Tüketici hakları ve askeri darbeler

Bayram Kısıklı / Türkiye Tüketicileri Koruma ve Eğitim (TÜKETİCİ) Vakfı Başkanı
10.01.2015

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde psikolojik harp teknikleriyle kurulan ‘askeri vesayet düzeninin’ beynimizi yıkadığı ve militarizm hipnozu ile uyutulan insanımızı, demokratik hak ve özgürlüklerle donatarak kurtaran ve Gardiyan Devletimizi önce insan diyerek tüketicilerine sürekli hizmet için yeniden yapılandıran ve Hizmetçi Devlet yapan Tayyip Erdoğan oldu.


Tüketici hakları ve askeri darbeler
Askeri bir imparatorluktan kalan askeri bir cumhuriyette darbelerle inşa edilen ülkemizde, sadece ‘şikayetsiz şehit’ üreten militarist milliyetçilik ve devrimcilik uyuşturucusu esiri insanımızı militer kölelikten kurtaracak tüketici kimliği (hak arama yolları ile hakkını aramak, hesap sormak ve sahip olduğu hakların bilincinde olmak) ile buluşturmak, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı sürecinde kurumlaştırdığı güçlü tüketici haklarını içeren ve 28 Kasım 2014 günü uygulanmaya başlayan Yeni Tüketici Kanunu ile gerçekleşmektedir.Soğuk Savaş konseptiyle ABD’de eğitim alan albay ve daha çok alt rütbelilerin, ordumuzun hiyerarşisini bozarak yaptıkları 27 Mayıs 1960 darbesi, TBMM’yi kapatarak, Türkiye’yi 10 yıldır yöneten en büyük siyasal kuruluş olan Demokrat Parti’nin tüm merkez ve taşra idarecilerini hapishanelere tıktı. Hapishaneler yetmedi açık cezaevi olarak futbol statlarına dolduruldu ve binlerce Demokrat Parti mensupları sorgusuz sualsiz aylarca hapishanelerde işkencelere tabi tutuldu, bakan ve milletvekilleri bir adaya tıkılarak ‘düşükler’ edebiyatı ile aşağılanma kampanyaları yapıldı. Başbakan Menderes ve iki bakanı idam edildi.  1959’da toplam GSMH 15.687 milyon dolar ve kişi başı GSMH 583 dolardı. 1960’da 27 Mayıs Darbesi ile toplam GSMH 9.932 milyon dolara ve kişi başı GSMH 359 dolara, darbenin iyice etkilediği 1961’de toplam GSMH 5.512 milyon dolara ve kişi başı GSMH 194 dolara düştü ve 10 yıllık demokrasi ve ekonomik kazanç yok edildi. Türkiye müthiş küçüldü ve insanların tüketim/alım/ödeme güçleri iki yıl içinde 100’den 30’a düşerek çok çok azaldı. Menderes gibi güçlü milli irade temsilcileri yerine, güçsüz milli iradeler oluşturuldu. 1950’de demokrasiye geçilmişti ama halkın kendi kendini özgürce örgütlemesi olan demokrasi, oligarşik ve silahlı bürokrasimiz için yeni tehlike idi. 
 
Darbeler devri
 
Çünkü demokrasi var diye Müslüman halkın özgürce siyasal örgütlenmesini kabul etmek, kurdukları yönetimi kaybetmek olacaktı. Masa başında hazırlanan psikolojik harp savaşı teknikleriyle, özellikle medya ve eğitimle militarizm inşa edilmeye ve Müslümanların siyasal örgütlenmesi önlenmeye başlandı.
 
