Türk düşüncesinin tek tarz-ı siyaseti

Ercan Yıldırım / Yazar
30.01.2016

Liberalizmi, komünizmi, irticayı ve Kürtçülüğü tehdit olarak ilan eden Cumhuriyet eliti aşırılıklardan korunma uyarısı altında Türkiye’yi bugüne kadar getirdi. Tehdit tüm ideolojileri muhafazakarlıkta birleştiren tek tarz-ı siyaset olarak netleşti de... Neoliberal siyasallık ve dindarlıktan uzaklaşıp 7 Haziran seçimlerinden sonra toprakla, milletle, İstiklal Marşı’yla ve Türk kimliğiyle buluşan İslamcılık/Türk düşüncesi, Türkiye’nin ufkunda yeni bir ziyâyı doğurabilir mi?


Türk düşüncesinin tek tarz-ı siyaseti

Türkiye’nin yönü İstiklal Harbi’nden sonra yavaş yavaş şekillenirken devleti idare edenler “olabilecekler listesi” yayınlamaktan çok “imkansızları” deklare etmeye başladı. İmkansızlar bir bakıma Kemalizmin tehlikeli saydığı, tehlikeli olduğu için düşman gördüğü ideolojileri de kapsıyordu. Kemalistler liberalizmi, komünizmi, irticayı ve Kürtçülüğü Türkiye’nin geleceğinde görmek istemiyordu.

Liberalizm, irtica ve komünizm sadece ideolojik ve doktriner içerikleri dolayısıyla değil aynı zamanda dış etkilere açık, dış destekler vasıtasıyla Türkiye’de etkili oldukları için de tehlikeliydi. SSCB’nin İstiklal Harbi’ndeki yardımlarının bir Komünist Partisi teşekkül ettirmesi şartı, aynı zamanda ülkenin Rus Peyki’ne girişine de vesile olabilirdi. Aynı şekilde irtica ve liberaller, doğrudan manda zihniyeti üzerinden Türklerin açık sömürgeye dönüştürülmesinin yolunu açma ihtimalinden sapma göstermiyordu.  Şeyh Sait İsyanı ile mücessem hale geldiği gibi Kürtçülük hem Türkiye’nin kılcallarını kesebilecek hem dış etkiyi içeri getirebilecek en somut alanı oluşturuyordu. Sonraki yıllarda komünistler açık açık Sovyetik bir peyk iddiasını güttüler; liberallere sosyalistler de eklenince Türkiye’nin artık “yönetilemez bir ülke” haline geldiğini belirterek AB vasıtasıyla devralınması hatta ülkenin AB komiserlerine teslim edilmesi de gündeme geldi. Yine bugün açıkça görüldü ki, PKK ile berraklaşan, siyasal Kürt hareketiyle alenileşen manzara, Kürtçülüğün her türlü dış operasyonun bir ayağı olmaktan öteye gidemediği şeklindedir. Kürt milliyetçilerinin Rusya’dan Amerika’ya kadar uzanan görüşme trafiğinde son günlerdeki artış AB’nin ötesinde yeni dış bağlantıları kavileştirmeye yöneliktir.

Batmamak için Batıcılık

Yusuf Akçura Üç Tarz - ı Siyaset’i yazdığında, Osmanlı’da tek tarz - ı siyaset hakimdi; “pratik düşünce.” İngilizlerin Bab -ı Âli’si Batıcılık ve modernleşme üzerinden bir “peyk” zihniyeti kurmuşlarken “batışın devamı” yeni yeni akımların ortaya çıkmasını sağladı. Esasında Yusuf Akçura’nın bahsini ettiği Üç Tarz -ı Siyaset etnik bölünmeye karşı tedbirleri içeriyordu. Ortada kala kala “enternasyonalist” olmaya çalışan “Anadolu ideolojileri” kalıyordu; Pan akımlara heves ve “İmparatorluk” özlemi Turancılığa varan Türkçülük, İttihad-ı İslamcılığa öykünen İslamcılıkla gururunu da kurtarmak istiyordu. Genç Osmanlıların Şeriat’ı yeniden ikame etme kaygısına Kılıçzade Hakkı gibilerin Batılılaşma programları eklendi.

