Türk basın tarihini yeniden düşünmek

Gülşen Özer / Yazar
1.07.2022

Necip Fazıl´ın Türk muharrir muhiti Bâbıâli'yi değerlendirdiği otobiyografik eseri Babıâli'nin son cümlesini, hafızaları tazelemek için bir kere daha okuyalım: “Türkiye'nin bir buçuk asırdır beklediği gerçek ruh ve kültür ihtilali, önce Babıali'nin millîleştirilmesi, ahlâkîleştirilmesi temel görüşe oturtulmasıyla başlayacaktır”. Basın tarihini yeniden düşünürken Fuat Süreyya Oral'ın 1934 yılında Velid Ebüzziya'yı ziyaret edip, gazeteci olmaya karar verdiğini söyleyerek, kendisine basın tarihiyle ilgili kaynak önermesini rica ettiğinde aldığı cevaba bakmak yerinde olacaktır. Ebüzziya şöyle diyecektir: “Ne tarihi? Bu mesleğin bir tarihi yoktur, olacaksan bunun için gazeteci ol.”


Türk basın tarihini yeniden düşünmek

Osmanlı'nın son yıllarından Cumhuriyet'in kuruluşuna, çok partili yıllara geçilen 1945 sonrasından günümüze dek Türk basınının yaşadığı dönüşümler ülkenin geçirdiği dönüşümlerle çok sık kesişmiştir. Gazeteler, zaman içinde, bazen bilinçli bir seçim, bazen de bir savrulma sonucunda devletçilikten liberalizme, darbecilikten siyasi düşüncelerin sözcülüğüne, birbirinden oldukça farklı ya da zıt duruşlar benimsemek zorunda kalmıştır.

Bu duruşlar sırasında etkileyen rolünü oynayacak kadar güçlü olabilirken, kaçınılmaz olarak etkilenen rolünü de üstlenmişlerdir çoğu kez. Basın tarihimizde önemli bir konuma sahip ve Türkiye'nin yaşayan en eski gazetelerinin seçilmiş siyasi iktidarı alaşağı eden 1960 Darbesi'ne dair tanıklıkları, o süreçte darbecilere verdikleri destek oldukça dikkat çekicidir. Aynı durum, gazetelerle ilgili inceleme ve araştırmalar açısından da geçerlidir.

Türk basın tarihine yönelmek

Gazetelerin bir basın işletmesi ve kitle iletişim kurumu olarak geçirdiği dönüşümün yanı sıra dönemlerin şahitleri olarak sundukları siyasi, toplumsal ve kültürel veriler basının sahip olduğu özel konumu daha da güçlendirir. Örneğin basının tarihine yöneltilen bir bakış, Türkiye'nin yaşadığı siyasal ve toplumsal değişimlerden, basınla darbeler/ darbeciler arasındaki ilişkilere ve basında patronaj yapısı ve kurumsallaşma gibi birçok konudaki değişimleri gözlemeye de imkân tanır. Mesela Cumhuriyet döneminin belirli kırılma noktaları üzerinden Cumhuriyet gazetesini inceleyen bir çalışmanın "Tek Parti Döneminde Cumhuriyet Gazetesi (1924-1946)"; "Çok Partili Dönemde Cumhuriyet Gazetesi (1946-1960"; "27 Mayıs'tan 12 Eylül'e Ara Rejimlerin Arasında Cumhuriyet" ve "12 Eylül 1980'den 2000'li yıllara" başlıklı dört ana bölümünün ikisinin darbeler üzerinden şekillenmesi hayli dikkat çekicidir. Bu bakımdan Türk basın tarihinin mümkün olduğunca bütünlüklü ve anlaşılabilir olarak resmedilmesi için gazeteler, dergiler ve diğer kurumsal yapıları yeniden düşünmeyi sağlayacak eleştirel çalışmaların yapılması gerekir.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, basınla ilişkileri düzenlenmek, basın-yayın organlarının ve mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırmak görevleri kapsamında medya, halkla ilişkiler, enformasyon ve yayıncılık alanında çok sayıda çalışma gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen ve Türk basınının geçmişi, bugünü ve geleceği ele alındığı "Türk Basın Tarihini Yeniden Düşünmek" adlı sempozyum son derece önemliydi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun ülkemizin basın tarihini yenilikçi bir bakış açısıyla ele almak amacıyla tertiplenen sempozyumun açılışında yaptığı konuşmasında "Hiç kuşkusuz, siyasetçilerin, medya mensuplarının, akademisyenlerin geçmişi ve bugünü doğru okuması, yorumlaması kritik önemdedir. Ben, bu sempozyumun bu doğrultuda önemli bir çaba olduğunu düşünüyorum ve bundan sonra gerçekleştirilecek akademik çalışmalara katkı sunmasını temenni ediyorum." ifadelerini kullandı.