Üst kademesi ikiye bölünen ordumuzun, bir bölümü solcu öğrencilerle işbirliği içinde çeşitli eylemlerle gündem oluşturarak sol bir darbe yapmak isterken ABD’nin üst komutanları barıştırmasıyla 12 Mart 1971’de ikinci darbe yapıldı. TBMM kapatılmadı. Daha çok solcu gençler ve aydınlar hapishanelerde işkenceler gördü. Hak arama devriminin dönem öncüsü 24 yaşındaki Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı idam edildi. 1970’de toplam GSMH 18.825 milyon dolar ve kişi başı GSMH 539 dolardı, 1971 darbesi ile toplam GSMH 16.847 milyon dolar ve kişi başı GSMH 476 dolara düştü. İnsanların tüketim ve ödeme güçleri azaldı.1975’ten itibaren silahlı bürokrasinin psikolojik harp teknikleriyle üniversite gençleri, solcuları Rus işgaline zemin oluşturan gören ülkücüler, birbiriyle kavga ettirildi. Maraş ve Çorum gibi illerde mezhep çatışmaları kışkırtıldı. Öyle bir can güvenliği tehlikesi ile günlük hayat karartıldı ki, ‘asker gelip kurtarsın’ dedirttirildi.1960’da Albay ve daha çok alt rütbeli subayların, 1971’de birbiriyle anlaşamayan üst komutanların yaptığı darbelerle, yapmak istediklerini istedikleri gibi yapamayan silahlı bürokrasimiz, 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde tam bir işbirliğiyle yönetime el koydu. 27 Mayıs 1960 darbesi ile inşa edilmeye başlanan ancak silahlı bürokrasimizin tam istediği gibi bir türlü olamayan militarizm 12 Eylül 1980 darbesiyle kurumlaştırıldı. TBMM ve tüm siyasal kuruluşlar kapatıldı. Binlerce genç cezaevlerine dolduruldu. Onlarca genç idam edildi. Tam bir hapishane olan Türkiye’de Atatürk adına, işkence ile İstiklal Marşı okutuldu ve Atatürk Kitabı ezberletildi, zorla 10’ncu Yıl Marşı söylettirildi. 1920/30’lara göre bir kısa yol reçetesi olan Atatürkçülük, Atatürk Milliyetçiliği dogması ile 12 Eylül Anayasasına konularak bizzat Atatürk’ün istediği akıl ve bilimden uzaklaşıldı. Demokrasi, hak ve özgürlük arayışları yok edildi. Sürekli kendine ‘ilerici, Batıcı’ diyen, ancak gelişimi/değişimi/insanını anlamayarak korkan bir militarist milliyetçi gericilik ‘resmi ideoloji’ olarak devlete yerleşti. 1979’da toplam GSMH 80.960 milyon dolar ve kişi başı GSMH 1.877 dolardı, darbenin ülkemizi küçültmeye başlamasıyla (1980’de toplam GSMH 67.457 milyon dolara ve kişi başı GSMH 1.539 dolara düştü, 1981’de toplam GSMH 70.419 milyon dolara ve kişi başı GSMH 1.570 dolara çıktı, 1982’de toplam GSMH 63.485 milyon dolara ve kişi başı GSMH 1.375 dolara geriledi.) 1983’de toplam GSMH 60.373 milyon dolara ve kişi başı GSMH 1.264 dolara düştü. İnsanların tüketim/alım/ödeme güçleri çok azaldı. Komünizm tehlikesine karşı kendisini yapılandıran Türkiye, 1990’da komünizmin kendi kendini yok etmesiyle normalleşmeye başladı. Yolsuzluklarıyla başarısız yerel yönetimleri gören halkımız yeni siyasal arayışlara başladı ve sürekli dışlanmış dindar kitleleri örgütleyen Recep Tayyip Erdoğan 1994’te İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 
 
28 Şubat 1997 darbesi ile Tayyip Erdoğan öncülüğünde Müslümanların siyasal yükselişini durdurmak isteyen silahlı bürokrasimiz, büyük baskılar ve provokasyonlar yapmasına rağmen yoksulların ve dindarların Tayyip Erdoğan’ın peşine düşmelerini önleyemedi. Darbeler dönemi boyunca, Avrupa gibi sanayi üretimi yerine dış giyim üzerinden yanlış modernleşme anlayışında ısrar edilerek, hep Avrupalı gibi giyinenlere ‘modern, ilerici, Batılı, güzel’ ve milli geleneklerimize göre giyinenlere ‘yobaz, gerici, dindar, çirkin’ denilerek, sürekli kadın giyim tüketimi üzerinden Müslüman halk aşağılanarak ayrımcılık yapıldı. Hastalık düzeyinde başkaları gibi olma arayışında olan, yerli ve milli değerleri dışlayan ve küçümseyen çapsız, ruhsuz, kompleksli, klonlanmış sözde aydınlar üretildi. 
 
Ahtapotun kolu koptu
 
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbelerinin kontrolündeki yönetici zümrenin eliyle Türkiye, ülkemizde yaşayan 67 milyon insana 1.000 dolarlık birer bilgisayar alacak kadar bankacılık üzerinden 2001’e kadar soyuldu. 19 Şubat 2001 günü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan büyük ekonomik kriz ile adeta Türkiye iflas etti ve var olan tüm sistemler çöktü.Bir günde 67 milyon insanımızın düzeni yıkıldı ve tüketim/alım/ödeme güçleri 100’den 0’a düştü. Küçük/büyük işletmeler kapandı. Müthiş bir korku seli ile intiharlar arttı. Dünya patronları Türkiye’yi acil ameliyat masasına yatırdı ve çürümüş organları yeniledi. Esas yeniliği, tüketici seçmenlerimiz 2002 seçimlerinde tüm siyasal çöplüğü temizleyerek yaptı.
 
