Toplumsal sözleşme bataklık üstüne bina edilemez

M.Taceddin Kutay/ Türk Alman Üniversitesi 
13.01.2019

Demokrasinin kuralları işletildiğinde, elitler ile elitistlerin lümpen proleter olarak adlandırdıkları geniş kitlelerin aynı noktada birleşmeyeceği muhakkaktır. Bu yarılmanın en önemli sebebi tüm dünyada ekonomik olmakla birlikte Türkiye özelinde iki kesim arasında var olan kültürel ayrışmadır.


Toplumsal sözleşme bataklık üstüne bina edilemez

14 Aralık 2018’de, Halk TV’de Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası programına katılan Yılmaz Özdil yaşam tarzları üzerindeki baskılardan yakınmaktaydı. Özdil yaşam tarzının baskılanmasından şikayetle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti’yi kendi dünya görüşlerine uymayan vatandaşları anlayamamakla suçladı. Özdil, kendi yaşam tarzına anlayış bekleyişini, kendisi gibi olmayanların yaşam tarzına saygısızlığı ile ortaya koydu ve Erdoğan’ın bira içmesi halinde her şeyin çok daha güzel olabileceğini söyledi. Özdil, ‘’Samimiyetle söylüyorum, bu sözlerimde en ufak bir kinaye yoktur, Tayyip Erdoğan bir tane bira içmiş olsaydı bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu’’ diye konuştu. Türkiye henüz bu saçma sözleri tartışırken Rutkay Aziz Posta gazetesinden Alev Gürsoy Cimin’e verdiği mülakatta “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fazıl Say’ın konserine gidecek. Fazıl Bey’in daveti bir adım değil mi sizce?“ sualine yönelik “Tabii canım bir adımdır. Atılsın yeter ki gitsin Cumhurbaşkanı bir Mozart bir Beethoven dinlesin. Belki iyi gelir” cevabını verdi. Hemen ertesi gün gazetelerde Deniz Çakır isimli dizi oyuncusunun bir alış-veriş merkezinde bulunan başörtülü öğrencileri giyim-kuşamları sebebiyle sözlü olarak taciz ettiği haberleri yer aldı. Öğrencilerin iddiası, Çakır’ın alkollü olduğu ve kendilerine “Suudi Arabistan’a gidin“ dediği yönündeydi. Olay henüz tartışılırken CHP’li kimliği ile maruf jinekolog İbrahim Sözen’in Fenerbahçe Profesyonel Futbol Takımı oyuncusu Yasin Benzia’ya yönelik sosyal medya paylaşımı gündem oldu. Sözen, Cezayir A Milli Futbol Takımı’nın da formasını giyen futbolcuyu yerel kıyafetlerini giymesi sebebiyle eleştirerek, 90’ların karanlık günlerinde kaldığını ümid ettiğimiz saçma sapan kamusal alan tartışmalarını gündeme getirdi. İbrahim Sözen bir Cezayirliye Cezayirli gibi giyinmeyi lüks görerek “Özel yaşamında ne yaparsa yapsın, ancak profesyonel oyuncu olduğun takımın kampında oranın formasıyla oranın kuralı ile davranacak, radikal dinci giysisi ile Fenerbahçe kampında boy gösteremezsin” sözleri ile eleştiren bir tivit attı. Benzia’nın dayısının, babasının, amcasının komşusunun giydiği mahalli giysi Sözen tarafından “radikal dincilerin giysisi“ olarak yaftalandı, özel hayatında giyebileceği ancak Fenerbahçe kampında giyemeyeceği ifade edildi.

Yaşam tarzı konusunda bir yandan oldukça hassas diğer yandan oldukça aymaz bir paydaşlar güruhu ile karşı karşıya olmak insanı bazen ne söyleyeceğini bilmez hale getiriyor. Buna mukabil yaşam tarzı mevzuunun neden bu kadar sık konuşulduğu ve sanal gündemler ile sürekli olarak konu edildiği hususu bizler için konuşulması gereken bir durum. Yaşam tarzı ile ilgili gerçekten sıkıntı yaşanıp yaşanmadığı bir kenara, yaşam tarzının gerçekten yaşam tarzı olarak konu edilip edilmediği bizler açısından en önemli soru olarak karşımızda duruyor. Yaşam tarzından bahsedenlerin kendi yaşam tarzlarından bahsetmedikleri, aksine siyasal bir stigmatizasyon çabası içinde oldukları ortada. Bu noktada amaçlananın ne olduğunu konuşmalıyız.

