Toplumdaki milliyetçileşme kavmiyetçilik potansiyeline sahip mi?

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
10.03.2019

Sosyal bilimlerde var kabul edilen iki metottan tümevarım ve tümdengelim metotları arasında bir ayrım yapan gelenekçi görüş, tümevarım metodunu bir şeyi bilimsel kılıp kılmadığı noktasında öncül kabul eder; “Bir çalışma tümevarım ile ulaşılmış bir sonucu ihtiva ediyorsa bilimseldir, aksi taktirde salt tümdengelim ile elde ettiğiniz bir netice bilimsel olamaz” der.


Toplumdaki milliyetçileşme kavmiyetçilik potansiyeline sahip mi?

Buna mukabil Karl Raimund Popper tümevarımın bir metod olamayacağını, aksine yegane metodun tümdengelim olabileceğini ortaya koymuştur. Popper’e göre bütün tümevarım sorunu mantıksal süreçler ile psikolojik süreçleri birbirinden ayrı değerlendirmemekten doğar. Zira insan bir şeyi gözlemlerken mutlaka selektiftir ve istediği malumatı alır. Bunun haricindeki malumatlar insanın etrafında dolansalar dahi, algıları buna kapalı olan insan bu malumatları gözlemlememeyi tercih edecektir. Algının seçiciliği bu anlamda psikolojik bir bahistir ve yazımızın hududunu aşacak bambaşka bir meseledir. Bu durum zaten bir sabitesi olan insanın aslında tümevarım metodunu takip ettiğini iddia ederken de tümdengelim yaptığını, her şeyi sabitesine uygun olarak ıspat etmek gibi bir çabanın içinde olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla laboratuar ortamında üretilmeyen sosyal bilim indi mütalaalardan etkilenmeyecek bir sabite-i hakikate sahip değildir. Subjektif kabulleriniz sizi yapacağınız çalışmada bir yere sevk etmektedir. 

Denekleri farklı olan anketler

Sosyal Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi SEKAM’ın yayınlamış olduğu bir kamuoyu araştırması geçen hafta basında yer aldı. Ana başlığı, ‘15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminin Öncesi ve Sonrasında Gençliğin Durumu’ olan çalışma Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, Prof. Dr. Mete Doğruer ve Doç. Dr. Hasan Güllüpunar yönetiminde yürütülmüş. 15 Temmuz’dan önce başlatılan araştırma aynı konuları 1380 civarında yeni ‘denek’e sorarak sürdürülmüş ve 15 Temmuz öncesiyle sonrası arasında bir kıyaslama yapılmış. İlk anketle sonraki anketin denekleri aynı değil. Buna rağmen basında yapılan yorumlarda da araştırmanın amacının gençlerin şahsen yaşadıkları dönüşümü ortaya koymak olduğu vurgulanmış. ‘İslamcı kimliğini kendinize ne kadar uygun buluyorsunuz’ sorusuna 15 Temmuz’dan önce gençlerin yüzde 52,3’ü ‘Bana uygun’ diye cevap vermiş. 15 Temmuz’dan sonra bu oran yüzde 44,5’a düşmüş. Bana çok uygun’ diyenler de yüzde 27’3’ten yüzde 17,8’e gerilemiş. ‘Dindar kimliği bana uygun’ diyenler yüzde 46,4’ten yüzde 34,2’ye inmiş. ‘Bana çok uygun’ diyenler de yüzde 30,6’dan yüzde 19’a gerilemiş. Denekler arasında ‘Ülkücü’ kimliğini kendisine uygun görenlerin oranı 15 Temmuz’dan önce yüzde 29,30 iken, 15 Temmuz’dan sonra 37,5’a çıkmış. ‘Çok uygun’ diyenler de 16,1’den 28,80’e. Milliyetçi kimliğinde de neredeyse aynı artış yaşanmış ve  36,3’ten 42,6’ya çıkış gözlenmiş.  

