Türk dış politikasında büyük dönüşüm

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
9.07.2022

Türkiye, hangi ülke ile çıkar çatışmasına giriyorsa muhalefet partileri de nerdeyse her zaman rakip tarafta pozisyon tutmaktadır. NATO'nun genişleme sürecinde "biz İsveç ile Finlandiya'dan ne istiyoruz?" diye eleştirilerde bulunan, "bir an önce NATO konseptine uyun ve S-400'leri geri gönderin" diyen muhalefet partileri şimdi varılan mutabakatın zaaflarından bahsetmektedir.


Türk dış politikasında büyük dönüşüm

Son günlerde hükümetin dış politika uygulamaları sıklıkla dünyada gündem olmaktadır. Öncelikli olarak son birkaç ay içerisinde uluslararası arenada gerçekleşen gelişmeler ve bu gelişmeler karşısında Türk dış politik vizyonunun ortaya koyduğu yaklaşımlar uluslararası ilişkiler bağlamında Türkiye'nin kazanmış olduğu yetkinliği bütün yönleriyle ortaya koymaktadır.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyada savaşın galibi Batılı devletler dışında uluslararası siyasete etkin bir şekilde katılacak hiçbir devlet kalmamıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda mağlup olmuş ülkelerde ve savaş dışında kalan ülkelerin tamamına yakınında yönetici sınıf ve aydınlar eliyle vesayet rejimleri oluşturulmuş, tüm bu ülkeler mağlup olmuş ülkeler kategorisine yerleştirilmiş, savaşın galipleri tarafından yönetilmiştir.

NATO'nun genişleme süreci ile Rusya–Ukrayna Savaşı sırasında Türkiye'nin takınmış olduğu yetkin siyasi tutumu merkeze alarak Türk dış politikasının yaşamakta olduğu büyük dönüşümü okuyabiliriz. Çok-yönlü ve çok-taraflı bir dış politika yürütme potansiyeli açısından küresel güçlere denk bir pozisyonu olan Türkiye'nin son dönemlerde yükselen uluslararası statüsü ile son on yıllık süre zarfında ikili ilişkileri aksayan ülkelerle diplomatik ilişkilerini yeniden düzenlemesini birlikte değerlendirebiliriz.

Rusya'nın dönüşü

NATO'nun genişleme süreci: Uluslararası siyasette gerçekleşen gelişmeler, çoğu zaman birbirinden bağımsız gelişmeler değildir. Dünyadaki en güçlü iki paktın içinde yer aldığı ve bir yönüyle dünyanın mihverinde olduğu Türkiye'nin de içinde bulunduğu her uluslararası mesele, doğrudan küresel mahiyeti haiz bir meseledir. Soğuk Savaş bittikten sonra Varşova Paktı sahneden çekilmiş, ABD kısa süreliğine "yeni dünya düzeni" konseptini üreterek tek başına dünyanın jandarmalığına soyunmuştu. NATO'nun işlevsiz kalmasından ve Rusya tehdidinin ortadan kalkmasından sonra Avrupa devletlerinin jeopolitik olarak unutulduğu bir süreç yaşanmıştır. Aynı dönemde Türkiye'nin stratejik önemini kaybettiğine dair tartışmalar yapılmaktaydı. Otuz yıl süren tek kutuplu dünya düzeni geleneksel paktların varlığını anlamsız hâle getirmişti. Henüz Çin küresel bir tehdit olarak ortaya çıkmadığı için NATO, tehdit tanımlamasında hedefe İslam'ı koymuş, bunu "küresel terörle mücadele" konsepti ile yürütmeye çalışmış ve nihayetinde "küresel terör" konsepti "radikal İslami terör" söylemiyle ikame edilmişti. Batı'nın bin yıllık İslam korkusuna hizmet etme kabiliyetine rağmen bu söylemlerin küresel bir çatışma alanı olarak karşılığı yoktu. ABD'nin mücadele ettiği terör örgütleri El-Kaide ve DEAŞ daha çok kendisinin üretip kullandığı aparatlardı.

Bugün NATO yeni bir durumla karşı karşıya. Küresel bir güç olarak ortaya çıkan Çin, adım adım uluslararası siyasetteki ilerleyişini sürdürmektedir. Suriye iç savaşından sonra Rusya dünya sahnesine geri dönmüş, sınır çatışmaları yaşamaya başladığı NATO ülkeleri ile büyük bir güç mücadelesine girmiştir. Son on yıl içerisinde Rusya, Türkiye'nin bölgesel anlamda bir güce dönüştüğünün, dolayısıyla taleplerinin dikkate alınması gerektiğinin ayırdına varmıştır. Her iki ülke de dış politikalarını rasyonel müzakere zeminde yürütmeyi başarmışlardır. Buna mukabil Suriye iç savaşında Obama'nın Türkiye'yi dışlayan ve İran'ı merkeze alan politikaları, İran'ı bölgenin milis gücü hâline getirmekle kalmamış, aynı zamanda Rusya'nın yeniden küresel bir güç olarak tarih sahnesine dönmesine zemin hazırlamıştır.

