturur. Türklerin sadece Cumhuriyet boyunca değil Osmanlı dahil asırlarca bölgeyi sömürdüğü fikri, emperyalist tezler siyasi arayışları kilitleyecek önyargılar barındırır. Kürt milliyetçiliğinin özerk ya da bağımsız yapı tesisi girişimleri kendilerini “azınlık” olarak göstermesiyle de gerçekleşiyor.

Kürt milliyetçiliği kendini ayırarak, ötekileştirerek konuşurken kardeşlik ve birlik vurgusu hatta İstiklal Harbi sonrasındaki kurucu unsur nitelemesi HDP dışı siyasetin tamamından, millet varlığından rahatlıkla sadır olur. Siyasi egemenliği Türklerin paylaşmadığı iddiası bu bakımdan temsil edilmeyi değil ayrı bir ulus kimliğiyle “baskı gücü”, “azınlığın çoğunluğa tahakkümü” hedeflerini de içeriyor. Toplumsal barış, ötekilik gibi kavramlar milliyetçilerin kendilerini dışta tutmalarının bir gerekçesi aynı zamanda. Toplumsal barış ve huzur kavramları karşısında “Benden ne gidecek”, “Türkiye için mi kendim için mi” sorularını kafasından çıkaramayanlar yeri geldiğinde “Türkiye için değer mi” sorusunu sormaktan vazgeçmez.

HDP’yi devletin, terörün siyasi ayağını yok edecek güç, bağımsızlık fikrindekilerin Türk varlığını güçlendiren aktör olarak görmeleri arasında çok geniş bir aralık hatta kararsızlık bulunur. Egemen güçlerden önce Suriye, Irak ve İran’ı da içine alacak siyasi bir girişimle meseleyi kökten çözme görüşü de alternatifleri çoğaltır. Bu siyasi çeşitliliğe bağlı olarak 7 Haziran sonrasında savaşan PKK’ya ve arkasındaki güçlere karşı bölge insanını caydırma girişimleri komple mücadelenin bir parçasıdır. Kürt milliyetçiliği, siyasi çözüm arayışında olduğunu iddia eden her kesimden aydın, bir büyük çelişkiyi büyüterek yeni tür kolonyalizmi semirtmektedir. Bağımsızlık ya da özerklik fikrini Beşikçi’nin sömürge söylemine dayandıran Kürt milliyetçiliği kolonyal etkilerden uzaklaşmak için çabaladığını anlatırken ABD’nin kanatları altında savaşmayı, ABD’den başka gücün bulunmadığı gerekçesiyle teolojinin konusu haline getirmektedir.

Emperyalizmin Türk sorunu

Kürt ulusçuluğu dünya sisteminin kanatları altında antiemperyalizm ve antikapitalizm yaparken, Rojava’da yine ABD’nin gözetiminde yeni Sovyetik deneyim yaşıyor. Kürt milliyetçiliği emperyalist bir dille meselenin çözümünü arıyor. De Gaulle’ün Alman sorununu evrenin merkezi gören yaklaşımı gibi Kürt ulusçuları da büyük paylaşımın öznesi oldukları zehabını büyütüyor. Haliyle ortada bir “Türk sorunu” olduğunu iddia ediyorlar.

90’ların sol - liberal jargonundan beslenerek “milli varlığı” tehdit gören, bin yıllık millet varlığını ortadan kaldırmak isteyen kesimler, meydana Kürt ulusçuluğunu sürüyor. Kürt ulusçular, sol - liberaller gibi milletin devleti destekleyen, kendi benlikleriyle devleti özdeşleştiren “milli bilinç, milli gurur, milli kimlik” gibi kavramları kullanan, resmi tarihten Osmanlı ve öncesi köklerinden soyutlanmamayı başaran, toprağı ve devleti otantik sahip gören, kültürel ve siyasal üstünlüğe ve milleti hakime algısından vazgeçmeyen yapısına hücum eder. Sosyalistler gibi linç kültürü söylemiyle Türkiye’yi uluslararası planda linç etmeye çalışırlar.

“HDP değil Türkler Türkiyelileşsin” söylemi bu topraklar üzerindeki kadim emperyalist ithamların ve amacın bileşkesi gibidir. Dünya sistemi de Kürt ulusçuluğu da tarih boyunca millet olmayı başaramamış etnik unsurların demokratik özerklik gibi, bağımsızlık gibi taleplerin arkasını getiremeyeceğini kestirebiliyor, asıl amaç ise, milleti millet yapan değerlerin, müşterekliğin, ruh bütünlüğünün çözülmesi, ontolojik olarak Türk milletinin yok olmasıdır.

[email protected]