“Türk Özel Sektöründe Reform İhtiyacı” dördüncü sanayi devriminin yaşandığı bir süreçte hala güncelliğini koruyan bir mesele. En önemli yansıması maliyetleri düşük kredi talebi olan zihinsel reform ihtiyacı, liberal piyasa şartlarının daha fazla öncelenmesiyle aşılabilir. Karlılık düzeyleri yüksek ve ihracata odaklı şirket sayısındaki artış da bunun bir göstergesi olarak okunabilir.
Dr. Deniz İstikbal/ Medipol Üniversitesi
Küresel ekonomi içerisinde gelirin büyük çoğunluğunu elinde bulunduranlar özel sektör firmalarıdır. Şirketler üretim, istihdam ve yatırım gibi olgularla milli gelire ciddi anlamda katkı sunar ve toplam çıktı düzeyinin büyük çoğunluğunu oluşturur. Ülkelere göre değişmekle birlikte kamunun yani devletlerin milli gelir içerisindeki payları özel sektöre kıyasla daha azdır. Örneğin toplumun genelinin tartışmalarına kıyasla kamu toplam milli gelirin yüzde 30-35 civarını oluşturur. Geri kalan miktar özel sektör tarafından meydana getirilir. Kamu kurumları yaptıkları yönlendirme ve teşviklerle özel sektörü destekler. Bu destekleme vatandaşların vergileri üzerinden yapılırken kamu gelir dağılımını düzeltici etki yaratabilir. Verilen sosyal yardımlar ve ücretsize yakın sağlık hizmetleri bunun önemli bir göstergesidir. Kriz dönemlerinde ise yaşanan olumsuzlukların çözümü için genel kabuller kamunun aksiyon alması gerektiğini söyler. Birçok ülkede geçerli olan kabul devletlerin ilk ortaya çıkışına kadar götürülebilecek tarihsel örnekler içerir. İktisat teorileri de benzer şekilde kamunun farklı şekillerde iktisadi krizlere müdahil olmasını ve durumu iyileştirmesi gerektiğine vurgu yapar. Buradan hareketle Türkiye örneği sürecin anlaşılması için daha iyi şekilde analiz edilebilir. IMF'e göre 2024'te milli gelirin yüzde 34'ü kamu tarafından kullanıldı veya yaratıldı. Buda yaklaşık 449 milyar dolarlık rakama işaret ediyor.
Kamunun meydana getirdiği harcama kapasitesinin dışında kalan milli gelir ise ağırlıklı olarak özel sektör firmaları ve bireyler tarafından meydana getirildi. 2024'te kamu (449 milyar dolar) ve tarım (82 milyar dolar) sektörleri dışarıda bırakıldığında 791 milyar dolarlık bir gelir kalıyor. Bu gelirin çoğunluğunu özel sektör kontrol ediyor veya yaratılmasına öncülük yapıyor. 791 milyar dolarlık milli gelir çıktısının büyük çoğunluğunu da en büyük 5 bin firma kontrol altında tutuyor. Bu firmaların çoğunluğu da TÜSİAD olarak isimlendirilen şirketler grubu tarafından kontrol ediliyor. Kamu dışı milli gelirin yüzde 50'sini, enerji ithalatı hariç dış ticaretin yüzde 85'sini, kayıtlı istihdamın (kamu ve tarım hariç) yüzde 50'sini ve kurumlar vergisinin yüzde 80'ini ödeyen TÜSİAD üyeleri tabir yerinde ise Türkiye'nin ekonomisine yön veriyor ve üretimi gerçekleştiriyorlar. Buradan hareketle 2024'te TÜSİAD üyelerinin kurumlar vergisi şeklinde 32,35 milyar dolarlık vergi ödediği anlaşılıyor. Toplam istihdam içerisinde de TÜSİAD üyeleri büyük çoğunluğu oluşturuyorlar. Kamudan daha fazla istihdam yarattığı anlaşılan ve devlete göre daha büyük finansal imkanlara sahip olan üyelerin reformlarda da öncülük yapması beklenebilir. Bu reform çalışmaları benzer şekilde diğer özel sektör şirketleri için de geçerli. Sermaye ve yatırım imkanları geniş olan ve ucuz kredi imkanlarına daha kolay erişebilen KOBİ'lerin tamamı için de benzer bir yorum yapılabilir.
