Trump’ın Kudüs çıkışının zamanlaması ve Hamas

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
23.12.2017

Hamas’ın yükselen etkisini kırmada Kudüs’ün statükosunu sarsacak bir karar, normalleşme sürecindeki bir yapıyı tahrik edip radikalleşme çizgisine taşıyarak onun düzen içinde ötekileşmesini ve sistem dışı kalmasını sağlayacaktı. Trump’ın aldığı kararın zamanlamasının Hamas’ın konumuyla doğrudan ilişkili olduğu açıkça görülmektedir.


Trump’ın Kudüs çıkışının zamanlaması ve Hamas

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın geçen hafta açıkladığı, ülkesinin Tel Aviv Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması yönündeki karar tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Esasen Birleşik Devletler Senatosu’nun 1995 yılında kabul ettiği “Kudüs Büyükelçilik Yasası (Jerusalem Embassy Act)” her egemen devletin kendi başkentini belirleme hakkının olduğunu, Kudüs’ün 1950’den beri İsrail’in başkenti olarak kullanıldığını, Kudüs’ün 1967’den beri tek ve bölünmemiş bir şekilde İsrail tarafından yönetildiğini, bu nedenle ABD’nin de bu hakka saygı duyarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi ve büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması gerektiğini belirtmekteydi. Kudüs’teki büyükelçiliğin 31 Mayıs 1999’a kadar kurulması gerektiği yine yasada yer almakta ise de taşınma hususu o tarihten beri mütemadiyen başkanlar tarafından ertelenmekteydi. Lakin Trump, seçim propagandasını yürütürken dahi İslam dünyasını yakından ilgilendiren radikal kararlar alacağının ve seleflerinden daha farklı bir strateji izleyeceğinin sinyallerini vermekteydi. Bu nedenle başta Müslüman toplumlar olmak üzere dünya üzerindeki birçok devletin tepkisini çeken bu karar, Trump’ın dış politika perspektifi dikkate alındığında şaşırtıcı olmamıştır.

1967’den beri Doğu Kudüs’ü de işgal etmiş olan İsrail, 1980’de yürürlüğe koyduğu Kudüs başlıklı Temel Yasa’yla, uluslararası hukuk ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak tek taraflı olarak, Doğu ve Batı ayrımı yapmaksızın, Kudüs’ü bütüncül olarak İsrail’in Başkenti ilan etti. İsrail Parlamentosu Knesset, 1949’da Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmış ve o tarihten itibaren, devletin tüm bürokratik mekanizması tedrici bir şekilde Kudüs’e taşınmaya başlamıştır. Kudüs’ü İsrail’in hükûmet merkezi haline getirme stratejisi İsrail Devleti’nin teolojik arka planla şekillendirdiği siyasetinde Kudüs’ü günden güne çevrelemesi anlamına gelmekteydi. Her ne kadar yabancı ülkelerin misyon temsilcilikleri Tel Aviv’de bulunsa ve burası genel kabulle İsrail’in başkenti olarak görülse de devletin uzun yıllardır Batı Kudüs’ten yönetildiği göz önünde bulundurulduğunda, aslında İsrail’in 1980’deki kararını bilfiil uyguladığını göstermektedir. 1967’deki işgal sonrası bölgenin statükosunu tamamen değiştiren ve Kudüs’ü günden güne saran İsrail’e ABD’nin başkent konusundaki zımni desteği, Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararının şimdilik ABD daha sonra belki diğer devletler nezdinde de facto statüden de jure statüye geçmesi demektir.

Hamas’ın siyaset belgesi

Başkan Trump’ın aldığı karar dengeleri sarsıcı ve mevcut statükoyu değiştirecek bir nitelikte olsa dahi, kararın kendisinden ziyade zamanlaması daha büyük öneme sahiptir. Öncelikle Trump’ın seçildiği günden bu yana ABD’deki müesses nizamın ana unsurlarıyla derin bir çatışma içinde olması ve Başkan’ın görevinden istifa etmesi yönündeki talep ve temennilerin sürekli yüksek sesle dillendirilmesi, Trump için ciddi bir meşruiyet sorununa tekabül etmektedir. Özellikle son zamanlarda muhaliflerin Trump karşısında kazandıkları mevzi, Başkan’ın kendi pozisyonunu koruyabilmek için aldığı bu radikal kararla zaman kazanmayı ve manevra alanı oluşturmayı amaçladığını göstermektedir. Amerikan müesses nizamına karşı Siyonist lobinin yoğun desteğini yanına çekme girişimiyle, Trump üzerindeki baskıyı bir süre daha öteleyecektir. Bununla birlikte alınan bu karar sadece ABD’nin iç dengelerini korumak adına değildir. Aksine Müslüman dünyaya yönelik İslami siyasallığı zedeleme stratejisinin bir uzantısı olarak değerlendirilmesi gereken bu karar zamanlaması itibariyle hayati önem taşımaktadır.