1945-1990 Soğuk Savaş döneminde, Rusya liderliğinde birer askeri diktatörlük olan Varşova Paktı ülkeleri adeta bir ahtapotun kolları gibi orduları üzerinden Moskova’ya, Amerika liderliğindeki demokrasiler olan karşı NATO Paktı ülkeleri de yine bir ahtapotun kolları gibi orduları üzerinden Washington’a bağlanmış, bu süreçte tüm kararları (darbeleri) ahtapotun beyni almış ve kolları ordular, ülkelerinde liderlikleriyle emirleri uygulatmıştır. 1990’da Varşova Paktı yıkılmış, düşman ortadan kalktığı için NATO’nun Türkiye dışındaki ülkelerle ahtapot kolları düzeni ortadan kaldırılmıştır. Amerika ile Türkiye arasındaki ahtapot kolu, darbelerle inşa edilen militarizm ile ülkemize yutturulan paranoyalar olan iç tehditleri yok etmek için silah satmak amacıyla savunma/silah sanayicileri (İsrail) üzerinden 13 yıl sürdürülmüş ancak 1 Mart 2003 günü Amerika’nın Irak’ı işgali sürecinde yeni iktidara gelen AK Parti’yi zor duruma düşürmek için silahlı bürokrasimizin “beklenen liderlik rolünü yerine getirmemesi” nedeniyle kopmuş ve Türkiye özgürleşmeye, silahlı bürokrasimiz milletimize ait olmaya başlamıştır.
 
Resmi ideoloji tek bir partinin veya zümrenin siyasal egemenliğidir. Kendi düşüncesinin dışında, hiçbir düşünceye izin verilmemesidir. Resmi ideoloji tıpkı kapıdan satışlar gibi, tüketici vatandaşlara tek bir markanın (felsefi düşüncenin) sunulması, tanıtılması, satılması ve tüketicilerin bu tek markayı/felsefeyi satın almak zorunda bırakılmasıdır. 
Resmi ideoloji ile insanlara dayatılan, silah zoruyla alışveriş yapmak gibi zoraki ve kapıdan satışlar gibi kazıkçı, kandırıkçı ve soygundur.  Kapıya gelen satıcılar, ‘bir defada ve öldürücü bir darbe ile kolay ve çabuk para kazanma niyetiyle hareket eden kötülerdir.’Resmi ideoloji öldürücüdür Beyaz, kırmızı, sarı, mavi, yeşil ve haki (Sadece haki renkte silah vardır.) renklerinin olduğu ülkemizde hemen her konuda haki renk silahını çıkarmakta; beyazın, kırmızının, sarının, mavinin ve yeşilin üzerine elindeki silahı ateşleyerek ve sürekli renklerin üzerinde tutarak, “O renk, bu renk olmaz. Benim dediğim olacak.” diyerek herkesi susturan ve her dediğini istediği gibi yaptıran bir askeri vesayet düzeni kurulmuştur. Beyaz, kırmızı, sarı, mavi ve yeşil renkleri; silahlı haki’nin silahı nedeniyle, korkak ve ikiyüzlü şekilde, ürkek ve çekine çekine, korkudan titreye titreye haki rengi/resmi ideolojiyi benimsemeye çalışmıştır.  
 
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbelerinde psikolojik harp teknikleriyle masa başında sahte güvenlik paranoyalarıyla üretilen resmi ideolojiyle inşa edilen ve milletimizin binlerce yıllık inanç değerlerini sevmeyen sahte sağ/sol milliyetçilikler, sosyalizm dışı sahte solculuk ve devrimciliklerle kurulan ‘askeri vesayet düzeninin’ at gözlüğü gibi tek taraflı beynimizi yıkadığı militarizm (bebekten katil üreten karanlık) hipnozu ile uyutulan insanımızı AB demokratik hak ve özgürlükleriyle donatarak kurtaran, galaksi komutanlığı gibi Gardiyan Devletimizi önce insan diyerek tüketicilerine sürekli hizmet için yeniden yapılandıran ve Hizmetçi Devlet yapan Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan oldu. 27 Mayıs 1960 darbesiyle açılan Askeri Vesayet Dönemi parantezini; önce 12 Eylül 2010 günü Anayasa Referandumu ile darbecilere yargılanma yolunu açan, 31 Ocak 2011 günlü Başbakanlık Genelgesiyle “1 Ocak 2012’den itibaren Genelkurmay (Askeri İstihbarat Üssü) Elektronik Sistemler GES Komutanlığı faaliyetlerinin yürütülmesinde kullanılan taşınır ve taşınmaz mallar, arazi, yapı, tesis, sabit ve seyyar teçhizatın Genelkurmay Başkanlığı ile Milli İstihbarat Teşkilatı MİT Müsteşarlığı arasında 21 Kasım 2011 tarihinde imzalanan protokol esaslarına uygun olarak MİT Müsteşarlığına devredilmesi” ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk Devletindeki rolünü yeniden tanımlayarak silahlı bürokrasi olan askerleri politikadan çeken ve 10 Ağustos 2014 günü halkın özgürce oylarıyla ilk kez Türkiye Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan kapattı.