Türk eğitim tarihi üzerine yeni düşünme yolları

Asım Öz / Yazar
3.11.2018

Arşivlerin içerdiği belgelerin Türk eğitim tarihi açısından ne kadar önemli bir yeri olduğunu gösteren Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri, İstanbul’daki öğretmenlerin tümünü içermemesi sebebiyle öğretmenlere ve eğitime dair konularda kati hükümler vermeye imkân tanımasa da modernleşme devrinde yaşananları genel hatlarıyla aksettiriyor.


Türk eğitim tarihi üzerine yeni düşünme yolları

Eğitim, öğretim, tedrisat, medrese, mektep, öğretmenlik modernleşme tarihimiz boyunca en çok tartıştığımız konuların başında gelir… Tabii aynı zamanda çözemediğimiz! Osmanlı’da Nizamı Cedit devrinde başlayan Tanzimat sonrasında gelişen/genişleyen ve Batılılaşma, modernleşme yahut çağdaşlaşma gibi değişik şekillerde adlandırılan sürecin tarihinin daha detaylı bir şekilde yazılabilmesi için yeni kaynakların işin içine katılması gerekir.  Bu çerçevede öğretmenlere dair resmi hüviyetteki belgeler, okul yayınları ve hatırat metinleri eğitim sahasındaki modernleşmeyi enine boyuna tartışmak açısından olmazsa olmaz kaynaklar arasında yer alır. Ne var ki bu noktada kimsenin savunamayacağı baştan savma araştırmalar bir yana belli seviyedeki ilk çabalar bile son derece kırılgan olup sonrakilerin düzeltici gücünden yoksun kalmışlardır.

Modernleşmeyle birlikte eğitim kurumlarının sosyokültürel ve dini ağırlık merkezi öncelikle kademeli bir şekilde medreseden mektebe geçmiştir. Mahalle mekteplerinin 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Mekteb-i İbtidâilere ardından ilk mekteplere dönüştüğünü dikkate alırsak, öğretmenlerin okuttukları derslerin içeriğinin ve sayılarının modernleşme doğrultusunda gelişip zenginleştiğini söyleyebiliriz. Eğitim kurumları medreseden mekteplere, mekteplerden okula dönüşürken, sürecin aktörlerinden muallim ve muallimelerin de öğretmen adını alması eğitim alanındaki yeni arayışların öncelikle doğrudan doğruya eğiticileri etkilediğini gösterir. Bu bakımdan eğitimdeki modernleşme sürecini anlamak için öncelikle İstanbul’daki personel kayıtlarının incelenmesi iyi bir başlangıç olabilir.  Osman Nuri Ergin’in yıllar evvel işaret ettiği üzere “Daha düne kadar Türkiye maarifi demekle İstanbul maarifi kast edilmez miydi?”

 Maariften Milli Eğitime

İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünün Zeytinburnu Sicil Arşivi’nden günümüze intikal eden Osmanlıca personel sicil dosyalarından hareketle hazırlanan Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri (2018) 1870’lerden 1960’lara ilk elden vesikalara yaslanarak öğretmenlerin şahsi kayıtları üzerinden Türk eğitim tarihini etraflıca tartışmaya imkân sunacak nitelikte.  Eğitim tarihine bir gündem öneren ciltlerin içindekilerine hızlıca göz atınca dahi bunu açıkça görebiliriz zira üç ciltten oluşan kitabın konusu doğrudan doğruya eğitim tarihi ve öğretmenler. Çalışma kapsamında kullanılan ve incelenen 97 yıllık döneme ilişkin yüz binlerce vesika arasından seçilen 261 belge, Türk eğitim tarihinde bilinmeyen birçok konu hakkında önemli bilgi ve katkılar sunuyor.

