Trump'ın siyaset sahnesine çıkması sonrası yaşanan ve “Cumhuriyetçi Parti İç Savaşı” (GOP Civil War) olarak tabir edilen bölünme bu defa yerini Trump destekçileri arasında yeni bir bölünmeye bırakıyor. Bu anlamda “İsrail'i neden destekliyoruz?” sorusu bu tartışmanın kilit sorusu.
Bekir İlhan / Türkiye Araştırmaları Vakfı
Amerikan siyaseti yine çalkantılı bir sürecin içinden geçiyor. Gelinen noktada başkanlık seçimi öncesi yaşanan Demokrat ve Cumhuriyetçi ayrılığına dayanan partizan ayrışma bu sefer yerini daha derin siyasi tansiyonlara bırakmış vaziyette. Bu sefer tartışmaların partilerin kendi içinde sürdüğünü belirtmek lazım. Yani hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler bu süreçte partilerinin bir sonraki seçim rotasını belirleyecek çeşitli iç tartışmalar ve kırılmaların eşiğinde. Bu tartışmalardan en önemlisini de Filistin ve Gazze gündeminin de etkisiyle ABD'nin İsrail politikası oluşturuyor.
7 Ekim sonrası süreçte Amerikan siyasetinde İsrail'e destek meselesi seçmenlerin bir numaralı gündemi olmasa da artık eskisinden daha çok ve daha cesur sorgulanıyor. Bu sorgulamaların en yoğun yaşandığı yer ise bu sefer Cumhuriyetçi Parti. Geleneksel olarak İsrail'e yakın bir çizgi izleyen Cumhuriyetçiler içinde bu tarz seslerin çıkması Amerikan siyaseti için alışık olunmayan bir durum. Trump'ın siyaset sahnesine çıkması sonrası yaşanan ve "Cumhuriyetçi Parti İç Savaşı" (GOP Civil War) olarak tabir edilen bölünme bu defa yerini Trump destekçileri arasında yeni bir bölünmeye bırakıyor. Bu anlamda "İsrail'i neden destekliyoruz?" sorusu bu tartışmanın kilit sorusu.
Trump ve beyaz kimlik siyaseti
Trump başkanlık için ilk yarıştığı dönemlerde Cumhuriyetçi Parti müesses nizamı tarafından pek de ciddiye alınmıyordu. Ancak kendisi politik pragmatizmi ve siyasi talihin de etkisiyle yükselmekte olan bir dalgayı iyi koklamıştı: Yükselen beyaz kimlik siyaseti. Bugün sanki Trump'ın bir eseriymiş gibi tümden ona mal edilen ve özellikle sağ muhafazakâr çevrelerde oluşmaya başlayan kimlik temelli rahatsızlıklar aslında daha derin sosyolojik ve ekonomik kökenleri olan meseleler. Trump'ı bunun üzerine siyasetini inşa eden bir "politik girişimci" olarak okumak mümkün. Tabii ki Trump, sonraki süreçte başkanlığı kazanmasıyla beraber bu dağınık itirazları bir siyasi tabana çevirerek kendini bu hareketin merkezine iyice oturttu. Bu noktada Trump'ın rolünü yadsımak doğru olmayacaktır. Ama genel olarak ondan bağımsız şekillenen bir sosyolojik tabandan bahsedilebilir.
"Make America Great Again" (MAGA) sloganında özetini bulan bu beyaz kimlik siyaseti sonraki yıllarda Cumhuriyetçi Parti'de hakim konuma geldi. Ancak bu süreç Cumhuriyetçiler için oldukça sancılı geçti. Parti içi ön seçimlerden başkanlık seçimlerine kadar birçok noktada Cumhuriyetçiler Trump yanlıları ve Trump karşıtları olarak bölündü. Günün sonunda Trump'ın seçim zaferleri ve yarattığı kişisel karizmanın da etkisiyle Cumhuriyetçi Parti elitleri de söylem ve ajandalarını Trump'a göre şekillendirmek durumunda kaldı. Trump'a açıktan en ağır eleştirileri yapan birçok isim Trump destekçisine dönüştü. Bunlardan kimileri Trump yönetimlerinde görevler de aldı.
Yeni ayrışma: İsrail'e destek meselesi
Mevcut durumda ABD'de Trump destekçileri kendi aralarında İsrail'e destek konusunda bir ayrışmanın içine girmiş durumda. Trump'ın bir diğer ünlü sloganı olan "America First" (Önce Amerika) söyleminin neden İsrail'e uygulanmadığı tartışılıyor. Örneğin Ukrayna'ya yapılan yardımlar Trump'ın kendisi tarafından bile açıkça eleştirilirken İsrail'e yönelik neden aynı tavrın takınılmadığı dillendiriliyor. Bu noktada medyadan siyaset dünyasına kadar birçok sağcı isim bu tartışmaları sürdürüyor.
Aslında siyaseten Trump'ın yanında dursalar da birçok isim yukarıda bahsedilen sosyolojik tabanın bir parçası. Bu nedenle Trump'ın şahsına yönelik bir kült durumu söz konusu değil. Gerektiğinde Trump da eleştirilebilir biri. Şimdilik Trump doğrudan hedef alınmıyor. Ancak önümüzdeki süreçte eleştirilerin kendisine de varması olası görünüyor.