Akçura 1928 yılında bir “salname”, Türk Yılı’nı yazdı. Türk Yılı’nda Üç Tarz - ı Siyaset’ten eser kalmamıştı. Osmanlı milleti inşası, Osmanlıcılık kısa zamanda iflas etti, İslamcılık Müslüman unsurların bağımsızlıklarını kazanmasıyla ihtimal dışı kaldı. Akçura’nın bahsini açtığı Türkçülük, Anadolu dışı iddiaları bulunan ve İslami tezleriyle varolan Türk fikri Cumhuriyet ile ortadan kalktı. 1928 tarihinde Akçura Türk Yılı’nda Anadolu Türklüğünü ırk üzerinden anlatırken, dil devrimini de meşrulaştırıyordu. Osmanlı devlet adamının tek tarz -ı siyaseti olan pratik düşünce, Kemalist devlet adamına geçti:”Batmamak için batıcılık”.

Milli sosyalizm

Mustafa Kemal’in 1938’de ölümünden 27 Mayıs ihtilaline kadar geçen 22 yıl Türk düşüncesinin yeni dünya sistemine intibakının sancılarıyla geçti. Komünizm, yeniden gündeme dâhil olup Sovyetik etkilerle beraber sosyalizm biçiminde görünmeye başlarken, 27 Mayıs sonrasında ise “milli sosyalizm” olarak Meclis’e girdi. Türkçülük Kemalizmin tanımladığı çerçevenin ve kalıpların içinde kalmayacağını deklare etti; Turancılık davası Türkçülere bir yol tayin etse de 70’li yıllara gelindiğinde Milliyetçi Hareket Partisi diğer tüm “sapma”ları bertaraf etmişti bile. Kürtçülük kendini bu dönemde sosyalizmin içinde kamufle edip iddialarını kültürel boyutlarda tuttu.

İslamcılık bir tarzı siyaset olarak II. Dünya Savaşı sonuna kadar ortaya çıkmadı. Ne Hüseyin Avni Ulaş’ın ne Fevzi Çakmak ve öteki siyasetçilerin İslami programlı partileri varlık gösterebildi; millet tercihini görece İslamcı partilerden değil, İslam’a muarız olmayan ama İslam’a da dayanmayan Demokrat Parti’den yana kullandı. Bu 22 yıl aynı zamanda tek tarz - ı siyasetin galibiyetini de perçinlemiş oldu, ABD etkisindeki dünya sisteminin yeni liberal doktrini, sadece dünyada değil Türkiye’de de vazgeçilmez, ertelenmez ideoloji şeklinde ama Kemalist batıcı zihniyetin türevi olarak yerini aldı.

Muhafazakar aralık

Devleti idare eden Kemalist elit Hilafetin ilgasından sonra ülkedeki herkese “aşırı akımlara kapılmama” yönünde ikazda bulundu. Aşırı akımlardan anlaşılan Türkiye’nin sistemine yönelik itirazlarını, şiddetle, dirayetle, kanun dışı, kanun içi olsa bile örgütlü biçimde savunmak akla getirmekti. 27 Mayıs’tan sonra milliyetçi-muhafazakâr-İslamcı kesimler ayrıldı. Milliyetçilik kendini 70 sonrasında sağ- sol kavgasının içinde buldu. Sosyalistler, Meclis’teki temsiliyetlerini kâfi görmedikleri için 70’lere doğru onlarca fraksiyona bölündü. İslamcılık, bünyesindeki tarikat ve cemaatlerle beraber 70’li yıllara gelindiğinde yine pek çok gruba ayrıldı. Siyasi İslam’dan tarikat ve cemaatlere, radikallere kadar “Hak yol İslam” anlayışı farklı metotlarla dile getirildi, 1960-1980 arasında İslam devleti görüşüyle doktrin oldu. 1980 darbesiyle birlikte Türk düşüncesinin siyasallaşmış ideolojik kalıpları tekrar başa döndü, devlet vatandaşlarına tekrar aşırı akımların zararlarını anlattı, toplumun geneline bir ayar verdi.

1980 sonrasında milliyetçilerin ve sosyalistlerin kendilerini sorgulamalarında, “daha ılımlı” ideolojik tercihlerde bulunmalarında Özal ile birlikte kuvvetlenen neoliberal siyasal ve iktisadi kültür etki etti. İslamcılık 1990’lı yıllara kadar tezlerinden kayıp vermese de, Soğuk Savaş’ın bitimi, postmodern tezlerle yeni bir dönemin kapısına geldi. Kürtçülük PKK ile uluslararası boyuttaki gücünü katladı. 90’ların postmodern görüşleri Kürtçülüğü sosyolojiye indirmeyi tercih etse de 7 Haziran seçimleri sosyolojinin ve kültürel iddiaların esasında Kürtçülüğün çok da umurunda olmadığını netleştirdi.

