Time'ın ‘güçlü adam’ dediği bizim ‘kahraman’ dediğimiz değildir

Dr. Celal Fedai / Şair - Yazar
12.05.2018

Gandi’nin Bagavad Gita’da yaptığı gibi kendi kahramanlarımızı yorumlayan gayretlere ihtiyaç var. Karikatürize etmeden, ticarileştirmeden, en yüksek perdeden… Time’ın ne dediği mühim değil ama aksi halde bu koca millet, karikatür tiplerle yönetilmeye mahkûm kalacaktır.


Time'ın ‘güçlü adam’ dediği bizim  ‘kahraman’ dediğimiz değildir

Geçtiğimiz hafta Time dergisinin kapağa taşıdığı Ian Bremmer imzalı yazı, günümüz dünya siyasetinin kavranması açısından oldukça mühimdi. Bremmer, küresel siyasetin “güçlü adam” olarak nitelediği liderleri, tek tek sıralıyor. Kapakta Erdoğan, Putin, Duerte ve Viktor Orban’ın fotoğrafları var. Yazının içeriğindeyse küresel siyaset için tehlike arz eden başka isimler de yer alıyor. Tahmin edilebileceği gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, Batı’nın ezberini tekrarlıyor: 2003’te laik seçkinlere meydan okuyarak iktidara geldi. 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra hukuku askıya aldı. Binlerce gazeteciyi hapse attı… Batılılar kamuoylarının kavrayış düzeylerinin düşük olduğunu bildikleri için basit suçlamaları tekrar edip dururlar. “Kabak tadı vermek” deyimi onlarda yoktur.

Bremmer, dünyada siyasetin “güçlü adam”lar döneminde olduğunu vurgulamakla kuşkusuz bir keşif yapmıyor. Yüzeyde yer alan bu görüntü-nün tarihî arka planını ve vakıanın geleceğini de yorumlamıyor. Ama Türkiye’nin bugünkü dünya siyasetindeki durumunu anlamayanların gözüne bir gerçeği sokuyor: Dünyada “güçlü adam”lar dönemi yaşanırken Türkiye’de bazıları, siyasetçilerimize kahraman olarak bakmadığı gibi bu gerçeği kavrayıp “güçlü adam” gözüyle de bakmıyor. Aksine onlara Batı öyle dediği için “diktatör” diyor. Türkiye’de siyasetten sanata kadar her alanda temel sorun, tarihimizin içinden gelen ideallere sahip olmayan bu hedonist zümre. Bremmer görüşleriyle Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişinin ne kadar yerinde olduğunu doğrulamış oluyor esasen. Bunu, bu zümreye anlatmak da imkânsız. Fakat üzerinde durmak istediğim meseleler bunlar değil. Peki, derginin siyasette “güçlü adamların yükselişi” başlığıyla ifade edip sunduğu durum, ne anlama geliyor?

Tarihi bir çatışma alanı

“Kahramanlık” söz konusu olduğunda Türkiye’de erkeklerin de kadınların da kahramanı Hz. Ömer’dir, Hz. Ali’dir. Türk siyasetçisi de “Türk devlet idesi”nin içinde kendini kaçınılmaz olarak bulur. Bundan kaçanlar bile dünya siyaseti içinde Türk olmanın manasını gün gelir tecrübe ederler. Bizim açımızdan “güçlü adam” tanımı da “diktatör” kadar anlamsızdır. Bu nedenle Türk dilinde Nietzsche’nin “will to power” olarak nitelediği şey, ilk tercüme edildiğinde, “kuvvet iradesi” olarak algılandı. “Güç istenci”nin, Türklerin ne devlet idesinde ne de toplumsal hayatında bir karşılığı vardı çünkü. Maalesef modern, postmodern dönemler boyunca bu mühim vasfımız oldukça yara aldı. Ama artık o yaranın sağaltılmasının bizim için saati geldi. “Kahraman” imgesini yok eden postmodern anlatıların niyetini sanırım gösterebilmiş olduk. Milletimiz askere yolladığı neferinden kahramanlık beklediği gibi siyaset adamından da kahramanlık bekliyor. Siyaset adamı, bunun farkında olmalı... Bu itibarla “kahraman imgesi”nin Batı’da ve bizdeki sergüzeştini gözden geçirmekte fayda var.