Soğuk Savaş sonrası dönemin ruhuna uygun olarak ABD Başkanı Donald Trump, AB ülkelerini dışlamış, NATO içindeki müttefik ülkelerle ilişkilerinde inişli çıkışlı bir yol izlemiş, Rusya ile ilgili olumlu mesajlar verip doğrudan Çin'i hedef tahtasına koymuştur. Çin'e karşı ekonomik yaptırımlar uygulamış ve Çin karşıtı politikasını açıktan yürütmüştür. Biden yönetimi ise Cumhuriyetçilerin tam tersine Avrupa'yı ve NATO'yu önemsemiş, dış politika paradigmasının temeline NATO ve AB ülkelerinin derlenip toparlanmasını koymuştur.

Rusya-Ukrayna Savaşı'na kadar NATO ittifakının Türkiye ile olan ilişkileri pek de müttefikliğe yakışır düzeyde yürümemişti. Suriye iç savaşında Türkiye, terör örgütlerinin füze tehdidi ile karşı karşıya gelince NATO ülkeleri Türkiye'yi Patriot savunma sistemleri ile korumaktan kaçınmıştır. Türkiye bu açığını S-400'ler ile karşılayınca ABD, Türkiye'yi F-35 programından çıkarmış ve CAATSA yaptırımları ile karşı karşıya bırakmıştı. Aslında ABD, Türkiye'nin yükselen gücünü anlamakta zorlanıyordu. Genellikle imparatorluk gururunun sorunlu tarafıdır bu yaklaşım. Bu tür ülkeler, kendi zaaflarını görmekte ve başka güçlerin gelişmesini anlamakta geç kalırlar.

Bir anda dünyanın en önemli jeostratejik meselesi hâline gelen Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye'nin uluslararası siyasette güçlü bir konum elde etmesini sağladı. Son birkaç ay içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret eden ülke temsilcileri, BM Genel Sekreteri ile ABD Başkanı Joe Biden'ın görüştüklerinin iki katıdır. Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın benimsediği tarafsız ve sağduyuya dayalı yapıcı politik tutum ile uyumlu bir şekilde Türkiye, son on yılda bağımlı bir NATO ülkesi olarak kalmak yerine çok yönlü ve çok taraflı bir dış politika izleyerek yeni bir bölgesel güç olarak ortaya çıktı.

Sert güç ve diplomatik çaba

Suriye iç savaşı sırasında sergilediği sert güç ve diplomatik çaba, Akdeniz'e donanma indirmesi, Libya'nın istikrarını sağlayan tek ülke olması, Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması, Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan'ın yanında yer alarak işgalin son bulmasına katkı sunması ve başta İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere böyle ülkeleriyle olan ilişkilerini yeniden düzenlemesi, Türk dış politikasının ülkenin tarihi misyonuna uygun etkili ve bağımsız karakterini ortaya koymuştur.

Türkiye, Finlandiya ile İsveç'in NATO'ya üye olma talebini NATO ülkeleriyle olan ilişkilerinin bütününü değerlendirerek ele almıştır. Batılı başkentlerin stratejilerini iyi kavramış Türkiye hariciyesi, deneyimli Dışişleri Bakanı ile uluslararası arenada güçlü bir liderlik sergileyen Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin başta ABD olmak üzere her ülkeyle olan sorunlarını başarılı bir şekilde müzakere etmiştir. Seçildiği zaman Türkiye ile diyaloga girmekten kaçınan ABD Başkanı Biden'ın bugünkü tutumu ve NATO ülkelerinin Erdoğan'ın yanında pervane olmaları Türkiye'nin dış politikada geldiği noktayı göstermesi bakımından önemlidir.

PKK Batı'nın nesi olur?

Finlandiya ve İsveç ile imzalanan mutabakat metni Türkiye'nin terörle mücadelesi açışından önemli olmakla beraber bu iki ülkenin dışında NATO üyesi ülkelerin terör örgütlerine vermiş oldukları destek bakımından bir fotoğraf çekmiştir. Bugünden sonra Türkiye bu konuda baskısını daha çok artıracaktır. Terör örgütleri FETÖ ve PKK, Batılıların kutsadığı örgütleri değildir. Salt kendi çıkarları için Türkiye'de terör ve kargaşa çıkarmak için kullandıkları çirkin aparatlardır. Bunlar, gerektiği zaman Batılı bir devletin yüksek çıkarı karşılığında terk edilecektir. Tıpkı Afganistan'da uçağa binmeye çalışanların ABD tarafından acımasızca terk edildikleri gibi...

