Trajik-mizahın tiraj sorunsalı

Yrd. Doç. Dr. Sertaç Timur Demir / Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi
6.05.2017

Her şeyin harcanma formu içinde üretildiği bu akışkan kültürde zaten kalıcı olana yer yoktur. Bireylerin yeni medyaya entegre olarak metinden imgelere kaydığı da doğrudur. Buna rağmen, Penguen’in kapanma eleştirisi sorunu kendi dışındaki çevreye indirgemiştir. Bu eleştiriye göre halk okumamakta; devlet de mizaha engel olmaktadır. Çözümleme bu denli yüzeysel olunca, “neden okunmuyoruz” şeklindeki bir özeleştiri imkânı da haliyle yitirilmektedir.


Trajik-mizahın tiraj sorunsalı

Eylül 2002’den beri yayımlanan popüler mizah dergisi Penguen, geçtiğimiz günlerde kapanma kararı aldığını duyurdu. Eğer haber, ekibin yeniden gündem olma ihtiyacının bir sonucu, tiraj artırma stratejisinin uzantısı ya da viral reklamın kurgusal epizotları değilse; bu kararın analiz edilmeye değer bir tarafı olduğu kanısındayım. Ülkenin yakın tarih hafızasını oluşturan; iktidar ilişkileri içerisinde kültürel temsiliyeti olan ve AK Parti hükümetlerini başından beri takip eden bir dergiden bahsediyoruz nitekim.

Kapanma kararı bir kesim tarafından “derginin artık tekrara düştüğü”, “milli ve dini değerleri hedef almak suretiyle kan kaybettiği”, “teröre karşı ayırt edici bir karşı duruş sergilemediği” ve “demokrasinin kırılma noktalarında statükocu davrandığı” gerekçeleriyle hem beklenen hem de sevindirici bir gelişme olarak yorumlanırken; diğer kesimlerce bir tür “kapatılma”, “sansür” “muhalefetin susturulması”, “özgür basına müdahale”, “demokrasi ayıbı” ve “diktatörlük tavrı” gibi aşina söylemlere angaje edildi.

Esasında mizah dergilerinin bugüne kadar baskılara karşı direnmek zorunda kalıp, hakkında açılan sayısız davada cezalandırıldığı söylentileri de asılsız olmasının yanı sıra bu diktatörlük klişesinin zihinsel altyapısını oluşturacak şekilde medyada sıklıkla yer bulmuştu. Zira sürekli baskı ve sansüre maruz kaldıkları haberleri mizahçılara özgürlük savaşçısı payesi kazandırıyordu. Bu açıdan bir mizah dergisinin “insanlar okumuyor” gibi üstünkörü bir açıklama ve tiraj gibi pek sıradan bir nedenle kapanması yerine; zorla kapatılması hiç şüphesiz daha “efsanevi” bir veda olurdu. Ama öyle olmadı. Penguen kapatılmadı, kapandı. 

Öte yandan derginin resmi internet sayfasında yayınlanan kapanma duyurusunda şöyle denildi: “Özgürlük alanı gittikçe daralırken gazetecilerin işi zorlaşıyor, mizahçıların da işi kolaylaşmıyor. Biz yine de bu ortamda kendimizce nefes olmaya çalıştık. Sevdiğimiz dergimizi de sevdiğimiz şekilde yapmak istiyoruz. Hayal ettiğimiz kalitede yapamayacaksak da yapmamayı tercih ediyoruz”. Dergi yönetiminin gerçekte neyi sevdiği veya sevmediği ve işini nasıl yapmak istediği meselesi, bu yazının temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Daha detaylı analiz için Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından yayımlanan “Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet” başlıklı raporumuza bakılabilir. 

Yanlış nerede?

Penguen dergisi muadilleri gibi içeriğiyle, diliyle ve gündemiyle bir popüler kültür ürünüdür. Her şeyin harcanma formu içinde üretildiği bu akışkan kültürde zaten kalıcı olana yer yoktur. Aynı zamanda yaşamın dijitalleştiği ve bireylerin yeni medyaya entegre olarak metinden imgelere kaydığı da doğrudur. Buna rağmen, Penguen’in kapanma eleştirisi sorunu kendi dışındaki çevreye indirgemiştir. Bu eleştiriye göre halk okumamakta; devlet de mizaha engel olmaktadır. Çözümleme bu denli yüzeysel ve kolaycı olunca, “neden okunmuyoruz” şeklindeki bir özeleştiri imkânı da haliyle yitirilmektedir.