Evet, gerçekten de dünyada siyaset yapma biçimi değişme süreci içinde. Sürecin sonu nereye varır, henüz kestirmek zor olabilir ama bunun güçlü ipuçları da yok değil. Bu bakımdan yazımızın başlığını ‘Amerikan Savaş Makinesine Karşı İslâm’ın Kahraman İmgesi” olarak seçseydik, okuyanlar katında bu başlık epeyce kışkırtıcı olurdu kuşkusuz. Hem okuyanlar hem de düşünenler katındaki karşılığı ise, ‘Amerikan Savaş Makinesine Karşı Rusya’nın Kahraman İmgesi’ni akla getirerek, Recep Tayyip Erdoğan ve Putin üzerine odaklanan çağrışımlar yapmak şeklinde tezahür ederdi. Öyle görünüyor ki Rusya’da halkın ekseriyeti Putin’i, Amerikan siyasî hegemonyasına karşı bir “Rus Kahramanı” olarak görüyor. Gerçekten de bugünkü Rusya, SSCB’nin olduğu kadar Çarlık Rusya’sının da varisi olduğunun idrakiyle hareket ediyor. Yüzyılda üç rejim değiştiren Rusya, bu rejimlerin hiçbirinde de Rusluğun tarihî rolünden vazgeçmedi. Rusya, Suriye’de, İran ile birlik içinde hareket edip Esed’i destekleyerek nice cana mal oldu. Bu nedenle bizim kahraman algımız açısından hiç de masum durmuyor elbette. Çarlık ve SSCB yıllarını saymıyorum bile. Fakat beğenelim ya da eleştirelim, Rus halkı nazarında vakıa bundan ibaret. Putin, kendini ‘suçlu, kurtarıcı, kurban’ döngüsünde gören Rus entelijansiyasının günümüzdeki siyasî yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Benzer şekilde bugün Türkiye’de Erdoğan’a yöneltilen ilgide, onun bir ‘İslam kahramanı’ olduğuna dair bir görüntü var. Sadece Türkiye’de değil neredeyse tüm İslam dünyasında, halklar katında ona yöneltilen ilgi bu yönde. Erdoğan, Bosna’dan Arakan’a kadar İslam coğrafyasını bütünüyle tarassut edebiliyor. Malum olduğu üzere bu iki lidere karşı yürütülen propagandanın ortak yanı, onların bir ‘diktatör’ oldukları şeklinde. ABD merkezli yürütülen propagandaların Rus ve Türk ‘kahraman’ tipinin yansımalarını gördüğü kişileri ‘diktatör’ olarak adlandırması son derece iyi kurgulanmış. Çünkü sadece siyasette değil hayatın her alanında “kahraman tipi”nin Türk ve Rus halkları üzerinde yeri ve tesiri çok büyük. ABD başta olmak üzere Avrupa’nın artık algılayamayacağı bir tip ‘kahraman’. İçinden Hitler’i, Mussolini’yi, Franco’yu, Stalin’i çıkaran Avrupa ile devlet olarak bizatihi kendisi bu kişiliklere benzer hale gelmiş ABD’nin, kendinden aşkın değerler için mücadele eden kahraman tipini benimsemesi mümkün olmasa da Ian Bremmer’in yazısından da görülebileceği üzere, bunları gayet iyi etüt ettiği muhakkak. Şu durumda İslam’ın siyasetteki kahraman algısı ile içlerinden hem kendi halklarına hem de başka halklara diktatörler çıkaran ABD’den Rusya’ya tüm Batılı dünyanın kahraman algısını karşılaştırmak kaçınılmaz olacaktır. Tarihî bir çatışma alanı var burada…