Türkiye iç siyasetine gelince hükümet en az dış politika kadar zor bir denklemle karşı karşıya bulunmaktadır. Türkiye, adım adım bölgesel bir güç olma yolunda ilerlerken iç politikada ağır bir karalama ile karşı karşıya kalmıştır. Pandemi sonrası hüküm süren hayat pahalılığı, muhalefetin hükümetin dış politika alanındaki başarılarını perdelenmesini kolaylaştırmaktadır. Türkiye, hangi ülke ile çıkar çatışmasına giriyorsa muhalefet partileri de nerdeyse her zaman rakip tarafta pozisyon tutmaktadır. NATO'nun genişleme sürecinde "biz İsveç ile Finlandiya'dan ne istiyoruz?" diye eleştirilerde bulunan, "bir an önce NATO konseptine uyun ve S-400'leri geri gönderin" diyen muhalefet partileri şimdi varılan mutabakatın zaaflarından bahsetmektedir.

Rusya-Ukrayna savaşı başladıktan sonra iki ülke ile mesafesini doğru ayarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İstanbul'daki heyetler arasındaki görüşme öncesi yapmış olduğu konuşmada her iki ülke temsilcileri tarafından ayakta alkışlanması, her Türk vatandaşını gururlandırdığı gibi yürütülen politikanın genel çerçevesinin ne kadar etkin ve sağlıklı olduğunu ortaya koymuştur. Bugün gıda krizinin çözümü için BM ile yürütülen diplomasi oldukça önemlidir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bir paylaşımında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile olan bir resmini paylaşarak gıda krizinin çözülmesinde Türkiye ile yürüttükleri ortak çabalardan bahsetmektedir.

Japonya'nın ekonomik büyüklüğü hakkında fikri olmayan yoktur ve bu ülke hiçbir zaman İngiltere'nin eriştiği dış politik derinliğe erişememiştir. Türkiye'nin politik gücünün büyük bölümü tarihsel misyonundan kaynaklanmaktadır. Dünya konjonktürüne uygun olarak AK Parti bu gücü keşfetmiştir. Türk Devletler Teşkilatı'nın kurulması, Karabağ işgalinin son bulmasından sonra şekillenen Kafkasya jeopolitiğindeki etkin rol, Akdeniz gazının Türkiye üzerinden dünyaya açılma zorunluluğu, Afrika'da Fransa ve Batılı ülkelere karşı Türkiye'nin rolünün yükselmesi, NATO'nun tekrar Türkiye'yi güçlü bir stratejik ortak olarak görme çabaları, Türkiye'nin Libya üzerinden elde ettiği Akdeniz'deki etkinliği, Karadeniz gazının keşfi, savunma sanayinin güçlenmesi ve dünyanın en güçlü ordularından biri olan Türk ordusunun çoğu açmazının giderilmesi, SİHA teknolojileri ve siber savaş alanında elde edilen güçlü konum, çok yönlü ve çok taraflı istikrarlı dış politikanın Türkiye'nin yüksek çıkarları gözetilerek uygulanması, işte tüm bunlar Türkiye'yi dünyanın mihver ülkesi konumuna getirmektedir.

İlham veren bir lider

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sömürge geleneği olan devletlere zaman zaman meydan okuması, "Dünya beşten büyüktür!" çıkışı, gadre uğramış zulüm görmüş bütün milletler nezdinde bir Türkiye ve Erdoğan etkisi oluşturmaktadır. Bir buçuk milyar nüfusu olan İslam ülkelerinin en az yarısının duygu dünyasında bir Türkiye ve Erdoğan hayali vardır. Bu yönüyle Erdoğan, mazlumların yanında olma hassasiyeti ile Türk dış politikasına ilham veren bir lider olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünyanın bütün büyük devletleri ve kibirli yöneticileri ile Türkiye'yi göz hizasında konuşturma kararlılığı, bütün rasyonelliğine rağmen zaman zaman dik çıkışları bu olguyu beslemektedir.

Türkiye bir eşiktedir. Bir yanda "Büyük Türkiye" vizyonunu oluşturan hükümet yer almaktadır. Diğer yanda ise ülkesinin tezlerinden ziyade karşı tezlere yakın duran muhalefet partileri... Bu iki kanat, Türkiye'nin temel çıkarları konusunda çok farklı yaklaşımlara sahiptir. Hulasa Türkiye yeniden bir yol ayrımındadır.

[email protected]