Oysa sorun, derginin aldığı karar sonrasında Leman’ın sosyal medya hesabından paylaştığı “almazsanız dergiler kapanır” ifadesindeki kadar basit değildir. Nitekim günümüz mizahı kendi varlık sebebine yabancılaşmış, değişimi yakalayamamış, toplumdan kopmuş, hedef-kitlesizleşmiş ve sonunda salt sanal ortamda su üstüne izler bırakan, “like”lar alan bir tüketim nesnesine dönüşmüştür. Esas trajik olan da, çizerlerin önemli bir bölümünün kadim kültürel mirası değişen dünya paradigmaları ve güncel olanla harmanlamayacak esneklik ve açık görüşlülükten yoksun olmalarıdır. Diğer bir ifadeyle, toplumsal karşılık olmaya değer statüko-yıkıcı, ideolojik duruşunu mutlaklaştırmayan, köklü hafızası olan ve en önemlisi olgusal hakkaniyet ve hassasiyetlerle hareket eden bir mizah kültürü yoktur. Mizah yayıncılığının tarihi olsa da toplumsal karşılığının olmamasının nedeni budur. Nikayet Penguen de bu kısır döngüyü kıramamıştır.

Bu noktada, bahsettiğim SETA mizah raporu hakkında Birikim dergisinde yayımlanan Levent Cantek imzalı eleştiri yazısına değinmek yerinde olacaktır. Cantek’e göre taraflı, eleştirici ve hatta yıkıcı olmak mizahın tabiatında vardır (s.164). Doğrusu bizce de bu böyledir, yani en azından böyle olmalıdır. Ne var ki mizahla ilgili açmaz başından beri bu değildir. Açmaz, raporda da ortaya konduğu gibi, bu taraflılık ve yıkıcı eleştirelliğin kasti ezbercilik, köktenci fanatizm ve elitist alışkanlık nosyonuyla hep ve sadece belli bir kesimi ve o kesimin belli değerlerini hedef alagelmesindedir. Mizah muhalefetin insani parametrelere dayanan, her an ve herkese eşit şekilde uygulanabilen bir omurgasının olmayışındadır. Böyle olduğu için örneğin DEAŞ’ı –üstelik sayısız kere AK Parti’yle bağdaştırıp; PKK’yı görmezden gelme ilkesizliği belirmektedir. Yine DTP’nin kapatılmasına tepki gösterip; AK Parti’nin kapatılmamasından hayıflanma ilkesizliği… Kobani sözcülüğünde en ön safta yer alıp; Halep ya da Türkmen Dağı hakkındaki suskunluğa ve dolayısıyla buralardaki katliamları onaylamaya neden olan ilkesizliği… Berkin Elvan’ı cennette çizip; Serap Eser’i, Yasin Börü’yü yok sayan ilkesizliği… Örnekler o kadar çok ki. 

Benzer şekilde demokrasi yanlısı söylemleri mottolaştırıp; darbe dönemlerinde cunta karşıtı bir duruş sergilememek de böyledir. Buna rağmen Cantek, örneğin vaktiyle Adnan Menderes’in idamını olumlayan o günkü mizah dergilerinin ilkesizliğini gerçekten trajikomik sözlerle açıklamaya çalışır. Ona göre, mizah dergileri siyasi romantizmin yükseldiği olağanüstü dönemlerde siyasi iklimin dışına çıkamazlar (s.167). Eğer dergilerin kendi varoluş nedenleriyle böylesine çeliştikleri durumlarda dahi, mizah muhalefetinin geri çekilişini ve erk-seviciliğini belli bir tarihsellik kisvesi altında makul göreceksek –ki Cantek’in yaptığı budur, öyleyse karikatür saldırgandır, tahrif edicidir, eleştireldir, rahatsız edicidir (s.164) de demeyeceğiz. Ya da Penguen dergisi çizerlerinden Erdil Yaşaroğlu’nun öne sürdüğü şekilde “iktidar neyse bizim derdimiz o” iddiasının iflasını kabul edeceğiz. Penguen’in içinde çıkamadığı tiraj sorunsalının ardındaki trajik paradoks da işte budur.

