Trump’ı zorlu bir dönem bekliyor

Dr. Kılıç Buğra Kanat / SETA-Washington D.C. Araştırma Direktörü
3.02.2018

Önümüzdeki yıl içerisinde Trump’ı zorlu bir dönem bekliyor. Bir yandan kendisi için de kritik önemde olan 2018 Kongre seçimleri yaklaşıyor. Öte yandan başkanlıktaki ikinci senesini daha istikrarlı bir hale taşımak için çaba harcayacak. Yönetimi içinde ortaya çıkan çatlakları yönetmeye çalışırken medya ile verdiği kavgada muhtemelen daha agresif bir ton izleyecek. Bu süreçte tabanının beklentilerini karşılamak için elinden geldiğince seçim vaatlerini yerine getirmeye çalışacak.


Trump’ı zorlu bir dönem bekliyor

Aslında her şey bir film gibi gelişti. Amerikan sineması uzun yıllardan bu yana sıra dışı karakterlerin başkan olduğu komedi filmlerine sahne olmuştu. Bu filmlerin birçoğunda konu kazara başkanlık yarışına giren sıradan bir vatandaşın Washington elitlerine pabucunu ters giydirmesine dayanıyordu. Bu vatandaş kendini halktan yabancılaşmış, kibirli ve bir o kadar çıkar gruplarının kölesi haline gelen siyasetçilerle mücadele içinde bulunca önce oyunu var olan kurallara göre oynamaya çalışıyor ve bununla bir yere varamayacağını görünce de kendine has bir kampanya ve içinden gelen her şeyi açıkça ortaya koyan tavrıyla yarışı lehine çeviriyordu. Hedef bir yandan Washington’da oluşan müesses nizam bir yandan da siyasi doğruculuk adı altında asıl meseleleri konuşamadığını ileri sürdüğü elitlerdi.

Ivan Reitman’ın 1993 tarihli filmi Dave sıradan bir vatandaşın sadece fiziksel benzerlik sebebiyle ABD başkanının yerini alması ve geçici olması beklenen bu pozisyonda bir süre kalınca aslında başkandan daha iyi bir performans sergilemesini konu edinmişti. Filmin kahramanı Dave Kovic  bir yandan Beyaz Saray bürokrasisinin kurt politikacılarıyla mücadeleye girişirken öte yandan da sıra dışı ve daha insani bir başkan profili çizmeye başlamıştı. Bu filmden 10 sene sonra Chris Rock’ın yönetip başrolünü oynadığı Head of State filmi bu sefer Mays Gilliam ismindeki Afro-Amerikan bir lokal siyasetçinin partisi tarafından hiç beklenmedik bir şekilde başkan adayı olarak seçime girmesini konu alıyordu. Washington’daki yıllanmış siyasi elitin ve siyasal operatiflerin arasında kendini bulan Gilliam bu isimlerin yönlendirmesi ile başladığı konvansiyonel seçim kampanyasında ümit ettiği başarıyı kazanamayınca bir strateji değişikliği ile artık daha dobra bir kampanya retoriğine başlıyordu. Bu durum Gilliam’ın siyasi anlamda tüm bilgisizliği ve tecrübesizliğine rağmen kısa bir süre sonra anketlerde öne geçmesine sebep oluyor ve bu süreçte Gilliam yanında geniş halk kitlelerini buluyordu. Halk Gilliam’ın cehaletini sempatik, dobra olmasını da samimi buluyordu.

‘Papa seçmiyoruz’

Bu daldaki bir başka örnek de 2006 yılında Amerikan siyasi sinemasının önemli yönetmenlerinden Barry Levinson’un yönettiği ve Robin Williams’ın başrolünü oynadığı The Man of the Year filmiydi. Film aslında bir komedyenin nasıl başkanlık yarışına girdiği ve iddialı bir hale geldiğini göstermesi bakımından yeni bir sıra dışı başkan portresi sunmuştu izleyicilere. Bir programı sırasında seyircilerden birinin “Belki de başkan adayı olmalısın” sözünden sonra harekete geçen Tom Dobbs, kısa sürede kendine büyük parti adayları arasında yer bulmuştu. Dobbs da önceki kurgu başkan adayları gibi başkanlık yarışına konvansiyonel bir söylem ve olağan bir kampanya ile başlıyor ancak gene bu durumun mevcut sistemde işe yaramadığını anlıyordu. Bunun üzerine Dobbs kendi olmaya karar veriyor ve mizah odaklı bir seçim kampanyası başlatarak siyasi ve ahlaki tüm kriterleri yok saymaya başlıyordu.

