Trump'ın mirası: Trumpizm'in ötesinde ne var?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
7.11.2020

Beyaz Saray'da nezaket gösterilerini iyi bilenler oturursa ABD'deki kutuplaşmaya neden olan ekonomik ve sosyal psikolojik meseleler sihirli bir biçimde hallolacakmış gibi davranmak, kültürel bir körlük mü yoksa ideolojik bir yanılsama mı bilemeyeceğim ama Amerikan siyaset bilimcilerinin ABD gerçekliğinden giderek uzaklaştığını, Trump travmasını kolay kolay aşamayacaklarını söyleyebiliriz.


Trump'ın mirası: Trumpizm'in ötesinde ne var?

Bir ABD seçimi daha geldi ve bir türlü bitemedi. Bu yazıyı Cuma günü çok erken saatlerde kaleme alırken, hala ABD’nin 46. başkanının kim olacağı belli değildi. Matematik olasılık hesaplarına göre 2020 seçimlerinin galibi, seçim öncesi anketlerin gösterdiği gibi Biden olacak gibi gözüküyor. Ancak beklenenden iyi bir performans sergileyen Trump da yarışı bırakmış değil. Seçim gecesi galibiyetini ilan edecek kadar yani anketlerin tahminin çok ötesinde oy almış, seçimlere hile karıştırıldığını iddia etmiş, 2-3 eyalette oy sayımının durdurulması için mahkemeye gitmiş, kaybetmiş ancak mahkemeye gidip mücadele edeceğini açıklamış, açıklamaları ana akım medya tarafından verilmemiş, Twitter tarafından sansürlenmiş Trump, ciddi bir destekçi kitlesi yarattığını ve Cumhuriyetçi seçmeni konsolide etme becerisi gösterdiğini kanıtlamış oldu. Tüm bu faktörler düşünüldüğünde Trump veya yerine gelecek “küçük” Trump’lar için ABD politikası hala çok cazip. Bu nedenle Trump’ın bıraktığı siyasi miras hakkında düşünmek gerekiyor.

Trumpizm: Amerika Bölünüyor ama Nereden Bölünüyor?

ABD 2020 seçimleri, Trumpizmin yani kaba, milliyetçi, fırsatçı yeni Amerikan popülizminin ABD için Trump ile açılıp, kapanan bir parantez olmadığını gösterdi. Sonuçta, koronavirüs nedeniyle her gün neredeyse 1000 kişinin öldüğü, sağlık hizmetlerine ulaşmanın bir hak değil ayrıcalık olduğu, siyahlara şiddetin yağmayı, yağmanın ırksal şiddeti tetiklediği, insanların Trump’a olan sempatilerini politik doğruculuk adına sakladıkları ama iş dükkanların, vitrinlerin güvenliğine gelince Trump sempatizanlarının ve karşıtlarının gücünün bilindiği bir ABD’de, üstelik çok başarılı olmayan bir dış politika ile neredeyse %30 daralan bir ekonomide Trump’a giden oylardan bahsediyoruz. Seçimlerde oy verme eğilimleriyle ilgili ciddi bir akademik çalışma henüz yapılmış değil ama sadece gözleme dayanarak Trump’ın sadece, şarkı söyler gibi vaaz veren rahipler ve ruhsal önderler tarafından zihni bulanmış, hayatını mısır tarlalarında geçiren çiftçilerden ve sığır çobanlarından oy almadığı da görünüyor. Meksika sınırına duvar örme fikrinin mucidi, KKK yani beyaz ırkçılık konusunda tavizkar Trump, hispaniklerden ve siyahilerden, üstelik bu topluluklar daha da fakirleşirken oy almayı başardı.