Trajedide son perde

Yalnızca mizah değil; her türlü metin taraflıdır. Fakat daha önce de belirtildiği gibi bu ülkede terör örgütlerine dokun(a)mayan bir taraflılığı var bizdeki mizahın. Ayrıca barışçıllık söylemiyle çelişen İslamofobik üslup... Toplumsal kamplaşmalardan yakınıp; kendisi gibi ya da kendinden olmayanları keskin çizgilerle ötekileştirmeler... Yenilikçilik iddialarının hemen yanıbaşında steryotipler, net yargılar ve belirgin ayrımlar... Ezber-bozucu olma misyonuyla birlikte kemikleşmiş sloganlar, kronik ezberler... Nitelikli olma vurgusunun gölgesinde yoğun pornografik şiddet, küfür ve argo... Klişe-yıkıcı rolünün perde arkasında kısır döngüye girmiş kolaycı tekrarcılık... İktidar karşıtlığı varsayımının tarihi arkafonunda asırlık vesayet dinamiklerini koruma dürtüsü... Ve her nasılsa muhalefetin hep aynı kişi, aynı kurum ve özünde hep aynı değerleri hedef aldığı bir körleşme hali...

Penguen dergisi 2000’lerdeki siyasi tecrübenin ve kültür değişiminin tanıklarındandı.  Bu açıdan özellikle AK Parti hükümetleri süresince yaşanan kritik dönüm noktalarının analizinde birçok araştırmaya kaynaklık edecektir. Ne var ki, bu araştırmaların önemli bir bölümünden çıkacak baskın sonuç, Penguen’in, yayınlandığı dönemde 15 Temmuz kalkışması dâhil olmak üzere cuntacı göndermeler, muhtıralar, parti kapatmalar, uluslararası müdahaleler ve terör saldırıları gibi anti-demokratik süreçlerde haktan ve halktan değil; seçkinci vesayetten yana olduğunu ortaya koyacaktır. Buna ek olarak, insancıl ve değer-merkezli sahici muhalefetten ziyade öngörülebilir ve kalıplaşmış reflekslerle ayrıştırıcı tavır sergilediği, sevimli ve eğlenceli görünüp; ekseriyetle nefret suçuna kadar varan saldırganlıklar ürettiği, Cumhurbaşkanı Erdoğansız (Tayyipsiz) mizah türetemediği ve ülkenin manevi köklerinden bihaber ve hatta rahatsız olduğu yazılacaktır. 

Çünkü onlar istediler ki, neyi hangi surette dilerlerse öyle çizsinler ve herkes buna saygı duysun; bunun da adı sanat olsun. İstediler ki, kendileri hep özne, halk da onları beslemekle ve takdirle yükümlü malzemeleri ve nesneleri olsun; bunun adı da eşitlik olsun. İstediler ki, kime nasıl arzu ederlerse öylece sövgüler sıralasınlar, değerlerini hiçe saysınlar, kutsallarını aşağılasınlar ve bunun adı özgürlük olsun. İstediler ki, devleti teröristten aşağı; terör odaklarını da millet iradesinden üstün gösterebilsinler; bunun da adı demokrasi olsun. Ve istediler ki, kültür, sanat ve entelektüellik imtiyazları rezerve mülkleri olsun ve bunun adı da emek ve hak olsun. 

Böyle isteyegeldikleri için Türkiye’deki mizahın ve bu mizahta vücut bulan dünya görüşünün, Penguen’de tecrübe edildiği gibi, gittikçe gettolaşan elektronik takipçi kitlesi dışında genel okuyucuyla ve esasında halkın kendisiyle sürdürebileceği somut bir ilişki zemini kalmamıştır artık. “İktidar nefes aldırmıyor” ya da “halkımız okumuyor” mazeretlerinin bile örtbas edemediği bu gerçeklikle yüzleşmek yerine; her şeyin el çabukluğuyla tüketildiği dijital mecralarda “görünür kalma”ya yönelmek bile, bu nedenle, çizerlerin geçimlerini temin etmeleri ve kendilerini tatmin etmeleri dışında bu mizah anlayışını kurtarmaya yetmeyecektir.

[email protected]