Elbette yazımızı bir sosyal bilimler metodolojisi yazısına çevirmek gibi bir maksadım yok; ancak basında yer alan yankıları itibariyle bilimsel bir metot ile ispat yolunun takip edilmiş olması bizi sosyal bilimsel birkaç hatırlatmaya sevk ediyor. Bunların başında hatırlatmamız gereken en temel kural üç yıl ara ile yapılan ve denekleri farklı olan iki çalışmanın birbiri ile hiçbir şekilde mukayese sahası ortaya koyamayacağı gerçeği. “Kısmen de olsa bir fikir verir” diyerek, B deneğinin cevaplarının A deneğinin yaşadığı fikri dönüşüme ait herhangi bir fikir veremeyeceği gerçeğinden bizi uzaklaştırması itiraz etmemiz gereken en temel nokta. İşin bu boyutunu ehline havale ederek yaşandığı kabul edilen dönüşüm hakkında birkaç şey söyleyelim: 

Müşterek temel değerler   

Popper İngiltere ve İsviçre’yi demokratikleşme süreçleri bakımından mukayese eder. Bunu yaparken iki ülkenin de farklı dinamikler ve arka planlar ile demokratikleştiğini, ancak her iki ülkede de kabul edilen müşterek temel değerler olduğunu hatırlatır. Bu noktada İsviçre ve İngiltere demokrasi paydasında buluşur. HDP’nin de milliyetçi bir potansiyel olarak MHP-AK Parti seçmeni ile aynı paranteze alınması hatrıma Popper’in bu örneğini getirdi. 

Zira Popper, Demokrasi’nin müşterek bir noktada ulaşılacak bir nokta olması hasebiyle bir müşterek vasıf olabileceğini vurgular. Buna karşın her şey bir isimlendirme ile başlar. MHP’nin, ülkücülerin tarihsel süreç içinde inşaa ettikleri milliyetçiliği PKK’nın zaman içinde inşaa ettiği milliyetçilik ile mukayese etmek iki kediyi mukayese etmek kadar gerçek bir şeydir. Zira ne arkaplanları ne refleksleri ne de talepleri söz konusu milliyetçilik tiplerini aynı parantez içinde kaba bir “Milliyetçilik” tavsifine sokmamızı mümkün kılıyor. “İslamiyet de dindir Hıristiyanlık da dindir dolayısıyla aynı sosyal efektlere maruz kalmaları kaçınılmazdır” dediğiniz anda varacağınız nokta koca bir yanılgıdır. 

Soyut ve ütopik bir İslamcılık 

Açık Görüş’te yer alan bir yazımda Robert Putnam’ın Bowling Alone makalesine atıfla sosyal kapital denilen sermayenin nasıl artıp eksilen bir şey olduğunu ortaya koymaya gayret etmiştim. 15 Temmuz gibi bir süreç sonrası özellikle dindar yapıdaki insanların sosyal kapitalinin yükselmesini ve bunun kendisini milli bir noktadan ifade edişle ortaya koymasını beklemekten daha doğal ne olabilir? Burada şahsen anlam veremediğim bunu zımnen menfi bir okuyuş ile AK Parti’de yaşanan bir savrulma ve AK Parti’nin toplumu sevk ettiği yanlış nokta olarak okumak. Zira kendisini tehlike altında hisseden her insan somut bir çözüm talep eder. Soyut düşünceler sosyal kapitalin yükseldiği dönemlerde kendisine müşteri bulamaz. Sosyalist hareketlerin 19. Asır’da kendilerine taraftar bulmaları dahi soyut bir düşünceden değil, aksine yoksulluğa ve eşitsizliğe çözüm olması umudu ile pratik bir damardan gerçekleşmiştir. Dindarlık ile İslamcılık arasına mesafe koyma durumu da tam olarak bu fenomenin bir tezahürü olarak karşımızda duruyor. Soyut ve ütopik bir İslamcılık endoktirinasyonu postmodern gencin pratik ihtiyaçlarını karşılamıyor; zira kendisine pratik çözümler üretmiyor. İdealist İslamcı söylemler ile gerçekten karşısında gördüğü beka sorununu mukayese ettiğinde pratik bir cevap bulabilen kaç kişi tanıyoruz ki? İslamcılık, aynı komünizm örneğinde olduğu gibi bir ütopya olarak karşımıza çıkıyor ve aynı oranda kendisine taraftar bulmakta zorlanan iki ideoloji suretine bürünüyor. Dolayısıyla toplumda yaygınlaşan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yerli ve Milli” söylemi ile ete kemiğe bürünen taleplerin aslında bir var oluş kaygısı güttüğünü, işaret edilen kavmiyetçilik sapmasından uzak bir kaygı olduğunu vurgulamakta fayda var. Tehlike anında cam kırıldı, ele alınan en kolay enstrüman milli bir söylem olarak karşımıza çıktı. Tümevarımsal bir analiz olarak bize önerilen şey ise aslında bir tümdengelimin ta kendisi olarak önümüzde duruyor. AK Parti’de yaşandığı var sayılan savrulmayı bir şekilde müdellel kılacak bir saha araştırması olarak bu eleştiriyi yapanların dikkatini çeken bu araştırma aslında Putnam’ın yaptığı gibi bir toplumsal refleksi ortaya koymayı amaçlasaydı çok anlamlı veriler ortaya koyabilirdi. Buna mukabil şahısların dönüşümünü tespit etmek gibi bir iddia ile üstelik farklı deneklerle yapılan bir araştırmayı gençlerdeki dönüşüme delil kabul etmek olur şey değil. 

