Trump'ın 100 günü: Uluslararası düzenin yeniden inşasına giriş mi?

Hakan Çopur/ Araştırmacı, Yazar
7.05.2025

Trump, ABD'nin sağladığı güvenlik şemsiyesinin artık kimse için (İsrail hariç) karşılıksız olmayacağını açık bir şekilde ilan etmiştir. Bu, başta Avrupalı müttefiklerden Asya-Pasifik ortaklarına kadar geniş bir coğrafyada birçok ülke için “yeniden güvenlik paradigmasını düşünme” ihtiyacını doğurmuştur. Nitekim AB'nin son dönemde Türkiye'ye eskiye göre daha sıcak mesajlar vermeye başlamasının temel sebeplerinden biri budur.


Trump'ın 100 günü: Uluslararası düzenin yeniden inşasına giriş mi?

Hakan Çopur/ Araştırmacı, Yazar

ABD'nin 47. Başkanı Donald Trump, 2016-2020 yılları arasındaki ilk döneminde ancak fragmanını izlettiği "sistemik dönüşüm" sürecini, bu dönemde birçok alanda daha net ve somut bir şekilde hayata geçirmek istiyor. Trump'ın 20 Ocak 2025'te ikinci kez başkanlık koltuğuna oturması, sadece Amerikan iç siyaseti açısından değil, uluslararası sistemin geleceği bakımından da derin etkiler yaratacak bir dönüşüm sürecinin başlangıcı olarak görülebilir. Trump'ın ilk 100 günü, hem iç hem dış politikada önceki döneminden daha net, somut ve hatta esaslı adımlar içermekte ve "önce Amerika" paradigmasını kurumsallaştırma yönünde kararlı bir irade ortaya koymaktadır.

Trump'ın Beyaz Saray'da bu kadar rahat ve kararlı davranabilmesinin arkasında kuşkusuz seçim başarısı kadar Cumhuriyetçi Parti'nin hem Temsilciler Meclisi hem de Senato'da çoğunluğa sahip olması vardır. Bunun yanı sıra, önceki döneminden farklı olarak, başkanlık kabinesi içerisinde Trump'ın söylem ve stratejileriyle tamamen uyumlu bir ekibin işbaşında olması da önemlidir. Böylece Trump, sistemin fren-denge mekanizmalarının çoğunu aşarak daha agresif bir politika seti uygulama imkanına kavuştu.

İç politikada odak noktası sınır güvenliği ve ekonomi

Trump'ın iç politika gündeminin merkezinde, kuşkusuz düzensiz göçmenlerle mücadele yer almaktadır. Seçim sürecinde dillendirdiği birçok vaadi hızla uygulamaya başlayan Trump, "yakala ve serbest bırak" (catch&release) yaklaşımını sonlandırarak "yakala ve sınır dışı et" (catch&deport) yaklaşımına geçti. Bu yeni uygulama çerçevesinde, güney sınırına binlerce asker sevk edildi ve MS-13 ile Tren de Aragua gibi belirli Latin Amerika kökenli çeteler resmen "yabancı terör örgütü" ilan edildi. Bu adım, yalnızca iç güvenlik perspektifiyle değil, aynı zamanda dış politika araçlarıyla desteklenen hibrit bir strateji olarak da okunmalıdır. Sınırda yakaladığı düzensiz göçmenleri en hızlı şekilde sınırdışı eden Trump yönetimi, söz konusu çetelerle ilişkilendirilen kişilerin ise El Salvador'daki yüksek korumalı cezaevlerine göndermeye başlayarak Cumhuriyetçi-muhafazakar seçmene "bakın sınırlarımız artık güvenli" mesajı verdi.

Trump'ın 100 günlük performansında şu ana dek çok iyi iş çıkaramasa da "enflasyonu düşürüyorum" diye en fazla vurguladığı diğer alan ise ekonomi oldu. Seçim sürecinde sınır güvenliği ile birlikte iç politikada en fazla atıf yaptığı konu olan ekonomide "Biden'dan kötü bir tabloyu" devraldığını savunan Trump, hem içerideki bazı adımlarıyla hem de yeni gümrük vergisi tarifeleriyle "yeniden güçlü ve zengin Amerika" mottosunun altını doldurmaya çalıştı. Şu ana dek ekonomi alanında ortaya koyduğu performans halkı yeterince tatmin etmiş değil, ancak Trump'ın savı, zaman ilerledikçe ekonominin daha iyi duruma geleceği üzerine kurulu.