Hem Trump’ın içeride zor günler geçirdiği hem de Müslüman dünyada küresel siyasete yönelik alternatif okuma biçimlerinin düşük düzeyli de olsa yükselişe geçtiği bir dönemde yapılan bu hamle, İslami siyasallığın etki alanını azaltmaya dönük büyük bir teşebbüstür. Başkan Trump’ın mayıs ayında Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyarette Kral Selman ve Mısır Devlet Başkanı Abdul Fettah es-Sisi’yle yapılan görüşmelerde, İslami hareketlerin siyasal pozisyonlarının yeniden tanımlanacağı ve terör örgütü konseptinin yeniden belirleneceğinin emareleri görülmüştü. Katar’la Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği blok arasındaki kriz, Müslüman Kardeşler’e ağır yaptırımlar uygulanması gerektiğine dair ortaya konan irade, Suud Veliahdı Prens Muhammed bin Selman’ın ılımlı İslam doğrultusundaki açıklamaları, bölgeyi derinden etkileyecek kararların yürürlüğe gireceğinin habercisiydi. Tam da bu noktada, Tump’ın Kudüs’ü tanıma kararı, Müslüman coğrafyada siyasal zeminin kodlarını değiştirmeyi hedefleyen ciddi bir planın en önemli parçası konumundadır.

Yaklaşık bir yıldır Ramallah Hükümeti’nin Gazze üzerindeki yoğun baskısı, Ortadoğu’da İslami siyasallığın önemli temsilcilerinden Hamas’ı zayıflatma ve hareket alanını kısıtlama politikasının bir sonucuydu. Mayısın ilk haftasında Hamas’ın açıkladığı yeni siyaset belgesiyle, kendisine çizdiği yol haritası normalleşme ve uluslararası sisteme entegre olma istidadının başlıca göstergesiydi. Bu tarihten sonra Hamas’ın Mahmud Abbas ve Fetih’le diyalog sürecine girmesi ve Gazze’deki yetkilerini Ramallah Hükümeti’ne devretmesi, Filistin Davası’nın yeni bir evreye geçişini sağlayacak büyük bir adımdı. Abbas’ın Hamas’ı zayıflatma stratejisine karşı Hamas’ın yeni yol haritasıyla diyalog ve açılım eksenli verdiği cevap, yakın gelecekte Hamas’ın Filistin otoritesinin yasama ve yürütme erkinde temel aktör olacağının haberini vermekteydi. Batı merkezli siyasal perspektife meydan okuma potansiyeline sahip yegâne güç konumundaki İslami siyasallığı zayıflatmak adına yeniden ılımlı İslam söyleminin pazarlanmaya başlandığı bir dönemde Hamas’ın Filistin’de ve bölgede varlığını kuvvetlendirmesi, ABD ve Suudi Arabistan eksenli Ortadoğu dizaynını kökten sarsabilecekti. Hamas’ın Fetih’le başlattığı diyalogla izlediği normalleşme siyaseti tüm Filistinlilerin temsilcisi olma imkanını tanıyacaktı. Bu bakımdan Hamas’ın yükselen etkisini kırmada Kudüs’ün statükosunu sarsacak bir karar, normalleşme sürecindeki bir yapıyı tahrik edip radikalleşme çizgisine taşıyarak onun düzen içinde ötekileşmesini ve sistem dışı kalmasını sağlayacaktı. Trump’ın aldığı kararın zamanlamasının Hamas’ın konumuyla doğrudan ilişkili olduğu da bu vesileyle açıkça görülmektedir.