Osmanlıdaki ilk örnekleri ile var olmaya başlayan basından günümüzdeki internet haberciliğinin gelişimine, kamu yayıncılığından özel yayıncılığa geçişe, medyanın güçlenmesinden haberin olağanüstü dönemlerde kullanılmasına kadar pek çok meselenin ele alınıp tartışıldığı sempozyum, açılış ve beş oturum şeklinde gerçekleştirildi. İlk günkü özel oturumda TRT Genel Müdürü Prof. Dr. M. Zahid Sobacı, Anadolu Ajansı Genel Müdürü Serdar Karagöz, Radyo ve Televizyon Üst Kurul Başkanı Ebubekir Şahin Basın İlan Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı Edibe Sözen konuştu. Sadece haberle sınırlı olmayan dezenformasyon süreçlerinin günümüzdeki durumu, hız, tıklanma, sosyal medya metrikleri, sansasyon, tiraj ve reytingin hakikatin yerine ikame edilmesi açısından basının hâli pürmelali, yeni medya, dijital kuşatma, medya okuryazarlığı, bir haberin hakikat olup olmadığını en kısa sürede teyit etme gibi konular üzerinde duruldu. Bu oturum bir yönüyle "Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"ni dezenformasyon ve kişilik haklarına saldırılar çerçevesinde düşünmek cihetiyle de yararlıydı.

Kamuoyu gücü ve ilk farkındalıklar

Çok seslilik ve devleti ayakta tutma gayreti ekseninde Osmanlı dönemi Türk basını odaklı birinci oturumun moderatörlüğünü Prof. Dr. Zakir Avşar üstlendi. Prof. Dr. Belkıs Ulusoy "Osmanlıda Kamuoyunun Gücüne Yönelik İlk Farkındalıklar", Prof. Dr. Hamza Çakır "Devleti Ayakta Tutma Ekseninde İlk Resmi Gazetenin Düşünsel Alt Yapısı" , Doç. Dr. Uğur Akbulut ise "Sultan Abdülaziz Devrinde Türk Basını: İlkeler, Roller ve Sınırlar" başlıklı bildirilerini sundular.

Millî Mücadeleden Erken Cumhuriyet dönemine uzanan süreçte Türk basınının durumunun ele alındığı ikinci oturumun yöneticisi ise TRT Spikeri ve yazar Zafer Kiraz'dı. Cumhuriyet tarihinin önemli dönüm noktalarına ilişkin zengin bir malzeme de sunan bu oturum, Prof. Dr. Fahri Sakal "Türkiye'de Rejimin Basını ve Basın Rejimine Yönelik Hatırat Notları" sunumuyla başladı. Doç. Dr. Ufuk Erdem "İktidar ve Basın Arasındaki İlişkilere Yönelik Tarihsel Bir Değerlendirme (1919-1938)", Muhammed Ünal Arvas ise Türk basın tarihi perspektifi ile hazırladığı Türkiye Cumhuriyeti Matbûât ve İstihbârât Müdüriyet-i Umûmiyesi Künye Albümü (1924-1927) merkezli tebliğlerini dinleyicilerle paylaştılar. Arvas'ın Atatürk Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Dündar Alikılıç ve Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğretim Üyesi Serkan Erdal'ın, İletişim Başkanlığı ve Devlet Arşivleri Başkanlığı ile ortak hazırladıkları albüm, 1920'li yıllardaki gelişmelerin daha yakından takip edilmesini sağlıyor.

İkinci günkü sunumlar ise yöneticiliğini Nilgün Balkaç'ın üstlendiği çok partili dönemden günümüze olağanüstü zamanlarda basındaki gelişmelere odaklanan üçüncü oturumla başladı. Prof. Dr. Ayşe Elif Emre Kaya "Demokrat Parti Döneminde Basın" Prof. Dr. Aslı Yurdigül "Korku Kültürü Bağlamında 1960 Askeri Darbesi ve Türk Basını", Doç. Dr. Nasrullah Uzman ise "27 Mayıs 1960 Darbesini Meşrulaştırma Çabaları Kapsamında Basın-İktidar İlişkileri" başlıklı tebliğlerini sundular. Hocaların bu dönemi kavrayıp bütünlüklü bir çerçevede sunabilmek için büyük uğraş verdiği, belli bir dönemin tarihini didik didik ettikleri anlaşılıyor. Basının kurumsal yapısından simgesel önem taşıyan polemiklere, siyasetçi-gazeteci ilişkilerinden önemli günlerin manşetlerine, pek çok hususun film şeridi gibi gözlerimizin önünden aktığı bu oturum hiç kuşkusuz Türkiye'deki basın incelemelerinde göz ardı edilen bazı hususları da eleştirel olarak ele almanın zaruretini düşündürdü. Cemil Koçak'ın 27 Mayıs Anayasası hakkındaki çalışmasının belirgin kıldığı üzere Demokrat Parti dönemine muhalefet eden Kim, Akis ve Forum gibi yayınların söyleminin sonraki yıllarda bu dönemi ele alma iddiasındaki pek çok incelemeye sirayet ettiğini özellikle belirtmeliyiz.