Kitapta şimdiye kadar gözden kaçan ve eğitim tarihine ait eserlerde göz ardı edilen pek çok hususa dikkat çekmeyi sağlayacak bilgiler var… Çünkü eğitim hayatının, öğretmenlerin mesleki vasıfların zaman içindeki gelişimini nasıl anlamlandırabileceğimizi bu belgeler ışığında yeniden düşünebiliriz. Eğitimin dışsal yanından ziyade iç yanını belirleyip, geçmişin bütünsel resmini yapmak için buna benzer çalışmaların sayısı artmalı ki ancak bu sayede Türk eğitim tarihinde olup bitenler hakkında daha tutarlı ve doğru açıklamalara ulaşılabilsin. Tasnifin kusursuz, çalışmanın mükemmel olmadığı, olmayacağı kaydını düşerek!

Muzaffer Fehmi Şakar ile Nuri Güçtekin, 627 personele ait sicil dosyası zarfı içindeki yaklaşık 300 bin belgeyi; İstanbul’daki eğitim kadrosuna ilişkin önemli verileri bir araya getirerek analize tabi tutuyor. Doğrusu kapsamlı bir eğitim tarihi yazabilmek için görülmesi zaruri olan vesikaları sürece dâhil etmek hayli çetin bir mesele. Kronoloji ve coğrafya açısından da geniş bir döküm barındıran kitap, kısa ve noksan biyografik bilgilerle, öğretmenlerin nitelikleri, görevleri, aldıkları ücret, bir kurumda kaç sene çalıştıkları gibi kayıtları mufassal tablolar şeklinde gözler önüne seriyor. Az da olsa öğretmenlerin kaleme aldığı “millî”  ve “amelî” mahiyetteki risale ve kitaplar da yer alıyor sicil belgelerinde.  Aslında tüm bunlar eğitim tarihi yazımı açısından “daha çok vesika” görmenin ne kadar önem arz ettiğini kendiliğinden ortaya koyar.

Osmanlı’dan Demokrat Partili yıllara İstanbul’da görev yapan öğretmenlerin yarısından fazlasının Marmara Bölgesinde özellikle de İstanbul ve civarında doğmuş olması çok iyi tahlil edilip değerlendirilmeli. Daha detaylı analizler, Balkanlarda dünyaya gelen ve burada görev yapanların Balkan Savaşı sürecinde İstanbul’a göç etmek zorunda kaldıklarını belirginleştirmektedir. Personelin baba mesleklerine göre dağılımında ilk sırada askerlerin son sırada ise çiftçilerin yer alması, öğretmenleri sosyal tarih açısından da incelemek için yeterli bir sebep. Buradan hareketle, öğretmenlik mesleğini tercih edenlerin ağırlıklı olarak şehirlerde yaşadığı çıkarımına ulaşmak mümkün…

İstanbul’daki mektep ve okullardaki eğitim personelinin sayısı yere ve zamana göre değişiklik gösterir. Çeşitli kurumlarda çalışan öğretmenlerin birden fazla meziyeti var. Önemli bir kısmı yabancı dil biliyor mesela. Öğretmenler bir alanda değil birkaç alanda ders verebilecek donanımda. Ahmed Şükrü Bey, Türkçe muallimliği vekâleti yanında resim ve musiki dersleri verenlerden. Ud, keman, piyano gibi müzik enstrümanı çalabilenlerin sayısı da hayli fazla…

Öğretmenlerin bildiği yabancı diller sıralaması ise şöyle: Fransızca, Arapça, Farsça. Bu durum Osmanlı modernleşmesinin ehemmiyet ve kıymet verdiği Fransız kültür dünyasıyla kurduğu ilişkinin boyutlarını gözler önüne serer. Ardından Arapça ve Farsça’nın gelmesi en azından mektep programlarından çıkarılıncaya kadar bu iki dilin Türkçe açısından önemini ortaya koyar. Zaten Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (1921) kitabında geçen “Lisân-ı Osmânî’nin elfâz-ı kesîresi Arabî ve Farisî’den me’hûz olduğu ve Türkçe bu lisanlarla tekâmül ve tezeyyun eylediği cihetle” diye devam eden yargısı da bunu teyit etmez mi?