Bazıları, bu gözlemlerin çok abartılmaması gerektiğini iddia ediyor. Onlara göre mesele Trumpizmin güçlenmesi değil, Trump’ın karşısında kibar, diplomatik, bilgili, ölçülü, Twitter gibi platformlar tarafından sansürlenmeyecek ABD’yi temsil etmek için Biden gibi heyecanlandığında çocuklarıyla torunlarını birbirine karıştıran, ne söylediğini hatırlamakta zorlanan birinin aday gösterilmesi. Seçimlerin hemen ertesinde Trump’ın almış olduğu oy karşısında dehşete kapılmış Amerikalı arkadaşlarımız bir yandan bizimle sohbet ediyor, bir yandan organik marketlerden aldıkları ekmeklerinin tahıl oranlarını ölçüyor, bir yandan da “maalesef” Washington DC çevresinin Biden gibi elit ve elitistlere ait olduğunu açıklıyorlardı. Kamala Harris, Demokrat Parti içerisinde parti söylemini benimsemek konusunda, lobi ilişkileri konusunda, insan haklarını övmek-otokrasiye sövmek basitliğine indirgenmiş dış politika konusunda bir adaya biçilen giysiyi mükemmel bir şekilde giymek için çok çalışmıştı ama işte “elitlerin Amerikası’na” ait olmayanlar Beyaz Saray’a ancak arka kapıdan girebilir, Biden’ın arkasına süzülebilirdi. Amerikan akademisinin kökleri ABD dışında olan ama demokrat mensupları kendi elleri kollarını da defalarca bağlayan elitizmle mücadele etmek yerine Trump’tan ve Trump’ın savunduğu taşra değerlerinden nefret etmeyi tercih ediyorlardı. Beyaz Saray’da nezaket gösterilerini iyi bilenler oturursa ABD’deki kutuplaşmaya neden olan ekonomik ve sosyal psikolojik meseleler sihirli bir biçimde hallolacakmış gibi davranmak, kültürel bir körlük mü yoksa ideolojik bir yanılsama mı bilemeyeceğim ama Amerikan siyaset bilimcilerinin ABD gerçekliğinden giderek uzaklaştığını, Trump travmasını kolay kolay aşamayacaklarını söyleyebiliriz.

Askeri Emperyalizm Ekonomik ve Kültürel Barış Üretemedi

Aslında Trump’ın ABD’deki taşralı öfkeyi, bilerek veya bilmeyerek, siyasi bir hareket haline dönüştürdüğü görünüyor. Bazılarına göre bu öfkenin nedeni ekonomik ve Trump, taşralaşan kesimlerden yükselen temelde ekonomik talepleri sömürmeyi iyi başardı. Hatta bu öfkenin hedefindeki beyaz banliyölerdeki korkuyu da (anneciğim, yağmacılar geliyor!) aynı anda sömürmeyi hedefledi ve alınan oylardan anlaşılıyor ki kısmen başarılı oldu. Bu öfke- karşı öfkenin ekonomik olduğunu savunanlar niçin ABD Başkanlık maaşını almayı reddedecek derecede zengin Trump gibi bir figürün peşine takılındığını açıklayamıyor. Ben ise ABD’yi bölen fay-hatlarının ekonomik bir yönü olduğunu kabul etmekle beraber, Amerika’daki kutuplaşmanın ana hattının dışlayıcı kültürel çemberlerin oluşmasında buluyorum. “Herkes kendi mahallesinde yaşasın ve ölsün” diye özetleyebileceğimiz bu ruh hali aslında yeni değil. 70’lerde Kuzey Amerika’da prestijli bir üniversite kasabasında liseyi okurken çevremdeki tüm entelektüellerin derdinin mahallemizdeki iki Hint asıllı profesör ve mutfaklarından yükselen köri kokusu olduğunu dehşet içerisinde görmüştüm. 1970’lerden bugüne ABD daha da zenginleşti, çok güçlendi. Herkesin rüyaları daha çok büyüdü, herkesin mahallesi ise eşit şekilde büyüyüp, güçlenmedi. Üstelik saf askeri gücü ve dış müdahale kapasitesi ile güçlenen yani birilerinin konformizm için büyük bedel ödediği ABD’de kimi mahalleler bir karikatüre dönüştüler (köri seven mahalle, yağmacıların mahallesi, beyaz banliyö kadının mahallesi vb). Bu arada, ABD’nin dış politikasında havariliğini yaptığı “demokrasi” ise ideolojik bir şakaya dönüştü. Bugün, bu şaka ABD seçmenlerini koronavirüs mücadelesinde deterjan içmeyi teşvik eden bir adayla akli melekeleri sorgulanan bir başka aday arasında seçim yapmaya zorluyor. ABD seçim yarışının Dünyanın geri kalanında eyaletler bazında sıkıya sıkıya takip edilmesini komik buluyorsanız, bulmayın. Dünyanın geri kalanı içten içe ABD’nin toplumsal düzeninin, konfor çizgilerinin sarsıldığını görmekten memnuniyet duyuyor ve ister Trump’a ister Biden’a yakınlık duyulsun, bu vasat seçimlerin ABD toplumundaki kutuplaşmanın, elit ve halk arasındaki derin, ekonomik ve kültürel bölünmenin yansıması olduğunu hissediyor. Üstelik ABD seçmeninin elinde bu vasatlığı aşabileceği bir reçete de yok.

Trump’ın Dış Politika Mirası: Kısır Döngü

Dış politika alanı da ABD seçmenine farklı bir reçete öneremeyecek bir kısır döngünün içerisinde: Washington sürekli askeri müdahalede bulunup sonra askerlerini geri çeken, ne müdahaleyi ne de askeri çekilmeyi tam ve zamanında yapabilen bir ülke konumunda.

