Tolstoy Maradona sevilir gibi sevilmez

Mustafa Çiftçi / Yazar
25.12.2020

Edebiyatın “ölü sanat” olduğunu öne sürenler derler ki kimse kimseyi okumuyor. Bu ülkede üç bin şair varken, şiir kitapları bin tane bile satmaz. “Şairler bile şiir okumuyor” demeye getirirler. Biz de onların bu tespitine bu yazıyla bir katkı sağladık. “Şiir okumayan şairler olduğu gibi yazar hayranıyım diyerek tembelliğine yazarı bahane gösterenler de var” demek istedik.


Tolstoy Maradona sevilir gibi sevilmez

Bazı okurlar bir yazarı kendine siper ederler. Mesela; “Tolstoy okurum başkaca yazar tanımam” diyen biri çok büyük ihtimalle tembelliğini Tolstoy ile kapatmaktadır. “Nasıl yani?” derseniz; Tolstoy’un eser sayısı bellidir. Dön dolaş aynı eserleri mi okuyorsun? Veya Tosltoy’da ne buldun ki bırakmıyorsun. Bize söyle biz de istifade edelim değil mi? Ama işte bu da bir okur kurnazlığıdır. Bir yazara sarıl başka yazarlara tenezzül etme. Okur tilkiyse biz de kuyruğuyuz af edersiniz. Bu kadarcık hileyi sezemeyeceksek yuf olsun bize.

Bizde işler nasıl yürür?

Bir yazara hayran olmak çok başka bir şeydir. O yazarın külliyatını okursun, yazara ilham olmuş yerlere gidersin veya oraları anlatan gezi yazıları okursun. Yazarın beslendiği kaynakları gözden geçirirsin. Yani o yazara emek verirsin. Yazar seni besler sen de o yazardan aldığın ilham ile başka yazarlara açılırsın. Bunlar bizim memleketimizde az bulunur işlerdendir. Bizde işler nasıl yürür? Bir yazarın en fazla iki eserini okursun. Üç eserini karıştırırsın. Bir de popüler dergilerin hediye ettiği posterden odana asarsan senden iyisi yok. Gerçi evli olanlar evde sağa sola poster yapıştırma devrini çoktan atlattıkları için en fazla hayran olduğu yazarın resmi olan defter alabilirler kendilerine. Maalesef bizde kitap ile en çetin mücadeleyi ev hanımları verir. Her kitap potansiyel toz kaynağı olduğundan sağda solda kitap görünce ev hanımlarının tüyleri diken diken olur. Neyse mevzumuz kitap tozları değil. Meselemiz bir yazara hayran olduğunu söyleyenlerin tembelliğidir. Geçenlerde bir arkadaş şöyle övünüyordu. “Benim Sait Faik’çi olduğumu herkes bilir”. Bu durum övünülecek bir şey midir? Evet bir yazara olan hayranlığınızla bilinmek ne devlet. Ama ben biliyorum ki bu arkadaş en son on sene evvel Sait Faik okumuştur. Deseniz ki yahu madem Sait Faik’çisin bize bir hikayesini anlat da bize istifade edelim. Anlatamaz. Ama bahanesi hazırdır. “Sait Faik’in hikayeleri anlatılmaz. Okumak lazımdır” der.

Bazen futbola meraklı olanlar bir oyuncuyu pek sever de onun maçlarını seyrederek keyif alır. Hatta oyuncunun formasını falan bulabilirse kendini şanslı sayar. Mesela rahmetli Maradona’nın böylesi hayranları vardı. Kendisinin dünya çapında bir şöhreti olduğu için bu durum anlaşılır. Dünyada her tip insan var. Her tipin de bir sevme şekli var. Bu anlaşılır bir durum. Mesela bazıları da kendileriyle uzaktan yakından alakası olmayan takımları tutar. Lise dönemimden hatırlıyorum Real Madrid taraftarı bir arkadaş vardı. Adını bile zor söylediği takımı neden tuttuğunu kimse bilemiyordu. Ama kabul edelim bu tavrı ona bir farklı hava veriyordu. Mesela Siirt Köy Hizmetleri’ni tutsaydı bu kadar havalı olur muydu? Bütün bu tarafgirliği tasvip etmesem de anlıyorum. Ama yazara duyulan hayranlık başka bir şeydir. Mesela biz de Tolstoy okuyoruz. Ama bunu bir reklam vasıtasına çevirmiyoruz. Ben Tolstoycuyum diye bir laf hiç çıkmadı benden. Ama bu tarafgirliği abartıp sevdiğin yazar üzerinden karakter tarifi yapanlar oluyormuş. Ben de bu karakter tahlili yapanları hiç anlamam. Yani bu karakter böyle ottan çöpten şeylerden anlaşılıyorsa o zaman hiç sırlı bir tarafı yok. En ufak şey bizim karakterimiz hakkında bilgi veriyorsa o zaman bu karakter kamuoyuna açık ortada bir şeydir değil mi?