1980’den sonra Türk düşüncesi liberal vasfını, liberal dile olan meftuniyetini, liberal düşünmeye evrilterek geliştirdi. İslamcılık 90’lı yıllarda neoliberal söylem, bir arada yaşama, çokkültürlülük, çoğulculuk, ötekileştirmeme kavramları üzerinden bir “kamuya çıkma” hurucu gerçekleştirdi; 28 Şubat İslamcılığın değil ama İslamcıların “aşırı akımlara” kapılmasının önünü almak bakımından, liberalize olmuş yeni muhafazakarlıkla İslamcılığı da ortalamaya getirmeyi denedi. 90’larda artık kimse sağ ve soldan bahsetmiyordu, komünizm ihtimali tamamen söndü, sosyalistler neoliberal dil ile kendilerini kamuya atarken siyasi olarak İslamcılığın peykinde millet karşısına çıkabilme meşruiyeti kazandı.

Milliyetçilik 90’lı yıllarda büyük bir krize girdi, sağ-sol antagonizmasının bitmesiyle dayanağını Kürtçülüğe yasladı, iktidarda bulunduğu dönemde Apo’nun idamını gerçekleştirmemesi, başörtüsü konusunda 28 Şubatçı kalması nedeniyle tükenme noktasına geldi. Esasında milliyetçilik de 28 Şubat sonrasındaki muhafazakâr dalgadan nasibini “aşırılıklara uğramayarak”, ideolojik kendiliğini yitirerek almıştı. Açık kalan tek kanal liberalizme mecbur muhafazakârlık ile sosyalist ve marjinaller arasında yaşayan zaman zaman ulusalcılarda vecd haline gelen İslam düşmanlığı oldu.

Ufukta yeni bir ziyâ olur mu?

Türkiye bugün 28 Şubat sonrası başlayan muhafazakârlık istilasını iliklerine kadar yaşıyor. Bu muhafazakârlığın temelinde, tarih boyunca İslam ile yoğrulmuş bir zihniyetin ürettiği muhafazakârlıktan hatta radikal modernleşme karşıtı bir avuç estetten ziyade Kemalizmin imal ettiği “aşırılıklardan kaçınma” başlığı altındaki anlayış var. Türk düşüncesi bir yönüyle büyük bir tıkanmanın, çözülmenin eşiğindeyken öteki taraftan yeni bir açılımın, genişlemenin hatta derinleşmenin eşiğinde bulunuyor.

1 Kasım seçimleri milliyetçiliğin defterini dürdü. Kendini Türk olarak ifade etmekten kaçınıp önce sağ-sol, sonra terör üzerinden tanımlarla varolan milliyetçilik, 1 Kasım seçimlerinde terörle ve Kürtçülükle mücadeleyi MHP’nin değil de İslamcıların yürütmesi gerektiğini dile getiren millet varlığıyla ortadan kalktı. Milliyetçiliğin yeniden tarih sahnesine çıkışı öncelikle Üç Tarz - ı Siyaset dönemine sonra da 1938 - 27 Mayıs arasındaki döneme tekrar dönerek, yeni bir ruh, yeni bir felsefe, yeni bir metafizik inşa etmeyle mümkün olabilir. Milliyetçilik bugün artık terör ve Ortadoğu gündemi yüzünden genele yayılarak “yurtseverlik” boyutunda ontolojik hal aldı.

İslam dünyası yine bir tarafıyla Haçlı öte tarafıyla Şii tehdidi altında yeni bir ruhu, yeni bir iradeyi arıyor. Aynen 1921’de Ahmet Haşim’in duyduğu ıstırabı, bu ıstırabın doğurduğu umudu hep birlikte arıyor, aramak istiyoruz: “Bir gamlı hazânın seherinde / Isrâra ne hâcet yine bülbül? / Bil, kalbimizin bahçelerinde / Can verdi senin söylediğin gül! // Savrulmada gül şimdi havâda / Gün doğmada bir başka ziyâda...”

Liberalizmi, komünizmi, irticayı ve Kürtçülüğü tehdit olarak ilan eden Cumhuriyet eliti aşırılıklardan korunma uyarısı altında Türkiye’yi bugüne kadar getirdi. Tehdit tüm ideolojileri muhafazakarlıkta birleştiren tek tarz-ı siyaset olarak netleşti de... Neoliberal siyasallık ve dindarlıktan uzaklaşıp 7 Haziran seçimlerinden sonra toprakla, milletle, İstiklal Marşı’yla ve Türk kimliğiyle buluşan İslamcılık/Türk düşüncesi, Türkiye’nin ufkunda yeni bir ziyâyı doğurabilir mi?

[email protected]