Kültürel ayrışma  

Gezi çılgınlığının bir nihilizmden doğduğu, düşledikleri siyasal iktidarı Türk halkının iradesi ile tesis etmesi mümkün olmayanların bir kalkışması olduğu dün gibi hatrımızda. Demokrasinin kuralları işletildiğinde, elitler ile elitistlerin lümpen proleter olarak adlandırdıkları geniş kitlelerin aynı noktada birleşmeyeceği muhakkaktır. Bu yarılmanın en önemli sebebi tüm dünyada ekonomik olmakla birlikte Türkiye özelinde iki kesim arasında var olan kültürel ayrışmadır. Hatta bu yarılma bir paradoksun da yaratıcısıdır: Sol siyasal söylem ile halkçılık yaparken, kültürel elitizm ile halka burun bükmek aynı kimselerin eş zamanlı ortaya koyduğu iki tutum olarak sık sık karşımızda durmakta. Rutkay Aziz’in Posta’ya verdiği mülakatta emeğin en yüce değer olduğu vurgusu ile verdiği siyasal sol mesajı Mozart ve Beethoven mesajlarının takip etmesi bu paradoksun sadece bir örneğidir. Söz konusu kimselerin elitist bir kültürel alan yaratma çabaları, kendilerini iktidarda tutacakları yegane saha olarak burayı görmeleri sebebiyledir. AK Parti’yi iktidara taşıyan Anadolu insanının sirayet edemeyeceği bir saha olarak gördükleri bu sahayı beslemek ve sürekli gündemde tutmak zorunda hissetmeleri, söz konusu kimselerin siyasal iktidar umutlarının olmaması sebebiyledir. Burada yarattıkları fiktif üstünlük ile eski Türkiye’de iktidarın sürekli olarak bir parçası olmaya alışmış taraflarını teskin edebilmekteler. Bu ihtiyaçları sebebiyle eklemlendikleri siyasetlerinin yegane tatmin sahası kültürel iktidar tartışmaları oluyor. Öyle ki, Sezgin Tanrıkulu gibi bir kimse dahi, katıldığı Antalya film Festivali’nde “İktidar oldunuz ama ‘kültürel iktidar’ olamayacaksınız” tiviti atarak, Anadolu insanının üzerinde bir kültürel iktidar alanının paydaşı olduğunu iddia edebilmekte. Doğrusu gülünç iddiasına Tanrıkulu’nun gerçekten inanıp inanmadığını bilmemiz mümkün değil, ancak kültürel elitizmin sol siyasete içkin olduğuna birileri Tanrıkulu’nu ikna etmiş olmalı ki, bir sosyal demokrat olması hasebiyle kendisini üst bir kültürel alana paydaş görmekte. Kendimizi bildik bileli, kendilerinin bizden daha üstün insanlar olduklarına bizleri ikna etmeye çalışan kimseler ile muhatap olmaktayız; ancak bu tutum karşımıza hiçbir zaman Sezgin Tanrıkulu benzeri kimseler suretinde tecessüm etmemişti. Öyle ya, sâbık Diyarbakır baro başkanından eski Türkiye’nin kültürel iktidarının yıkılmaz olduğu davasını değil, Anadolu insanının mukaddes ferhenginin yüceliğinin davasını gütmesini beklemek akla daha yakın düşerdi.   

Kültür sahası, siyasal iktidar umudu olmayan bir kitle için başkalarının girmesi mümkün olmayan bir Nuh’un Gemisi’ne dönüşmüş durumda. Bu sebepledir ki Deniz Çakır’ın alış-veriş merkezinde bulunan kızlara tasallutu, İbrahim Sözen’in Benzia’yı rahatsız eder buluşu, söz konusu kisveleri Nuh’un Gemisi’ne yapılmış bir tecavüz olarak görmeleri sebebiyledir. Kurtarılmış olduğuna inanılan bölgeler bu karamsarların oksijen çadırlarıdır; çadırda meydana gelmesi muhtemel her hangi bir defoya tahammül edemezler.