Trump, başkanlığı kaçırırsa özellikle üzülecek devletler var elbette. Trump yönetiminin AB gibi, NATO gibi kurumsal çerçevelere yatırım yapmayı hiç istemediği, belirli sınırlılıklara sahip ülkelerle özel ortaklıklar geliştirerek sadece Rusya ve Çin’i durdurmaya değil Avrupa’yı da bölmeye çalıştığı biliniyor. Ancak Trump’ın yasını tutacak ülkeler listesinde Türkiye’nin olmadığı bilinmeli. Ankara, Trump yönetiminin yatırım akıttığı Macaristan ya da İsrail ile normalleşme üzerinden ödül dağıttığı Bahreyn, BAE, Sudan ya da Rejim güvenliği için hanedan içi-dışı tüm muhalefeti kanlı ve örtülü operasyonlarla gerçek anlamda susturan MBS yönetimi değil. Ankara, Trump’ın Ortadoğu’dan Avrupa’ya uzanan böl ve yönet eksenlerinin parçası değildi.

Bilindiği üzere görünüşte İran’ı hedef alan bu eksenler, İsrail odaklı yani İsrail’e kazanç sağlama odaklı kuruldular. Eksenlerden biri Ortadoğu’da Filistin hareketinin bastırılması, İsrail’in Suriye aleyhine yayılması, İsrail demir kubbesinin BAE üstünden körfeze taşınmasını amaçlıyordu. Ama Trump yönetimi ve Pentagon bu ekseni, yine görünüşte, Rusya’yı dengelemek için Akdeniz’e doğru uzattıklarında nasıl olduysa hedeflerine Moskova ile beraber Ankara’yı da oturttular. Denebilir ki, Trump Suriye’de Obama yönetiminden devraldığı ve tam olarak ne yapacağını bilemediği PKK koridoru fikrini Rusya-Türkiye-İran işbirliği nedeniyle çöpe atıp, Fırat’ın doğusunda ve Cenevre masalarında farklı bir PYD/SDG fikrine dönüştürmek zorunda kaldı. Bu nedenle Rusya’nın etkisini dengeleme fikri ile Türkiye’nin etkisini dengeleme fikri birbirine karıştı. ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jeffrey’in Türkiye’nin gönlünü okşayacak, PKK’yı Suriye’de barındırmayacağız, İdlib’de Türkiye müttefikimiz türevi açıklamaları, Trump’ın Suriye politikasında Türkiye’ye bir yer biçenlerin temel dayanağı. Ancak Jeffrey’in açıklamaları ve her şey Rusya ile ilgiliymiş gibi bir görüntü çizilmeye çalışılması Türkiye’ye Membiç’de ABD ve Rusya’nın, planlanmış ya da planlanmamış işbirliği içinde Ankara’nın önünde set çekmeye çalıştığı gerçeğini unutturamıyor.

Ankara Trump’ı Nasıl Hatırlayacak: İyi Bilir miydik?

Aynı şekilde Ankara, Trump yönetimi altında CATSAA yatırımlarının devreye sokulmadığını ama olasılık olarak ortadan da kaldırılmadığını da unutmuyor. CATSAA’ya ve S-400 alımına bizi götüren yolun taşlarının da Türkiye’ye hava savunma kabiliyetlerini verme konusunda cimri davranan, hatta kimi zaman özelikle Türkiye’yi savunmasız bırakan Washington olduğunu da söyleyelim. Trump, Türkiye’nin talepleri karşısında üç maymunu oynayan Pentagon ve Dış İşleri Bakanlığı’nın bürokrasisini ne kadar ikna etmeye uğraştı; hiç uğraştı mı sorusu artık bir araştırma sorusu. Bu arada Türkiye’nin haksız bir biçimde çıkarıldığı F35 programı kapsamında Yunanistan’a cömertçe modernizasyon imkanları bahşedilerek Ege ve Doğu Akdeniz’de Ankara lehindeki dengenin bozulmaya çalışıldığı da Ankara tarafından not edildi. İsrail, Yunanistan, GKRY ve Mısır arasında Türkiye ve KKTC’yi dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu fikri karşısında da ABD’nin kılının kıpırdamadığı, hatta alttan alta ve sanki Hizbullah’a karşıymış gibi Lübnan’ın bu gruplaşmaya doğru itilmeye çalışıldığı gözlemleniyor. BAE ve Yunanistan arasında İsrail üzerinden kurulan yakınlaşma ile Güney Lefkoşa’dan ve Libya üzerinden Afrika’ya doğru Türkiye’nin ulaşım noktalarına yeni ve eski rakiplerin yerleştirilmeye çalışıldığı bir gerçek. Sözün özü, Türkiye’nin bir süredir kararlılıkla geliştirdiği alan kapatma ve güç projeksiyon yeteneklerinin Washington DC’de “oyun bozucu” yetenekler olarak algılandığı ve bu yeteneklere sahip Türkiye’nin rakiplerinin sahada Ankara’ya karşı desteklendiği bir Trump dönemi geçirdik.