Bu bağlamda "İsrail bizim neyimiz oluyor ve biz bu devlete niye yardım etmek zorundayız?" soruları kendine daha büyük bir toplumsal zemin bulmaya başladı. Muhafazakar ve sağ çevrelerde Trump'ın eski danışmanı Steve Bannon ve eski Fox News sunucusu Tucker Carlson gibi figürler bu soruları en hararetli şekilde soran isimler olarak ön plana çıkıyor. Söz konusu isimlerin beyaz kimlik siyaseti bağlamında herhangi bir konuda kanaat oluşturma noktasında oldukça etkili olduklarını söylemek lazım. Yine online mecralarda da birçok kişi oluşturduğu kitleyle beraber aktif biçimde siyasi söylem üretebiliyor. Bunun gençler arasında daha yaygın olduğunun da altı çizilmeli. Özellikle beyaz genç erkek seçmenler bu sürecin merkezinde yer alan bir demografik grup.
İsrail tartışmasının kökeni
7 Ekim sonrasında bir bakıma İsrail lobisini oluşturan gruplar adeta kendi ayağına sıkmış oldu. Normalde zaten siyasetin birçok noktasında uzun yılların yatırımı sonucu elde ettikleri bir güçleri vardı. Amerikan siyasetinin hem liberal hem muhafazakar kanadında temsilleri ve bağlantıları bulunuyordu. Finans, akademi, medya, teknoloji ve eğlence sektörü başta olmak üzere birçok alanda boy gösteriyorlardı. Ancak 7 Ekim sonrası süreçte bu etkilerini umarsızca kullanma eğilimi içine girdiler. Bu da aslında ters tepti ve toplumsal bir reaksiyon yarattı.
Başlarda İsrail'e yönelik en ufak bir ses ve eleştiri eskisi gibi anında bastırılırken ilerleyen süreçte bu durum toplum ve elitler gözünde büyük bir rahatsızlık yarattı. Çünkü 7 Ekim sonrası İsrail saldırıları kısa bir süre değil, 2 yıldır devam etmekte. Yani bunun uzun sürmesi lobinin de siyasi enerjisini tüketmeye başladı. İlk zamanlar bastırabildikleri sesleri artık aynı şekilde bastıramıyorlar. Dahası, her bastırma hamlesi insanların gözüne batar hale geldi ve daha çok tepki çekti.
Aslında bu yaşanan tartışmaların sadece bugünün hikayesi olmadığını da söylemek lazım. Amerikan siyasetini uzun yıllardır baskılayan bu anlayışa karşı hep bir itiraz vardı. Ama bu kadar açıktan dile getirilmiyordu. Halk nezdinde olmasa da bazı siyasi figürler yıllardır bu sorgulamaları yapıyordu. Süregiden durum bunun toplumsallaşma sürecinin ilk adımları olarak değerlendirilebilir. Sosyal medyanın da yaygınlaşmaya başlamasıyla beraber bu süreç beklenenden daha hızlı olgunlaşabilir. Ancak İsrail'e destek verilip verilmemesi tartışmalarının gündemden kaçırılması veya çeşitli yöntemlerle söndürülmesi gibi girişimler de beklenebilir.
2028 başkanlık seçimlerine giderken
Tüm bu tartışmaların Cumhuriyetçi Parti içinde siyasi çıktıları olacaktır. Bu anlamda asıl mesele partinin ve Amerikan muhafazakarlığının Trump sonrası dönemdeki hali olacak. Trump her ne kadar bir üçüncü dönem daha seçilebileceğini ima etse de yasal olarak bunun nasıl olacağı ayrı bir tartışma konusu. Trump'ın olmadığı denklemde Cumhuriyetçi Parti ve mevcut yönetim içinde bazı isimlerin başkanlık için adı geçen isimler var. Bunlar arasında Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Başkan Yardımcısı JD Vance öne çıkan figürler. Rubio, İsrail'e yakın gruplarla arasını daha iyi tutma eğiliminde. JD Vance'in ise Rubio'ya nazaran söz konusu lobilere daha mesafeli durduğu görülüyor. Ancak son günlerde söz konusu lobiden kendisine yönelik olarak Trump tabanında İsrail'e desteği sorgulayan kesimlere yakın durduğu yönünde eleştiriler var. Başta bu iki isim olmak üzere 2028'de yarışmak isteyen tüm Cumhuriyetçi siyasiler bu gidişle İsrail'e destek tartışmasıyla yüzleşmek durumunda kalacaklar.
Sonuç olarak siyaseten Trump tabanı olarak bilinen ancak sosyo-kültürel olarak beyaz kimlik siyaseti cenahı olarak adlandırılan kesimlerde son zamanlarda ciddi bir İsrail ayrışması söz konusu. Bu mesele, ikinci Trump dönemini etkilemekle kalmayıp Amerikan sağının ve muhafazakarlığının Trump sonrası çizgisini de önümüzdeki yıllarda etkileyebilecek nitelikte.