‘Biraz da bizden ol’ 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devletin başı olduğuna dair sahip olduğu imajın sandıkta sürekli olarak pekişmesi yukarıda tarif ettiğimiz halet-i ruhiyeyi her defasında daha da derinleştirmekte. Her seçim öncesi farklı formüller ile karşısına çıkılan, sürekli olarak “Bu sefer gidiyor” denilerek kaybedeceğine yönelik senaryolar ortaya konulan Erdoğan’ı seçmeni terk etmiyor. Görünen o ki, Erdoğan 2023 seçimlerinin de en güçlü adayı olarak şimdiden muhaliflerinin uykularını kaçırıyor. Gerek başbakanlığı gerekse cumhurbaşkanlığı dönemlerinde ortaya koyduğu portre, Türk siyasal kültürünün kodlarında en hakim öğe olan patriyarkaliteye hitap edişi ile Erdoğan’ı mücessem devlet olarak Türk insanının karşısına çıkartıyor. Artık Erdoğan’a bakan hiç kimse Erdoğan’ın şahsını görmüyor, aksine “Yeni Türkiye” söylemi ile kendisini ortaya koyan yepyeni bir nizamı ve bu nizamı temsil eden kimseyi görüyor. Erdoğan’a sürekli olarak Erdoğan sipariş edişleri, muhaliflerinin Yeni Türkiye’ye yönelik siparişlerinin ne olduğunun bir ifadesi aslında. Devletin başında kendilerinden de bir parça görmek isteyenler, bunu en jakoben talepler ile dile getirmeseler belki başarılı olacaklar; ancak Erdoğan’dan bira içmesini bekleyerek “Biraz da bizden ol” demek en hafif tabirle saçma bir talep olarak karşımızda duruyor. Oysa Erdoğan’ın 2017 yılının 10 Kasım’ında yapmış olduğu Atatürk açılımı ile kendisini Kemalist olarak tanımlayan kitlelere de kucak açtığını göz ardı etmemek, Erdoğan’ın her kesimi temsil etmek gibi bir tasası olduğunu anlamaya yardımcı olacaktı. Buna mukabil Erdoğan’ın kendilerinden olmasının yolunu, şahsi aidiyetlerinden ödün vermesinde, yahut çok sevdikleri ifade ile kendi yaşam tarzından vazgeçerek bir başka yaşam tarzına sahip olmasında arayanlar iyi niyet ortaya koymuyorlar. “Onlardan olmadıkça senden razı olmazlar” beyan-ı ilahisi ile ortaya konulan karaktere uygun hareket eden bu kimseler kendi tasavvurları haricinde var olan hiç bir yaşam tarzına hakk-ı hayat tanımadıklarını ortaya koyuyor. Oysa Erdoğan ayetin devamını da biliyor: “De ki: ‘Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.’ Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır”. Hiç bir şekilde kendileri ile buluşmamız mümkün olmayan bir vasatı bizlere bir toplumsal sözleşme şartı olarak önermenin akılla, insafla bağdaşır bir tarafı yok. İçki içmeyi tercih eden vatandaşlarımıza olanca saygım ile ifade etmek isterim ki ideal olan içkiyi içmek değil, içmemektir. Bunu uzun uzun ispat etmeye lüzum yok. Şu halde ideal olan devletin başının içki içerek örnekleşmesi değil, içmediği halde içmek isteyen vatandaşlarına bu özgürlüğü sağlamasıdır.

Ortak hayat tesisi

Ahmet Necdet Sezer’in, kafası kadar büyük bir kadehten, şov yaparak şarap içtiği görüntüler dün gibi aklımızda. Peki Sezer içmesi ile kendisinden olmayan vatandaşlarını daha mı iyi anlamıştı? Cevabın hayır oluşu kerametin alkolde olmadığının ispatıdır. Esasen bu izahlar dahi beyhude. Zira neyin ne olduğu, kimin aslında neyi söylemek istediği çok açık. Ortada iyi niyet yoksa izaha da ispata da mahal yok demektir. Toplumsal sözleşmeyi asla olmayacak bir zeminde aramak, Özdil ve paydaşlarının yıllardır alıştığımız mızıkçı ve oyunbozan tutumuna münasip düşüyor. Bununla birlikte bizler müşterekler üzerinden ortak bir hayatı tesis edebileceğimiz karşı mahalle komşularını aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Zira birbiri ile kesişmeyen paralel hayatların bir yerden sonra huzursuzluk kaynağı olacağı muhakkak. Üzerinde ittifak edeceğimiz vasat tarihsel tecrübe ile önümüzde duruyor. Karşılıklı tahammülden başka bir kaynağı olmayan bu vasata yanaşmak istememek ancak içinizdeki nihlizmi derinleştirecek. Yapmayın, size yazık!     

@Taceddin_Kutay