Türkiye’de toplumun, Trump’ı, işte ABD’nin gerçek yüzü nidasıyla ABD elitinin işkencecisi, Amerikan ikiyüzlülüğünün yıkıcısı olarak zevkle, satirik bir filim seyrediyormuşçasına, seyrettiği muhakkak. Ama jeopolitik resim yukarıda bahsettiğimiz gibiyse, Ankara’da kimse Trump’ın arkasından ağlamıyor demektir. Trump’ın başkan seçilip seçilmemesi, Ankara adına gidişatı değiştirecek bir faktör olarak görülmedi. Bu ilgisizliğin çeşitli sebepleri var:

Trump’ın Türkiye Mirası

İlk sebep, aslında Trump yönetiminin Türkiye’nin rakiplerine verdiği desteğin bölgeyi şekillendirmek noktasında tam bir başarı kazanamadığının bilinmesi. Mesele sadece Suriye ve Irak’ta PKK’nın, Libya’da Hafter güçlerinin durdurulması değil. Mesele F-35’den, GKRY’ne verilen radarlara, Mısır’a akıtılan paralardan BAE’ne sağlanan istihbarata, Tel Aviv’e bahşedilen toprak ve diplomatik tanınmaya rağmen Ankara’nın Karadeniz-Akdeniz-Afrika hattında kuzey-güney, doğu-batı yönünde alana ulaşma, hatta kontrol kapasitesinin engellenememiş olmasıdır. Bu görmek istemeyen gözler tarafından görülmemeye çalışılan ama Washington’da da Moskova’da da hesap kitabı karıştıran gerçek, eğer Trump başkanlıktan giderse bu dönemden Biden’a kalan miras olacak. Biden yönetimi bu mirası Türkiye ile belirli işbirliği alanları açmak için kullanabilir. Sonuçta, Biden kucağında dengelenmemiş Çin ve Rusya’yı, ikna edilmek zorunda olan (tam olarak inanırlar mı bilinmez) İran’ı, heyecanlarını yatıştırmak zorunda oldukları Suudi Arabistan ve BAE’ni, talepkâr Yunanistan ve Avrupalıları bulacak. Tüm bu sorunları S-400’leri sadece almamış test de etmiş, göç ve istihbarat ağlarına ulaşımı çok değerli ve orada burada doğal gaz bulan Türkiye’yi yabancılaştırarak yapmak çok zor. Hele ki Biden yönetiminin bölgesel diplomasi ve NATO gibi bölgesel güvenlik kurumlarının güçlenmesini amaçladığı düşünülürse.

İkinci sebep, Türkiye’nin özerk savunma ve güç yapısı, bağımsız dış ve güvenlik politikası geliştirmek konusundaki kararlılığı. Ankara, bu yola Trump’ın DC’deki aslında iktidar olamamış iktidarı ya da Obama’nın son derece başarısız Türkiye politikası nedeniyle çıkmadı. Türkiye, Soğuk Savaş sona erdiğinde bölgede beka ve güvenliği için nasıl bir alanı kontrol etmesi gerektiğini tespit etti, merkezi bu kontrol için bağımsızlık bilincinde karar alıcılarla adım adım güçlendirdi. Bugün ABD başkanlık seçimlerinde Trumpizmi yenen en önemli faktör pandemi dönemimde dahi güç gönderim kapasitesi, alan kontrol kapasitesi sarsılmayan hatta genişleyen Türkiye, Trump sonrası başkan, Trump da Biden da olsa duruma belli bir mesafeden yaklaşacaktır. Otonom güç ve strateji geliştirebilen Türkiye’yi kendi politikalarının karlı olduğuna ikna etmek Trump-Pence, Biden-Harris ikilisine kalacak. Aksi taktirde alandan askerini çekemeyen ama tam da müdahale edemeyen ABD için oyunlar hep bozulur.

Üçüncü sebep, ilk iki sebebin bir uzantısı. ABD başkanı kim olursa olsun Türkiye ödüllendirilmek istenmeyen ama kaybedilmek de istenmeyen bir aktör olacak. Trump döneminde böyleydi, o yüzden diyalog devam etti, o yüzden CATSAA uygulanmadı. Bundan sonraki dönemlerde de böyle olacak, çünkü ABD, yeni havzalar jeopolitiğinde (Hazar-Akdeniz-Karadeniz) Rusya’dan çok Türkiye ile krizleri yönetmekte, Türkiye’yi durdurmakta zorlanıyor. Durdurmakta zorlandığınız aktörü kaybederseniz oyuna 1-0 değil, 5-0 yenik başlarsınız.

[email protected]