Kahramanı öldürdük

Postmodern popülizm ideolojisinin siyasî tüm argümantasyonlarını –ki bunun edebiyattan gündelik hayata dek pek çok yönü söz konusudur- bünyesinde barındıran bir Truva atı olarak küreselleşme, son derece kritik bir yaklaşım sergileyerek, Müslüman toplumların entelektüellerine, akade-misyenlerine, şairlerine, sanatçılarına ve tabii siyaset adamlarına şunu söyledi: “Dünyanın küresel bir köy haline geldiği bu zamanda Kahraman artık ölmüştür.” Nietzsche’nin Batılı toplumların düştüğü anarşist, nihilist süreçlerin doğal neticesi olarak Tanrı öldükten sonra söylediği “Tanrı öldü” sözünden farklı olarak bu söz, olanın değil olması umulanın bir ifadesidir. Bir temenninin ötesine geçmiş siyasî kurgudur. Maalesef postmodern siyaset kuramının küreselleşmeyle paralel işleyen siyasetine kapılan Müslüman toplumlar, edebiyatlarından, düşünce dünyalarından, hayatlarından hatta imgelemlerinden bile kahraman tipini kovmuşlardır. Fark etmemişlerdir ki kahraman imgesinin ölümü, Hz. Ömer’den N. Fazıl’a, Cevdet Paşa’ya kadar İslam maneviyatından doğan tüm uluların da geleneğin de ölümüdür. Akıllarındaki ‘ide’lerin kaybolmasıdır. Tarihî kaderden kopmadır. Müs-lüman toplumlar, postmodern siyaset kuramının pratiği demek olan küreselleşmenin kendilerine ‘çok kültürlülük’ tezi içinde alan açmasından, içlerin-deki kahraman çoktan öldüğü için, mutlu olmuşlardır. 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’nin ‘mozaik’ olduğu tezi ileri sürüldüğünde, buradaki sinsiliği fark edemeyip tezin savunucusu olanlar, aynı tezi ABD için ileri sürenlere karşı S. Huntington’un karşı yaklaşımını, bugün bile anlamaktan uzaktırlar. Huntington, tıpkı Fukuyama, Brzezinski gibi ABD’nin postmodern dönem siyasetini kurgulayan profesyonlerinden biri olarak, İslam’ın devlet adamı tipinin ortada olmadığı bir zamanda borusunu öttüren tipik bir Odiseus’tur. Aklı her türlü hinliğe yatkındır. ABD’nin dış siyaseti, Müslüman ülke topraklarında ‘banker kaçtı’ oynayan bu tür Akhilleus’larla doludur. Türklerin temsil ettiği İslam dünyasında bu tipin karşısında ‘çehar-ı yâr-ı güzin’den ilhamla şekillenen Deli Dumrul tipi kahraman vardır. Bugün maalesef ahmakça yorumlarla karikatürize edilen ‘Deli Dumrul tipi’, Batı’da Faust tipi doğuncaya kadar Türk-İslam dünyasına her alanda galibiyetler taşıyan tiptir. Ebeveyni kendi canına karşılık can vermeyince hanımından can isteyeceğini sandığımız sırada onunla helalleşen ve ölümünün ardından ona bir yiğitle evlenmesini öğütleyen Deli Dumrul’a, en az onun kadar ‘deli’ olan karısının sözü şu olur: “Senden başka bir yiğidi koynuma alırsam beni sokan ala yılan olsun.” Bu karı kocaya, bırakın canla-rını almayı 140 yıl daha ömür veren görklü Tanrı’nın hikmetinden çok uzakta olduğumuz için, kahramanlarımızı öldürmediğimiz zamanlarda onları karikatürize etmekten yana olduk. Oysa ABD merkezli siyasetin kendi saplantılılarının oyunlarına milyonlarca insanının canını katan profesyonel siyaset canileriyle mücadele edecek yegâne kişilik, andığım kavrayışa sahip devlet adamlarıdır. Türkiye’de siyaset, yıllarca, bu tipler ortadan kaldırıldığı için kendilerini Kissenger, Fukuyama, Huntington’un çömezi olmayı lütuf sayanlar eliyle yürütüldü maalesef.