Bu uzun Amerikan sineması girişi aslında Başkan Trump’ın da adaylık sürecini bir nebze açıklaması açısından oldukça önemli. Trump’ın oldukça kötü bir şekilde gerçekleştirdiği düşünülen adaylık konuşmasının aslında toplumun bazı kesimlerince o kadar da kötü bulunmadığını gözlemciler ancak seçim gecesi anladı. Trump tıpkı yukarıda bahsi geçen kurgu karakterlerin yaptığı gibi sıra dışı bir söylem ve ton ile siyaset sahnesine girmişti. Meksika-Amerika sınırına duvar örmekle başladığı ‘çılgın projeleri’ ve seçim vaadleri kampanya boyunca devam etti. Müslümanların Amerika’ya girmesini yasaklayacağı yolundaki sözü toplumun büyük kesimlerinde tepki görürken aslında kendi tabanında bir konsolidasyonu da beraberinde getirmişti. Kimsenin söyleyemediği şeyleri söyleyebilen bir aday olarak tarif etmeye başladı bu taban Trump’ı. Uzun zamandır ihmal edildiğini düşünen, sürekli ayrımcılığın azınlıklar lehine yapıldığını iddia eden, küreselleşmenin ekonomik zararlarını en çok hisseden, kültürel anlamda saldırı altında olduklarını savunan genel olarak Amerika’nın iç bölgelerindeki küçük kasabalarda yaşayan Beyaz Amerikalı erkeklerin oluşturduğu bu grup o zamana kadar kamuoyu araştırma şirketlerinin ve siyasal bilimcilerin radarından çıkmıştı. Uzmanlar hangi azınlık grubunun oyun değiştirici olduğunu düşünedursun ‘sessiz çoğunluk’ Trump’tan yana durmaya başlamıştı bile. Trump bir yandan bu kesimin fanatik desteğini kazanırken öte yandan da Washington’a şüpheyle bakan ve başkent elitlerine artık güvenmeyen geniş kalabalıklar için bir umut oldu. Irak Savaşı’ndan  ekonomik krize, kurumlar arası mücadeleden Obama dönemindeki kutuplaşmaya kadar birçok konu Washington’un halkın nezdinde güvenini yitirmesine sebep olmuştu.