Filistin davasının geleceği

Fetih ve Hamas arasındaki diyalog görüşmelerinde normalleşmenin başlıca göstergesi, 2018 yılı içinde Filistin genelinde meclis seçimleri yapılmasına dair niyetin ortaya konmasıydı. 2006 yılından bu yana ilk defa Filistin genelinde seçimlere katılma şansı yakalayacak Hamas için bu durum oldukça önemli bir gelişmeydi. Özellikle 2006 seçimlerindeki sonuçlar dikkate alındığında, gelecek seçimlerde Hamas’ın yine büyük bir zaferle çıkması büyük olasılık dahilindedir. “Değişim ve Reform” ismiyle girdiği seçimlerde 132 sandalyeli Filistin Meclisi’nde aldığı yaklaşık yüzde 45 oy oranıyla 74 sandalye kazanan Hamas’ın bu büyük başarısı, dış baskı sonucu yok sayılmış ve böylece Hamas, Gazze’de izole edilen bir hale dönüşmüştü. Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs bölgesindeki meşru başarısı dikkate alınmaksızın Filistin’in Hamas tarafından yönetilmesini istemeyenler, Fetih’e verdikleri destekle Filistin siyasetinde ciddi bir ayrışmayı da körüklemişti. Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın meşru seçimlerin sonucuna saygı duymaksızın “Silahlı terör örgütü mensuplarının yer aldığı bir Filistin hükümetiyle herhangi bir diyalog gerçekleştirmeyeceklerini” ifade etmesi, Hamas’ın zaferi karşısında demokratik teamüller doğrultusunda hareket etmeden tamamen dışlayıcı bir siyaset izleneceği anlamına gelmekteydi. Batı dünyasının mevzubahis Hamas olduğunda şeffaf ve demokratik seçimlere dahi itibar etmemesi, temel mevzunun İslami siyasallığın etki alanının daraltılmasıyla doğrudan alakalı olduğunu göstermektedir.

Bölgedeki mevcut konjonktür ve Fetih’in uzun yıllar boyunca özgün bir irade koyamaması, Filistin halkının büyük oranda alternatif siyasal zemin ve öznellik inşa etme potansiyeline sahip Hamas’a yoğun destek vermesini sağlayacak hususlardır. Bu bakımdan Hamas’ın siyasal vizyonu Filistin meselesinin çözümüne şüphesiz farklı bir soluk getirme ve bölgedeki dengeleri yeniden şekillendirme gücüne sahiptir. Böyle bir yapının siyasal stratejisini geliştirdiği ve küresel düzeyde daha fazla muhatap alındığı bir dönemde, Kudüs’e dair ABD’nin aldığı karar Hamas’ı yeniden eski pozisyonuna dönüştürme hedefini gütmektedir. Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın statüsünü korumak önemli olmakla birlikte Hamas’ın bu çalkantılı ve bir o kadar riskli süreçte benimsediği yeni çizgiyi muhafaza etmesi de hayati öneme sahiptir. Çünkü Filistin davasının başarıya ulaşmasında Hamas’ın varlığı mühimdir. Gerek Filistinlilere yeni bir gelecek vaat edebilmesi gerekse yıllardır Batı eksenine angaje olan Fetih’in küresel siyasetteki konumunun aksine daha nitelikli bir uluslararası ilişkiler anlayışı ortaya koyacak olması, Hamas’ı bu dönemde geçmiştekinden daha çok varlığını ve siyasal çizgisini devam ettirmeye mecbur kılmaktadır.  İslami siyasallığa, Batı dünyasının yanı sıra Suudi Arabistan ve Mısır yönetimleri gibi İslam dünyasında da ciddi saldırıların olduğu bir zaman diliminde, Hamas’ı silahlı bir terör örgütü şeklinde göstermek için yoğun bir çaba sarf edilecektir. Bu nedenle Hamas’ın ABD’nin tamamen tahrik etmek ve bölgesel statükoyu değiştirmek için aldığı karar karşısında akl-ı selim ile hareket etmesi ve Müslüman dünyadan yükselen hamasi söyleme kulak asmaksızın kendi realitesi ve siyasallığı çerçevesinde hareket etmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, Hamas bu süreçte radikalleşir ve sistem dışına itilirse bu durumda Abbas uzun yıllardır istediği fırsatı da büyük oranda yakalamış olacak ve Filistin’deki en büyük rakibi Hamas’ın etkinliğini kırmış olacaktır. İntifada seslerinin İslam ülkelerinin birçoğunda yükselmesi, intifada başladığında Filistinlilere İsrail’e karşı mücadeleyi sürdürecek desteğin verilmesi anlamına gelmemektedir. Bu nedenle Hamas, yeni siyaset haritasına sadık kalarak ve Fetih’le başlattığı diyalog sürecinden taviz vermeyerek 2018 yılında seçimlerin yapılması için azami gayret göstermelidir. Ayrıca Hamas, Filistinli tüm tarafları mobilize ederek uluslararası hukukun imkanlarını aktif şekilde kullanmayı ve Trump’ın kararına ve İsrail’in fiili uygulamalarına net bir duruş sergilenmesi doğrultusunda tüm İslam ülkeleriyle iş birliğini devam ettirmelidir. Bu süreçte özellikle Hamas’ın, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti’nin süratle tanınması ve diplomatik misyonların Doğu Kudüs’e bir an önce taşınması hususunda İslam ülkelerini ikna çabaları da hem Hamas’ın siyasal zeminden asla kopmamasını hem de uluslararası hukuk eliyle Kudüs’ün statüsünün korunmasını sağlayacak başlıca hamle olacaktır.

@Mercanmh