Ekonomide dengeleri sarsan koruyucu milliyetçilik: Yeni bir gümrük rejimi

Trump'ın ekonomi politikası, selefi Joe Biden'ın "temkinli müdahalecilik" çizgisinden belirgin şekilde ayrışıyor. Trump, ithalata yönelik gümrük tarifelerini ciddi düzeyde artırarak hem iç üretimi teşvik etmeyi hem de dış ticaret açığını azaltmayı hedefliyor. Otomobil, çelik ve teknoloji ürünleri başta olmak üzere çok sayıda sektöre yüzde 25'i aşan vergiler uygulanmaya başlandı. Çin'e uygulanan yüzde 145'lik tarifenin yanı sıra neredeyse tüm ülkelere getirilen minimum yüzde 10'luk tarife, tüm uluslararası ekonomik dengeleri sarstı. İkinci döneminde hem kendinden hem de Cumhuriyetçi Parti'den daha emin bir şekilde Beyaz Saray'daki koltuğuna oturan Trump, "artık Çin'e verdiğimiz devasa ticaret açığı sürdürülemez" deyip tabiri caizse masayı devirdi. Bu yaklaşım, Trump'ın sürekli övgüyle bahsettiği "klasik korumacı politikaların" post-modern bir versiyonu olarak nitelendirilebilir, ancak ne kadar işe yarayıp yaramayacağını ancak zaman gösterecek.

Trump'ın "Amerika yeniden zengin olacak" söylemi, yalnızca ekonomik bir hedefi değil, aynı zamanda Batı kapitalizminin son 30 yılda oluşturduğu küresel üretim ve tedarik zincirlerine karşı radikal bir meydan okumayı da içermekte. Bu doğrultuda ABD, kendi liderliğinde inşa edilen çok taraflı küresel ekonomik düzenin kendi isteğiyle dışına çıkma iradesi göstererek, yeni bir ekonomik egemenlik anlayışını gündeme getiriyor.

Uluslararası sistemde yapısal revizyon: Yeni güvenlik paradigması

Dış politika açısından Trump'ın ikinci döneminin en ayırt edici yönü, ABD'nin tarihsel olarak (en azından 1947'deki Truman Doktrininden bu yana) sürdürdüğü "küresel jandarmalık" rolünden tedrici bir geri çekilme stratejisini benimsemesidir. Trump, ABD'nin sağladığı güvenlik şemsiyesinin artık kimse için (İsrail hariç) karşılıksız olmayacağını açık bir şekilde ilan etmiştir. Bu, başta Avrupalı müttefiklerden Asya-Pasifik ortaklarına kadar geniş bir coğrafyada birçok ülke için "yeniden güvenlik paradigmasını düşünme" ihtiyacını doğurmuştur. Nitekim AB'nin son dönemde Türkiye'ye eskiye göre daha sıcak mesajlar vermeye başlamasının temel sebeplerinden biri budur. Trump'ın Amerikası, Çin'le küresel rekabet için yerkürenin her yerinde varlık göstermeye çalışan bir "süper güç" olmak yerine, kendi içinde ekonomik ve teknolojik olarak çok daha büyük bir güç olmayı daha doğru bir strateji olarak görüyor.

ABD-Çin ilişkileri ise bu yeniden konumlandırmanın tam da merkezinde yer almaktadır. Trump yönetimi, Çin'e karşı daha doğrudan bir ekonomik ve jeopolitik mücadele stratejisi benimsemektedir; bunun ilk adımı olarak başlayan gümrük tarifeleri adımı, Pekin'in hızını frenleme yolunda atılmış bir adımdır ancak bu bilek güreşinden kimin galip çıkacağı henüz belli değildir. Çin'in bu adımlara verdiği karşı tepki, iki ülke arasında potansiyel olarak derinleşebilecek yeni bir (ekonomik/teknolojik) Soğuk Savaş senaryosunu da gündeme getirmektedir.

Ukrayna, Gazze ve İran üzerinden yürüyen diplomatik satranç

Trump'ın ilk 100 gününde dış politika gündeminde önemli bir yer tutan Rusya-Ukrayna savaşı konusunda izlediği tutum, büyük ölçüde çatışmayı müzakere yoluyla sonlandırma vaadine dayanıyor. Ancak Zelenskiy yönetiminin gösterdiği direnç ve Rusya'nın mevcut kazanımlarını terk etmeye hiç niyetinin olmadığının ortaya çıkması, Trump'ın diplomatik çözüm arayışlarını ciddi ölçüde sınırlandırmaktadır. ABD'nin askeri yardım düzeyinde yaptığı kısıtlamalar Kiev'in sahadaki gücünü zayıflatırken, Trump'ın Putin'in bugüne kadar Ukrayna'da ele geçirdiği avantajları kolay kolay bırakmayacağını görmesi birkaç ayı aldı. Dolayısıyla Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesi konusunda yüksek perdeden konuşan Trump, 100 günü geride kalmasına ve müzakere süreci başlamış olmasına rağmen, henüz bu savaşı ne zaman ve hangi koşullarda durdurabileceğini öngörememektedir.

