Tuhaf zamanlarda tuhaf bir dergi

ASIM ÖZ / Yazar
4.08.2019

Uzun süredir hayal kırıklığı içindeki Zülfü Livaneli’nin “postmodern yeni prens” Ekrem İmamoğlu’na olan inancı kuvvetlidir. Özdeşim kurulabilecek bir figür hâline gelmiştir İmamoğlu. Açıkça ifade etmek gerekirse, seküler çevrelerin yağmurlu kapalı havayı andıran zihin dünyasından çıkışın sembolü gibi kodlanır yeni durum.


Tuhaf zamanlarda tuhaf bir dergi

Bir süredir geleneksel çizgiyle popülist yönelişler arasında salınan Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasette yeniden bir doğuşla hayata geri dönüşünü davul zurnayla ilan eden sanatçıların ve yayıncıların sayısı çoğalıyor. Bununla beraber, mevcut durumu dahası başarıyı önemseyen fakat ondan aynı şeyi anlamayan kısık sesli uyuşmaz figürler yok değil. Hayli zamandır “Sana da öyle gelmiyor mu?” mottosuyla yayımlanan Tuhaf’ın diğer sol süreli yayınlarda olduğu gibi neoliberal solun kültürel yatkınlıklarını Kemalizm’le tahkim eden bir yönelimi var. Siyasal bir gündem de öneren derginin son sayısı, kendisinin biçim verdiği şeyin ne olduğunu anlamak için önemli izler taşıyor. 

Siyasetin sarp mıntıkası

İnişler çıkışlar olsa da bugünün yeni nesil dergiciliğinde her zaman dönüp bakılan bir mecra olarak varlıklarını kabul ettiren dergilerden Tuhaf’ın son sayısının odağında Zülfü Livaneli’nin yer alması sebepsiz değil. Muhtemelen dergi Ekrem İmamoğlu kapağıyla çıkmayı göze alamadığından çareyi mecburen 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olan Livaneli’de buldu. Hem zaten yıllar önce İstanbul’u kaybeden Livaneli’nin İmamoğlu’yla sık sık bir araya geldiği hatta “Bizi Ekrem düze çıkaracak.” dediği de sır değil. Görülen o ki, siyasetin sarp mıntıkasında geriye doğru uzanmanın iyi bir başlangıç noktası olduğu farz edilmiş. Dolayısıyla dergiyi sadece kapağına bakarak değerlendirmek doğru olmaz. Durumu anlamak için sürece ve dijital mecralara da bakmak gerekir.  Üstelik dosyada Zülfü Livaneli’yi üç-dört yıl önce tanıyan Ekrem İmamoğlu’nun da bir yazısı yer alıyor. İmamoğlu, “Önce İnsan Olmak” başlıklı bu kısa yazıda Livaneli’nin 2016’da “Ekrem, bir gün umarım İstanbul büyükşehir belediye başkanı olur.” sözleriyle, büyükşehir belediye başkanlığını ilk kez dile getiren kişi olduğunu belirtiyor ve ekliyor:  “Livaneli’nin bu hedefi o günden koyması, bize böyle bir ışık tutması, benim için inanılmaz değerliydi.” 