Devlet, millet ve dindarlık 

Siyasal pozisyonlanmasını 80’lerde yapmış ve bu pozisyonlanmayı bir sabite-i hakikat kabul eden jenerasyon elbette günümüz gençlerinin reflekslerini yabancılıyor. Erik Erikson’un iki ayrı safha olarak önerdiği kopukluk bu noktada da karşımıza çıkıyor. 20-45 yaş jenerasyonu 60 yaş jenerasyonu tarafından anlaşılamıyor. Yargılanan ise gençlerin algıları değil talepleri oluyor. Bunun çok doğal bir süreç olduğunun altını çizmekle birlikte hatırlatmamız gereken bir şey var ki, o da bu siyasal yüzleşmeye başlanacak en son noktanın 15 Temmuz olduğu gerçeği. Atasoy Müftüoğlu örneğinde olduğu gibi sabite-i hakikatini kabul ettirmekte zorlandığı noktada elitist bir 15 Temmuz küçümsemesine, ötekileştirmesine girmek iki jenerasyon arasında var olan ve zayıflayan gönül bağını daha da inceltiyor. Zira unutulmasın, 15 Temmuz’un direnen ana kitlesi milliyetçileştiğini öne sürdüğünüz 20-45 yaş jenerasyonu idi. Yok aslında ne AK Parti’nin ne de Erdoğan’ın söz konusu kitleyi bir siyaset ile bir yöne sevk ettiği. Zira gençlerde yaşanan şey sosyal kapitalin yükselmesi ile tezahür eden bir talep. Bu talebe karşı çıkmak mümkün olmadığı gibi tutarlı bir yanı da yok; zira toplum vatan savunması refleksini bu kapital ile sağlıyor. Bu noktada hatırlamamız gereken ikinci hakikat ise, dindar kitlenin dindarlık ve milliyetçilik ile arasına giren mesafenin dönemsel bir süreç olduğu ve devlet ve millet sevgisinin dindarlığımıza içkin bir şey olduğu gerçeğidir. İdeal olanın bu mesafe olduğu yanılgısı söz konusu tespiti yapanların siyasal sabitelerini oluşturdukları dönemde cari olan psikolojiyi esas kabul etmelerinden doğmakta. Esasen girilen bir parantezden çıkış ve sahip olunan şeye malın sahibinin tekrar sahip çıkmasından başka bir anlama gelmeyen bu dönüşüm ancak hayırlı bir şey olarak okunur. 

@Taceddin_Kutay