‘Okumam ama severim’

Konumuzu dağıtmayalım. Kitap okumayıp da kitap sevenlerin bir örneğini bir seyahatimiz sırasında görmüştüm. Gezdiğimiz yerin adını burada zikredip hedef göstermiş olmayayım. Ama şirin ülkemizin sahil kesiminde bir yöresindeydik. “Turist gelsin de canımı yesin” diyen yerel yönetimlerin gaza getirmesiyle yumurtayı bile boyayıp turistik eşyaya çeviren bir yöremizdi. Yerli turist her yerde gariban oluyor. Bu yöremizde de bizim yüzümüze bakan pek olmadı. Biz de “...memleketimize döviz girsin de biz kendi vatanımızda mahsun olmaya razıyız” diyerek boynu bükük vaziyette gezdik. Her köşe hediyelik eşya, inci boncuk dolu olduğundan pek bizi açmadı ama o dükkanlar içinde bir de kitapçı gördük. Aman ne nimet. Hemen daldım içeri. Şekerci dükkanına düşmüş yaramaz sıpalar kadar şenlendim. Kitapçı gezmenin bir adabı vardır. Bir başka yazımızda onu da masaya yatırırız. Ben adet töre dinlemeden müthiş bir oburlukla kitapçıyı gezdim. Büyük bir dükkandı. Ve raflar tıka basa doluydu. Kitapçı gibi değil de bir kitap kurdunun odası gibiydi. Edebiyat, tarih, sosyal bilimler ne ararsan vardı. Dükkan sahibi ile konuşmaya başladım. Adam uzunca babayiğit biriydi. Gözünde yakın gözlüğü elinde bir şeylerle uğraşıyor. Hem işini yapıp hem laf veriyor. “Bu dükkanı genişleteceğim. Üst kat evimdir oradan biraz daha buraya katkı yapacağım” diyor. Öyle söyleyince ben coştum. “Bir kitapsever bulduk haydi hayırlısı” dedim. Gezmeye devam ettim. Dükkan sakindi. Kimsenin kitapçıya gönül düşürdüğü yoktu. Ben de tenhalığı ganimet bilip sordum. “Üstadım siz neler okursunuz acaba?” Ben zannediyorum ki bu açılış sorusuyla bir kitap sohbetinin içine düşeceğiz. Heyecanla cevabını beklerken adam kestirip attı. “Ben kitap okumam” dedi. Nasıl şaşırdım anlatamam. “E peki bu kadar kitap düşkünlüğü nedir?” diyecek oldum. “Ben bu işi seviyorum. Bana kitap özetleri gelir ben onlara bakarım bana yeter.” Bir yaşıma daha girdim. “Bu ne sevgi ah bu ne ıstırap?” desem yeridir. Kitabı bu kadar seven bir insanın azıcık da olsa okuması gerekmez mi? Ne yaparsınız ki dünya yüzünde türlü türlü sevgiler mevcut. Demek ki böyle kitapseverler de mevcut imiş belledik.

Yazımızın başından beri söylemeye çalıştığımız şey; yazar sevmenin başka türlü bir emek gerektirdiğidir. Futbolcu sever gibi yazar sevilmez. Bu duruma sayısız örnek verilebilir. Bazen “...edebiyat sohbetlerinde ben de boş oturmayayım el içine çıkacak üç beş kelam edeyim” diyenler oluyor. Zaten edebiyat ve sinema konusunda herkes futbol konuşur gibi bir fikir sahibi olur. Yalan yanlış hiç fark etmez. Bizim Sait Faik’çi arkadaş da belki edebiyat ortamlarına bir giriş bileti gibi Sait Faik’i kullanıyordu.

‘Ölü sanat’ meselesi

Edebiyatın “ölü sanat” olduğunu öne sürenler derler ki kimse kimseyi okumuyor. Bu ülkede üç bin şair varken. Şiir kitapları bin tane bile satmaz. “Şairler bile şiir okumuyor” demeye getirirler. Biz de onların bu tespitine bu yazıyla bir katkı sağladık. “Şiir okumayan şairler olduğu gibi yazar hayranıyım diyerek tembelliğine yazarı bahane gösterenler de var” demek istedik. Meramımız hasıl olduysa ne mutlu bize...

[email protected]