Ortadoğu'da ise Trump yönetimi, İran ile nükleer müzakereleri yeniden başlatma iradesini ortaya koyarken, bu süreçte "havuç ve sopa" stratejisini uygulanmaktadır. Bir yandan müzakereler devam ederken ve Trump İran halkı için "olumlu" mesajlar verirken, diğer yandan askeri caydırıcılık unsurları devreye sokulmaktadır. Ancak bu konuda açık olan şey, Trump'ın İran'ın nükleer tesislerini vurma konusunda Netanyahu gibi aceleci olmadığıdır. Dış politikada odağını Rusya-Ukrayna krizine veren Trump'ın İran konusunu biraz da bu sebeple zamana yayabileceğini düşünmek makuldür.

Öte yandan Gazze konusunda yaptığı açıklamalarla ciddi tepki toplayan Trump, daha sonra bu "Gazze'yi emlak cenneti yapalım" söylemini en azından şimdilik bir kenara bırakmış duruyor. İsrail'e Gazze konusunda tam destek vermeye devam eden Trump, mayıs ayında Suudi Arabistan, Katar ve BAE'ye giderek burada Ortadoğu ile ilgili yeni bir denklem kurabilmek için çaba gösterecek. Bu görüşmelerden ne çıkacağını hep beraber izleyeceğiz, ancak özellikle İsrail ile Arap ülkeleri arasında, İbrahim Anlaşmaları üzerinden bir normalleşme sağlamak isteyen Trump'ın önündeki en önemli mesele, Gazze konusu olacak. Tabii Arap liderlerin Gazze konusunda ABD Başkanı karşısında nasıl bir duruş sergileyecekleri konusu da ayrıca önem arz edecek

Türkiye ile ilişkiler: Pragmatik uyum ve liderler diplomasisi

2016-2020 döneminde Türk-Amerikan ilişkilerindeki ciddi krizlere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki "liderler diplomasisi" zaman zaman önemli işlevler görmüş ve ilişkilerin "daha kötüye gitmesini" önleyen bir bariyer olmuştu. Yeni döneminde de Trump, Türkiye ile ilgili tüm açıklamalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan övgüyle bahsederken, Türkiye'nin başta Suriye olmak üzere Ortadoğu'da çok güçlü bir aktör olduğunun altını çizdi. Ankara'nın Trump'tan temel beklentilerinden biri olan Suriye'den asker çekme konusunda somut bir adım atan Trump, Suriye'deki asker sayısını yaklaşık yarıya düşürdü. Bununla birlikte İsrail Başbakanı Netanyahu'nun, Suriye'deki etkinliği artan Türkiye'yi şikayet etmek üzere gittiği Beyaz Saray'da, Oval Ofis'te canlı yayında Trump'dan dinlediği sözler de oldukça önemliydi. Trump, ABD'nin dünyada her konuda tek istisnası sayılan en köklü müttefiki İsrail'in Başbakanına "Erdoğan, Suriye'de kimsenin yapamadığını yaptı ve şimdi oradaki en güçlü aktör. Sen de biz de Suriye konusunda makul olalım, ancak o zaman Türkiye ile müzakere edebiliriz" diye açıktan uyarıda bulunuyordu. Ancak "Erdoğan ile ben müzakere ederim" söyleminin diğer tarafının, "Türkiye'den istediğimi alabilirim" anlamına gelip gelmeyeceğini hep beraber izleyip göreceğiz.

Trump'ın 24 Nisan'da 1915 Ermeni olaylarına ilişkin yaptığı resmi açıklamasında, Joe Biden döneminden farklı olarak "soykırım" (genocide) kelimesini kullanmaması da Türk-Amerikan ilişkileri bakımından önemli bir tavırdı. Türkiye elbette bu konuda Amerika ne diyor diye açıklamaya bakacak bir ülke değildir; ancak Biden'ın 4 yıl boyunca "genocide" kelimesini kullanmasının ardından Trump'ın ABD'nin eski geleneksel politikasına dönmesi yine de önemlidir.

Türkiye ile ABD arasında yakın zamanda en olası işbirliği alanı Rusya-Ukrayna savaşı olacak gibi gözüküyor. Trump'ın bu konuda Ankara'dan bazı beklentilerinin olacağı aşikar, ancak bunların ne olacağını ve ilişkileri nasıl etkileyeceğini zaman gösterecek. Bununla beraber bir diğer kaçınılmaz olarak ortak çalışılması gereken alan da Suriye olacaktır. Gazze konusunda İsrail'in atacağı muhtemel adımlar ve Trump'ın bu hususta Netanyahu'ya ne diyeceği konusu da Türk-Amerikan ilişkilerini belli oranda etkileyecektir. Ancak tüm bu başlıklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump'ın ilk ikili görüşmesinde daha net ve somut bir boyut kazanacaktır.