Zülfü Livaneli’nin “Galiba Güzel Günler Göreceğiz” başlığını taşıyan ve 1990’lardan bu yana Türkiye’deki gelişmeleri nasıl ele aldığını gösteren söyleşisine kısaca değinmek yararlı olabilir. Zira buradaki tartışma Livaneli’nin siyasete, müziğe, tarihe, edebiyata, akademiye, fikri akımlara hatta tüm bunlarla bağlantılı olarak Türk modernleşmesine yönelik genel yaklaşımının özüne dair önemli ipuçları sunuyor. Anti-politik bir tutumla pür politik bir değerlendirmenin öne çıktığı söyleşide Livaneli, laiklik eksenli bir karşıtlık içinde meselelere değinir; yeni solun “siyasetsiz” söyleminden de yararlanarak pop Kemalist bir bakış açısı geliştirir. Kendinden hiç hesap sormadan Kemalizm’den kurtulma çabalarını, ulemayı, tekkeleri, çok partili siyasi hayatı yermesi bundan bağımsız değil elbet. Onun “akıl devri” dediği tek parti dönemi Kemalizm’i ile ilgili temel anlatısı bugünlerde okuruna ulaşan Zafer Köse’nin hazırladığı Livaneli’nin Penceresinden (2019) adlı iri ama aynı zamanda kıyıcı ön-yargılarla dolu nehir söyleşi kitabında da çeşitli vesilelerle yinelenmektedir. Post-Kemalizm tartışmalarının yükseliş yıllarına ilişkin söylediklerini birlikte okuyalım: “Ne zaman ki dinci partiler iktidara geldi ve laiklikten başlayarak onun bütün mirasını yok etmeye başladılar, o zaman gençlik arkadaşlarımız bile ikiye ayrıldı. Kimi, dincilerle kol kola girip Atatürk nefreti korosuna katıldı; bizler de kendimizi Gazi’nin hatırasını ve fikirlerini yaşatma mücadelesi içinde bulduk.”  Şunu belirtmeden geçmemeli tabii: Hiçbir temsil sistemi yahut bilinç hâli tahakküm sistemi olarak işlemeden hâkim ideoloji, dolayısıyla evrensel olamaz.  

Son yıllarda melezlik, kültürel estetiğe güçlü seküler bir bağlılıkla şekilleniyor.  Anlam dünyasında dinin oynadığı rolü ağırlıklı olarak Batı edebiyatının belli başlı metinleri üstleniyor.  Zındıklığa “ışık tutan yorumlar” sunan Anouar Majid’in Herektiliğe Çağrı (2019) kitabında öne sürdüğünün aksine tamlık ve içkinlik duygusu bu şekilde deneyimleniyor. Tuhaf türü dergilere dair, gazete, dergi sayfalarında, kişisel medyalarda her türlü yorum ve eleştiri yapıldı, övgüye de yergiye de uğradı. Ne var ki,  en geniş manasıyla melezlik pratiği ihmal edildiği yahut sığ bir çerçevede ele alındığı zaman bu dergilerin kritiğinin ciddi zaaflarla karşılaşacağı gerçeğine işaret edilmelidir. 

Egolardaki çatlak

İçerik, tasarım ve baskı sayısı değiştirerek devam eden Tuhaf’ın çeşitli sayılarında üstünde durmanın bile zihni yozlaştıracağı yazılarla çatılan melezliğin, Zülfü Livaneli’nin “çelik çekirdekli” söyleşisine de hiç sektirmeden bunların yansıması olan biteni anlamak açısından önemli. Daldan dala atlanan ve ara metinlerle kesilen röportaj aslında yeniden bir yolculuk değildir sadece, aynı zamanda onu haritalandırmaktır da. 

İnsanların birbirlerini kendi egolarındaki çatlaklardan görmeleri babında şu satırları zikretmemek olmaz: “Bilgisayara bizim halkın parametrelerini versek bir de aday olacakların profillerini koysak dünyanın her bilgisayarı gelir ve Ekrem İmamoğlu’nu bulur. Bizi barıştıracak aradığımız sentez bu. Türkiye’de kimse kimseyi yok etmeyecek. Kimse bir gün laikleri denize dökmeyecek. Kökten dinci ya da ne dersen de onları havaya uçurmayacağız. Kürtler bizden önce de vardı ve olmaya devam edecek. Ya medeni insan gibi beraber yaşamanın koşullarını bulacağız ya da birbirimizi helak edeceğiz. Bu suni olarak yaratılan kutuplaşmadan bizi kurtaracak kişinin Ekrem İmamoğlu olduğuna inanıyorum. Çünkü Ekrem İmamoğlu’nun Müslümanlığının Atatürkçülüğünün samimi olduğunu biliyorum.” 