TRT Haber Koordinatörü Ahmet Görmez'in moderatörlüğünü yaptığı "Türkiye'de Basını Güçlendirme Çalışmaları" başlıklı dördüncü ve son oturumda ise Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Cavit Erkılınç, İletişim Başkanlığı Basın ve Yayın Dairesi Başkanı Büşra Karaduman Aktuna ve İletişim Başkanlığı Uluslararası Medya Koordinatörü Doğan Eşkinat söz aldı. Bu oturumlarda imparatorluğun en uzun yüzyılından bugüne pek çok ayrıntı taşınırken, yalnızca yakın tarih araştırmalarına değil, günümüzün demokrasi ve medya tartışmalarında göz ardı edilen meselelere dair ihmale gelmez katkılarda bulunuldu. Türk basın tarihinin kronolojik bir çizgide izlenmesine çaba gösterilen sempozyuma eşlik eden basınımızın tarihsel geçmişine dair videolarla sergi ise basın tarihi alanıyla ilgili hafızayı zenginleştirdi.

Batıcı medya düzeni ve sonrası

Hiç şüphesiz Türk basınının, 19. yüzyılda başlayan ve Avrupa'nın hiçbir ülkesinde rastlanmayan zorluklar, ilginçlikler ve zaman zaman da trajikomik olaylarla dolu tarihi, ülkemizin demokrasi tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Çok geniş bir alanı kucaklayan alanın tarihini yeniden düşünürken Fuat Süreyya Oral'ın 1934 yılında Velid Ebüzziya'yı ziyaret edip, gazeteci olmaya karar verdiğini söyleyerek, kendisine basın tarihiyle ilgili kaynak önermesini rica ettiğinde aldığı cevaba bakmak yerinde olacaktır. Ebüzziya şöyle diyecektir: "Ne tarihi? Bu mesleğin bir tarihi yoktur, olacaksan bunun için gazeteci ol." Ne var ki basın alanında çalışanlar ender olarak tarihçi bakışına sahiptir. Aktörlerin hafızasında hâkim olan, güvenilir bir kronoloji ve bütününde olayların izlediği yön değil, genellikle hikâyelerdir.

Tabii ki o günden bu yana, Türkiye'de basın tarihi üzerine çeşitli çalışmalar yayımlanmış, bu eksiklik bir ölçüde giderilmiştir. Fakat basın tarihi ile ilgili çalışmaların önemli bir kısmı, basını devletin ideolojik aygıtı olarak konumlandıran aydınlanmacı ve düzenin yabancılaşmasını destekleyen bir söylemle kaleme alınmıştır. Açıklayıcı bir örneğe dikkat çekelim: 2003 yılında Türk basınının 185 yıllık hikâyesini kaleme alan Hıfzı Topuz'un Recep Yaşar'la birlikte parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçen Türkiye'de önceki incelemenin devamı olması arzusuyla yazdıkları Yakın Dönem Türk Basın Tarihi (2020) adlı eseri bunun tipik örneklerinden biri konumundadır. Bu nedenle malumat çağının çok bilen ama az düşünen insanlarından biri olmaktan kurtulmanın tek yolu, okuduklarımıza hep biraz şüpheci yaklaşmak, sorgulamayı, eleştirmeyi bırakmamaktır. Batıcı değerlerin merkeze alındığı bir medya düzenini müdafaa eden Topuzgillerin böylesi çalışmaları, Necip Fazıl´ın Türk muharrir muhiti Bâbıâliyi, değerlendirdiği otobiyografik eseri Babıâli'nin son cümlesini hafızaları tazelemek için bir kere daha okumanın niçin gerekli olduğunu da ispatlamaktadır. Çünkü Üstad "Türkiye'nin bir buçuk asırdır beklediği gerçek ruh ve kültür ihtilali, önce Babıali'nin millîleştirilmesi, ahlâkîleştirilmesi temel görüşe oturtulmasıyla başlayacaktır." diyordu. Ama bu bizi rahatlatmamalı: Türk basınının kat ettiği yolu görmek için Türkiye'nin siyasal ve toplumsal tarihini yeniden anlamlandıran incelemelerin sayısının artması gerekiyor.

Türkiye'de medyanın gelişimi ve basını güçlendirme çalışmalarının yanı sıra "hakikat sonrası çağda" Türk medyasının konumunun da masaya yatırıldığı "Türk Basın Tarihini Yeniden Düşünmek" sempozyumu, sadece gazetecilik mesleğinin değil, Osmanlı'dan günümüze basın tarihinin bilinen, bilinmeyen çeşitli yönlerine ışık tutan; yalnızca basın tarihi araştırmacılarına değil, Türkiye'nin dününü ve bugününü anlamak isteyen herkese katkı sunan bir içeriğe sahipti. Ümit ederiz ki bu sempozyumun matbu hâli Türk basın hafızasına katkıda bulunacak daha bütünlüklü ve derinlikli çalışmaların oluşmasına yönelik ilk adımlardan biri olur.

[email protected]