Mümkün karşılaştırmalar

Eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gidişatını anlamanın yolu öğretmenlerin yetişme süreçlerinin tarihini bilmekten geçer. Belli düzeyde medrese eğitimi alanların yanında sadece mektep muallimi yetiştiren kurumlardan mezun olanlar da ibtidâi ve rüşdi tahsilini sürdürürken hafızlığını tamamlayanlar da öğretmen olmuş. Hafız Abdülkadir Faik Günorta, Yunus Hıfzı, Musa Kâzım Öztınay, Şeyhizade Müderris Mustafa Nuri Efendi gibi rüştiyeyi bitirdikten sonra medreseye devam edenlerin ayrıca ele alınması lazım. İkinci Meşrutiyet’ten sonra hayli yaygınlık kazanan hususi mekteplerin programlarında Kur’an-ı Kerim, Tecvid, İlmihal, Tarih-i Osmanî, Sarf-ı Osmanî, İmla, Hesap, Hüsn-i Hat gibi derslerin yer alması bu dönemin geçiş süreci olduğu şeklindeki hükmü kuvvetlendirir. Zaten öğretmenlerin eğitim süreçleri ve okuttukları dersler de bunu destekler mahiyettedir.

Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri’nde tamamlayıcı bilgi kaynağı ve estetik bir unsur olarak sayfalar arasına serpiştirilen belgeler öğretmenlerin dünyasına yapılan yolculuğu daha nitelikli hale getiriyor. İnâs, darülmuallimîn şahadetnameleri, icazetnameler ve ehliyetnameler temelde metin hüviyetinde olmalarına karşın görsel öge şeklinde değerlendirilmeye de müsait. Personel fotoğraflarında bilhassa erkek öğretmenlerde sarıktan fötr şapkaya geçiş süreci çok net bir şekilde fark ediliyor. İnâs mektebinde görev yaparken başları örtülü olan kadın öğretmenlerin yaşadığı dönüşüm süreci de çok bariz. Tüm çeşitliliği ile bu görsel unsurlar, okuyucuyu Türk modernleşmesinin aşamalar halinde geliştiği görüşüne ulaştırabilir; görüşün bir bakış açısı olmadan meydana gelmeyeceği göz ardı edilmeden. 

Kitabın müellifleri Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri isminden de anlaşılabileceği üzere sicil belgelerinden hareketle belki de kimlik politikalarının etkisiyle evvela kadın öğretmen oranının erkek öğretmenlere göre daha fazla olduğuna dikkat çekmektedirler. Resmi kaydına ulaşılan 627 öğretmenin 329’u kadın, 298’i ise erkek. Modernleşme döneminde 1869’dan itibaren kız çocuklar (inâs) için müstakil mektepler açıldığını ve bunlar için muallimeler tayin edildiğini biliyoruz. Sınırlı sayısal verilere dayanan rakamlar modernleşme sürecinin daha önce emsali olmayan büyük bir dönüşüm başlattığını gösterir. Hatta Türk edebiyatında çeşitli şekillerde tartışılan Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanına zemin teşkil eden birtakım gelişmelerin varlığını akla getirir. Bununla birlikte başka kaynaklar, bahsettiğimiz dönemlerde kadın öğretmenlerin sayısının fazla olduğu şeklindeki bir yargıya ulaşmak için acele edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim İstanbul Belediyesinin 1919 senesi için yaptığı istatistikler bu bakımdan önem arz eder. Buna göre, İstanbul’daki 227 mektepte 595 muallime, 1074 muallim bulunmaktadır. Bu sebeple öğretmenlerin cinsiyet dağılımı ile alakalı döküm gerçeklerin ancak bir yönünü; onu da eksik bir şekilde yansıtır. Elbette bu, kadın öğretmenlerin ayrı bir tasnife tabi tutularak incelenmesinin sağlayacağı faydayı ortadan kaldırmaz.