Postmodern yeni prens

Uzun süredir hayal kırıklığı içindeki Zülfü Livaneli’nin “postmodern yeni prens” Ekrem İmamoğlu’na olan inancı öyle kuvvetlidir ki, aynı cümleleri yeni sol ayağı sabit Ot dergisinde de kurar. Orada da benzer bir durum vardır;  özdeşim kurulabilecek bir figür hâline gelmiştir İmamoğlu.  Açıkça ifade etmek gerekirse, seküler çevrelerin yağmurlu kapalı havayı andıran zihin dünyasından çıkışın sembolü gibi kodlanır yeni durum. Livaneli’nin ilk cümlesi yukarıdaki pasajla aynı olan görüşlerinde melezlik yanında liyakat anlatısına yaptığı aşırı vurgu hemen fark edilir. “Yerli olması, hem özel sektörde hem ilçe ve belediye başkanlığında edindiği deneyim, kendisi ve ailesindeki düzgün yaşam, beş yıl belediye yönettiği hâlde hakkında en ufak bir şaibenin bulunmaması, sempatik, sevecen kişilik, samimi dindarlık, Atatürk’ün laik çizgisini benimsemek, diploma, yabancı dil, hitabet, gençlik, dinamizm, adanmışlık gibi birçok özelliği onu, yıllardır özlemi çekilen bir aday hâline getiriyor.” 

Abartının bu kadarına çocukça metinler hariç hangi anlatıda cevaz vardır, o ayrı bir bahis ancak Zülfü Livaneli’nin abartılı Ekrem İmamoğlu yorumunun masaya yatırılması gerektiği düşünülebilir; hele de CHP genel başkanlığı tartışmalarına yönelik boyutlar taşıdığı düşünülürse. Dahası, bu sadece onunla da sınırlı değil; sosyalist kültürü önemseyen mecralarda da söz konusu. Buna karşın, Livaneli’nin argümanın en önemli kısmının, ideolojileri kesen, bir bütün olarak tüm farklı akımları bir araya getirme yönündeki melez görüş olduğu söylenebilir. Genel bir yorum olarak bu, Türkiye’deki siyasi hayata dair ziyadesiyle iyimser bir kanaattir.  Fakat ayrıca çeşitli vesilelerle serdedilen görüşlerin Tuhaf dergisinde belli bir söylem ve temsile dönüşen melezlik anlayışını yansıtmak için kırpıldığı da aşikâr. Zira Livaneli, nehir söyleşisinde diğer görüşleri nispeten değil baya aşağı bir konuma yerleştirmekten hatta “karşı devrimci” diye yaftalamaktan geri durmaz. Misal çok; Türk ve Kürt milliyetçi unsurları lehimleyen “ilerici cepheye” övgüler düzer mesela. Söylemek istediği Cumhuriyet ideolojisinin yeni temsilcilerinin sıkça tekrarladığı “Tanrı o kadar büyük değildir, din her şeyi zehirliyor.” lakırdısından öteye geçmez. Hiç şüphesiz bunda derinlemesine bilmediği ve layığınca kavrayamadığı meselelerin dünyasına balıklama dalmasının payı büyük. İlginç ittifaklar enflasyonunun etraflı düşünme ve tartışmayı düpedüz körelttiği bir vasatta, sosyal demokrat kimlikli de olsa Kemalistlerin belli ön kabulleri aşılacak gibi görünmemektedir. Dolayısıyla herkeste ve her yerde “katı olan her şeyin buharlaştığı” yönündeki eski kanaatleri de ilanihaye doğru kabul etmemek gerekiyor.

Tatminkar siyaset önermek

Bu ağır noktadan yavaş yavaş dergiye dönersek, şunu söyleyebiliriz: Zülfü Livaneli’nin Kemalizm, sol, melezlik, liyakat anlatısı ve aktüel siyasi gelişmelerden müteşekkil gergin karışımı, birtakım arayışlara dair önemli tespitler barındırsa da tatminkâr bir siyaset önermekte başarısızdır. Öte yandan kültürel gündemi oldukça meşgul eden dahası yeni/orta kuşakların meraklı ilgisinin sürdüğü Tuhaf ve benzeri dergilerden hareketle son dönemde birçok mühim meselede yaygınlık kazanan kanaatler üzerine bir düşünme çabası ortaya konabilir. Elbette böylesi bir analiz için derinlikli, oylumlu ve kapsamlı incelemeler yapılmalı.

[email protected]