Yeni bir kriz kapıda

Trump ise Washington’dan olmamasını bir avantaja dönüştürürken bu bataklığı kurutma sözü de veriyordu insanlara. İlk etapta oldukça para-doksal bir durumdu. İhmal edildiğini düşünen kesimlerin hayatı boyunca ayrıcalıklı bir hayat yaşamış bir milyarder emlakçıya bu kadar bağlanması. Trump aslında bu kesimlere kimliksel aidiyet dışında ekonomik açıdan büyük bir söz vermiyordu. Bu sırada karşısındaki adayların Trump’ı etik ve moralistik açıdan eleştirmeye kalkması bir başka yanlıştı. Trump kampanya boyunca etik hiçbir standarda uymayacağının işaretlerini verirken bu tür bir iddiada da bulunmamıştı. Tıpkı kurgusal başkan adayı Dobbs gibi kendisi hakkında ortaya konulan taciz iddialarını elinin tersiyle bir kenara itiyor, ses kayıtları hakkında mizahi cevaplar verebiliyordu. Kampanyasını yöneten isimler de bu durumu oldukça pişkin bir biçimde ‘Papa seçmiyoruz neticede’ sözleriyle açıklıyordu. Bu söylenenler ve yapılanlar Cumhuriyetçi Parti ve Trump rüzgarının bir araya gelmesi ile sonuçlanınca ortaya hiç beklenmedik bir sonuç çıktı. Hatta Trump’ın dahi tam olarak beklemediği bir durum. Trump seçimi kazandı. Bu beklentinin düşük olduğu ölçüde Trump’da yönetimi devralmak konusunda hazırlıksızdı. Geçiş dönemi sürecinde A takımı oluşturmada yaşanan zorluklar ve göreve getirilen isimlerin arasında yaşanan kutuplaşmalar Trump’a Washington’un hiç de kolay bir yer olmadığını gösterdi. Trump’ın ideolojik grubu ile profesyonel danışmanları arasındaki mücadele tüm sene boyunca medyaya malzeme verdi. Yılın sonuna doğru bu kavgadan şimdilik galip çıkan emekli askerler güvenlik politikalarını belirlerken Amerika özellikle Suriye özelinde askeri stratejinin grand strateji olmadığı gerçeğiyle bir kez daha karşılaştı. Trump bir yandan yargı ile ülkeye giriş yasaklarının engellenmesi konusunda mücadeleye girerken öte yandan da Sağlık Sigortası yasası sebebiyle Kongre ile gergin bir sene yaşadı. Bu süreçte dış politikada da tam olarak ne istediğini ortaya koyamadı. Bir yandan çok taraflı tüm anlaşmalardan elinden geldiğince çekilmeye çalıştı. TPP’nin iptali, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme, NATO’nun 5. Maddesini dile getirmemek için uğraşma, İran nükleer anlaşmasını ve NAFTA’yı yeniden tartışmaya açma bunların sadece birkaçıydı. Diğer dış politika gelişmelerinde ise sürekli olarak kendi dış politika ve güven-lik yetkilileri ile anlaşmazlıklara düştü. Katar krizinde Savunma Bakanı Mattis ile ayrı dallardan çalarken, Kuzey Kore krizinde de Dışişleri Bakanı Tillerson’u oyun dışı bırakan tweet’ler attı. Bu süreçte Amerikan tarihinin en kısa süre görevde kalan Ulusal Güvenlik Danışmanı, İletişim Direktörü, Sözcü ve Özel Kalem Müdürü de bu yönetimin ilk yılında görevden alındı. Bu süreçte Kudüs kararı gibi ABD’yi uluslararası platformda yalnızlaştıran kararlara da imza attı Trump. Suriye konusunda Obama politikalarını devam ettirirken İran konusunda tam Obama’nın zıddı bir politika izlemeye çalıştı.

Rusya hayaleti

Tüm bunların yanında bir de hala sonu nereye gideceği belli olmayan bir Rusya hayaleti Trump’ı yıl boyunca meşgul etti. Kampanyaya başla-dığı andan itibaren sürekli olarak beraber çalışmayı arzu ettiğini söylediği Putin ile hedeflediği yakınlaşma ortaya çıkan iddialar ile en azından bir süreliğine ertelenmiş oldu. FBI Eski Başkanı Mueller’ın yürütmekte olduğu soruşturmada şimdiye kadar kampanyasında yer alan üç kişi suçlarını kabul ederek Mueller ile anlaşma yoluna gitti. Bu soruşturmanın sonunda varacağı nokta şimdilerde ABD’de gündemin en önemli maddelerinden biri. Soruşturmanın ucunun başkana uzanması durumunda ABD’de yeni bir kriz ortaya çıkmış olacak. Önümüzdeki yıl içerisinde Trump’ı zorlu bir dönem bekliyor. Bir yandan kendisi için de kritik önemde olan 2018 Kongre seçimleri yaklaşıyor. Öte yandan başkanlıktaki ikinci senesini daha istikrarlı bir hale taşımak için çaba harcayacak Trump. Yönetimi içinde ortaya çıkan çatlakları yönetmeye çalışırken medya ile verdiği kavgada muhtemelen daha agresif bir ton izleyecek. Bu süreçte kendi tabanını ve bu tabanın beklentilerini karşılamak için elinden geldiğince seçim vaatlerini yerine getir-meye çalışacak. Bu süreçte uluslararası kamuoyu da Trump’ı ve onun yönetimini anlamaya çalışacak. Yukarıda adı geçen filmlerdeki gibi beklenmedik bir şekilde seçilen bir başkanın şaşırtan başarısı mı yoksa ABD açısından bitmek bilmeyen iç kaos dönemini mi göreceğiz, bunu büyük ölçüde Trump’ın 2018’deki performansı belirleyecek. Bütün dünya da bu dönemi büyük bir merakla seyredecek. 

@KilicKanat