Kamunun ekonomideki payı
IMF'nin 2025-2030 Türkiye tahminlerinde kamunun toplam milli gelir içerisindeki payı yıllara göre azalma göstererek yüzde 30'a doğru düşme eğiliminde bulunuyor. Bu nedenle özel sektörün elinde daha fazla varlığın toplanması ve gelecek üretim trendlerine yön vermesi ihtimal dahilinde. Dördüncü sanayi devriminin yaşandığı ve üretim modellemesinin daha teknolojik hale geldiği bir sürecin eşiğinde kamunun ekonomide daha az rol alması da bürokratik süreçlerin azalma eğiliminde olduğu yönünde okunabilir. Kamu kaynaklarının ihracatçıya daha az maliyetli kredi ve finansal imkanlarla desteklenmesi de bu nedenle önem taşıyor. 2025'te mal ve ürün ihracatının 270 milyar dolara erişmesi ve hizmet ihracatıyla birlikte 400 milyar dolarlık rekor seviyelere ulaşması bekleniyor. Dünya mal ve ürün ihracatının yaklaşık yüzde 1,1'ini gerçekleştiren bir aktör olarak Türk özel sektörünün yenilikler açısından öncülük yapması da rastlantı olmamalı. 2002-2024 döneminde AR-GE'ye 170 milyar dolarlık harcama yapan ve 2030'da AR-GE harcamalarında İspanya gibi Avrupalı aktörleri geride bırakması tahmin edilen Türkiye'nin özel sektör öncülüğünde yeni nesil marka ve teknolojileri yaratması gerekli.
Ortalama ve asgari ücretler açısından da özel sektör firmaları değerlendirildiğinde mevcut koşulların iyileştirilmesi gerektiği söylenebilir. İşveren maliyeti en düşük ücret olan asgari ücret için 800 dolar civarında olan finansal durumun kar marjları göz önüne alındığında kabul edilebilir olduğunu söylemek mümkün. Fakat bu rakam farklı alanlarda faaliyet gösteren her firma için de gerçekli değildir. Örneğin 2021-2024 döneminde Türk bankacılık sektörü yüksek düzeyli karlar ederek ciddi bir kâr marjı yarattılar. Toplam sektör karlılığının bu yıl için düşmesi beklense de enflasyon muhasebesinden muaf tutulan bankacılık sektörü ciddi büyüme gösterdi. Bu kar marjlarının dağıtımı konusunda ise çalışan açısından ciddi bir iyileşme yaşanmadı. Benzer bir durum diğer sektörler için de analiz edilebilir. Fakat sektörlere göre alt bir ücretin belirlenmesi ve şehirlerin kendi potansiyeli açısından asgari ücret uygulamasına geçilmesi sağlanabilir. Bu durum özel sektör firmalarının kendi finansal şartlarını içerecek şekilde şirket dernekleriyle tasarlanabilir. Fakat genel kabul şeklinde kamu tarafından yapılması beklenen ücret ayarlamaları sabit gelirli kesimler üzerinde olumsuz etki yaratabiliyor. Büyük şehirler özelinde genel ortalama ücretlerin yeterli düzeyde olmadığını ve enflasyon nedeniyle zorlukların yaşandığı da bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle kamunun değil özel sektöründe yapabileceği reform alanları bulunuyor.
Refahın dağılımı
2021-2023 dönemi görece firmalara maliyetleri çok düşük finansman imkanlarının sunulduğu yıllar oldu. Bu iki yıllık süreç firma karlılık oranlarını hem TL hem de diğer para birimleri açısından büyük sıçrayışlara maruz bıraktı. Sabit gelirli gruplar açısından gelir dağılımında yaşanılan bozulmaya nazaran refah üst gelir gruplarında toplandı. Bu üst gelir grupları ağırlıklı şekilde milli gelirin yüzde 50'den fazlasını elinde bulunduranları oluşturuyor. Özellikle büyük hacimli şirket varlıklarında meydana gelen artış bunun bir göstergesi şeklinde analiz edilebilir. Elde edilen varlık artışlarının günümüzde değerlendirilmesi ise istenilen düzeyde olmuş değil. Özel sektör hala kamu kaynaklarını enflasyonun altında olacak şekilde daha az maliyetle kullanmayı talep ediyor. İhracat merkezli bir kalkınma modeline geçmiş bir ülke olarak mevcut durumun bütün kesimler açısından kabulünün altında da bu beklenti bulunuyor. Kamu maliyetin büyük çoğunluğuna katlanarak kredi imkanlarını özel sektöre ciddi oranda kullandırdı. Günümüzde süren enflasyonla mücadele süreci için de benzer bir durum söz konusu. Sabit gelirli kesimler enflasyonla mücadele için birçok maliyeti göğüslerken benzer bir durum en zengin gruplar için bu düzeyde gerçekleşmedi.
Sonuç olarak "Türk Özel Sektöründe Reform İhtiyacı" dördüncü sanayi devriminin yaşandığı bir süreçte hala güncelliğini koruyan bir mesele. En önemli yansıması maliyetleri düşük kredi talebi olan zihinsel reform ihtiyacı, liberal piyasa şartlarının daha fazla öncelenmesiyle aşılabilir. Karlılık düzeyleri yüksek ve ihracata odaklı şirket sayısındaki artış da bunun bir göstergesi olarak okunabilir. Ancak yeni nesil iş modellerinin geliştiği ve teknolojinin daha fazla tercih edildiği bir dönemde eski kabullerin ve üretim çalışmalarının özel sektör öncülüğünde reform edilmesi gerçek bir zorunluluk olarak yorumlanabilir.