Türkiye’de dönemler içerisinde öğretmenlerin sosyokültürel dünyasına ilişkin sistematik ve kapsamlı bir çalışma henüz yapılabilmiş değil. Tarih, sosyoloji ve eğitim bilimleri alanındaki kimi çalışmalar öğretmenlerin yetişmesi, okuttukları dersler, vasıfları, yardımcıları ve maaşlarıyla ilgili bazı hususlara işaret etmiyor değil. Ancak bunlar çok dağınık ve birbirinden kopuk niteliktedir. Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri çok kapsamlı olmasa da işte bu boşluğu doldurma yolunda atılmış önemli bir adım kabul edilmelidir. Mesela belgeler öğretmenlerin, erken Cumhuriyet devrinde Tayyare Cemiyeti, Himaye-i Etfâl, Muallimler Birliği gibi kurumlara üye olabildiklerini gösteriyor. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dershane ve yönetiminde görev alabildiklerini de.  Mesela Mehmed Musa Sığın 25 Ekim 1927 tarihinde CHF Beşiktaş Halk Dershanesi Müdürlüğü yanında aynı partinin Beyoğlu mıntıkası müntehib-i saniliği görevlerini yürütür.  O zaman atılacak ilk adım her şehirdeki sicil kayıtlarından hareketle böyle hususi, fakat mufassal dökümlü eserler hazırlamak olmalı,  ardından onlardan genel ve detaylı bir Türk eğitim tarihi çıkarmak daha kolay bir iş haline gelir. Öğretmenlerin son derece canlı bir portresini sunan çalışmanın kaynağını oluşturan sicil belgeleri öğretmen kimliğindeki değişimlerin bütün boyutlarıyla ele alınması bakımından yorumlanmalıdır. Arşiv kayıtlarından hareketle bir araya getirilen öğretmenlere dair veriler hafızayı, benlik hissini hatta bireysel gerçeklik düşüncesini düzenleyen anılar, günlükler ve mektuplar gibi yazılı kaynaklardan yola çıkarak en geniş çerçevede ele alınmalı.

Aliyyü’l-a’lâ derece

Böylesi bir perspektif, hem eski tarz mahalle mekteplerinden yeni usul mektebi ibtidâiye oradan okula uzanan dönüşümün nabzını tutmayı hem de Türk eğitim tarihinde bir kısım görüşlere de meydan okuyacak yeni inşaları mümkün kılacaktır. Zaten bittiği düşünülen geçmişte yeni bilgiler arandığında beklenmeyen kaynaklar bulunur ve öngörülmemiş karşılaşmalar vuku bulur. Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri’nde öğretmenlerin yaşam öykülerinin anlatıldığı satırlarda “aliyyü’l-a’lâ derecede şahadetname ile mezun olmuştur.”  ibaresi çok sık zikrolunur.  A. Muhtar Nasuhoğlu ise hatıralarında “Süheyl Bey Mektebi’ni ikmal ettik. Aliyyü’l-a’lâ derecede şahadetname aldım” der. Dolayısıyla bundan sonra,  kitaptaki vesikalar ciddi bir karşılaştırmaya ve tahlile tabi tutulmalıdır. Türkiye Maarif Tarihi müellifi Nafi Atuf’tan hareketle söylersek, “Bunlar yapılmayınca bir maarif tarihi nakıs kalır...”

Arşivlerin içerdiği belgelerin Türk eğitim tarihi açısından ne kadar önemli bir yeri olduğunu gösteren Maariften Millî Eğitime İstanbul Sicilleri, İstanbul’daki öğretmenlerin tümünü içermemesi sebebiyle öğretmenlere ve eğitime dair konularda kati hükümler vermeye imkân tanımasa da modernleşme devrinde yaşananları genel hatlarıyla aksettiriyor. Eserin belki de en mühim yönü geçmişe ışık tutan öncü bir çalışma olması fakat öğretmen meselesi üzerine konuşurken afaki değerlendirmelerin ötesinde ciddi analizler ortaya konmuyor.  Şimdi bu verilere dair çeşitli yorumlar verimliliklerini gösterdikçe başka araştırmacılar ve hatta bu çalışmanın müellifleri bile, ellerindeki sonuçları elekten geçirebilecek, modernleşme sürecinin eğitime etkilerini ve bunların dönemler içinde nasıl değişe geldiğine dair daha üst genellemeler ortaya atabileceklerdir. 

[email protected]