Siyasette kahraman imgesinin geri döndüğü söylenebilir mi? Batı’da kahraman imgesinin tarihte ifa ettiği vazifeye gerçek anlamda ilk dikkat çeken kişi Thomas Carlyle’dı. 1840’da Londra’da kalabalık, seçkin bir dinleyici kitlesine “Kahramanlara, Kahramanlara Tapınmaya ve Tarihte Kahramanca Olana İlişkin” başlıklı altı konferans veren Carlyle, ‘kahraman ve kahramanlık’ olarak adlandırdığı olgunun, üstünden 150 yıl geçtikten sonra, Batı’da Hitler adında somutlaşan tipleri doğuracağını öngörmemişti elbette. Onun kahramanlardan anladığı şey, dünyanın varlığındaki ilahî özü sezebilmiş, sezdiği şeyin ateşiyle yaşadığı zamandaki tüm sahteliklere, şarlatanlara karşı samimiyetle savaş açmış, yürekleri sevgi ile dolu gerçek kahramanlardı.

Şerri hayırla gizlemek

Bu nedenle Carlyle, konferanslarının ikincisinde Peygamber Efendimize de uzunca bir yer ayırır. Onun kahraman kavramsallaştırması, Gandi’nin enfes bir yorumla günümüz algısına taşıdığı Bagavad Gita’da da bulunabilir. Destanının kahramanı Arcuna, kendisi gibi gördüğü, dostu saydığı insanları savaş meydanında karşısında görünce büyük sarsıntı geçirir. Elindeki kılıç düşer. Savaşmak istemez. Oysa kendi gibi bildiği ‘kahramanlar’, tıpkı günümüzün Türkiye’sinde görüldüğü gibi, küresel savaş makinesinin birer parçası haline gelmiş olanlar gibidir. Gandi, bu durumu Hindistan tarihi üzerinden şöyle yorumlar: “Bu dünyada şer, yapacaklarını ancak bir miktar hayırla ittifak yaptığında gerçekleştirebilir. [İngilizlerle] işbirliği yapılmasının arkasındaki prensip buydu işte. Zira [İngiliz koloni] hükümetinin temsil ettiği ve şerre hizmet eden sistem, sırf hayat sahibi olanlardan aldığı destek sayesinde ayakta kalmış olup o desteğin çekilmesi halinde yaşamını sürdüremez.” Bugün Türkiye’yi kuşatmak isteyen şerrin yaptığı da budur: Bir miktar hayırla şerliğini gizlemek ve bu sayede Türkiye’yi, “Büyük Türkiye” gayretinden geri koymak.

Bu dünyada şerrin yapacaklarını bir miktar hayırla ittifak ile başarabileceği gerçeği, Türkiye’nin sadece siyasette değil her alanda, kahraman tipini hayat sahnesine geri çağırmasıyla engellenebilir görünüyor. “Kahraman idesi”nin tahayyül dünyamızda canlanıp sahne almasıyla şer, kolayca at oynatamayacağı gibi “bir miktar hayırla” bile ittifak yapamayacaktır. Yapsa da bu etkisiz kalacaktır.  Kuşkusuz bu tipin her farklı alandaki örneği, Batılılarca görmezden gelindiği kadar görmezden gelinecek, gelinemez hale ulaşıldığındaysa “diktatör” olarak adlandırılacaktır. Zira Batı’nın, Carlyle’nın “kahraman” ve “kahramanlara tapınma” olarak adlandırdığı şeyden çıkardığı şey, kendi sapkın tarihinin psikopatlarıdır.

Türkiye, kahramanlarıyla hayat bulan bir milletin adı haline gelemediği takdirde postmodern popülizm ideolojisinin küreselleşme adıyla sevimli hale getirdiği kendisine ait olmayan kahramanlara tapınarak yaşamak durumunda kalacaktır. Bu noktada Gandi’nin Bagavad Gita’da yaptığı gibi kendi kahramanlarımızı yorumlayan gayretlere ihtiyaç var. Karikatürize etmeden, ticarileştirmeden, en yüksek perdeden… Time’ın ne dediği mühim değil ama aksi halde bu koca millet, karikatür tiplerle yönetilmeye mahkûm kalacaktır. 

@CelaliFedai