Türk solcularının Kemalist habitusu

Murat Güzel / Yazar
28.02.2015

Türk solcularının habitusundaki Kemalist bakiye dolayısıyla bütün solcu guru ve ayetullahlarımızın takipçilerine önerisi AK Parti’ye karşı CHP’nin saflarında hizalanmaktır. Türk solculuğunun “halkla imtihanı”nın varıp varabileceği nokta budur. Bu imtihana solcularımız elbette ve tabii ki Halk Partisi’yle gireceklerdir. Kim bilir belki de halkın benimsediği ve yaşattığı değerlerle mücadele en iyi Halk Partisi eliyle verilebilir!


Türk solcularının Kemalist habitusu
Türkiye’de sol siyaset ve düşüncenin toplumla ilişkisini değerlendirme noktasında din konusu önemli bir turnusol kağıdı işlevi görür. Batılılaşmacı fikri hareketlerin mütemmim cüzü olarak sol ve sosyalist düşüncelere sahip birçok aydının din söz konusu olunca klasik Kemalist refleksleri tekrarlamaları, onların yetişme ve düşünme tarzlarına bağlanabilirse de Türkiye’deki sol ve sosyalist aydınların neredeyse dinsel davranış ve örüntülerden nefrete varan bakışlarının altında bir tür iktidar istencinin de yattığı söylenebilir.
 
Batıcı aydınların günümüzdeki en önemli temsilcisi konumundaki solcu ve liberal aydınların Cumhuriyetçi radikal batılılaşma programına rağmen halkın gündelik hayat akışında ısrarla sürdürdüğü dini davranış ve örüntülere, dini simge ve menasıklara gösterdikleri tepki, Cumhuriyetçi batılılaşma programının asıl sahibi görünen Kemalizme nazaran daha şedid bir çizgi izler. Elbette bunda bütün bu akım ve düşüncelerin genel batılılaşma programı içinde tuttukları yerlerden kaynaklanan rekabetçi dolayımlardan kaynaklandığı ileri sürülebilir. Solcuların Kemalizm eleştirisinin bu noktada varıp varabileceği nihai nokta yine Kemalist anlam dünyası içinde kalır: Yeterince batılılaşamadık, Avrupalılaşamadık! Kemalizm, Kemalist hedeflere varamamak sebebiyle eleştiri konusu edilir. Demem o ki, Kemalizm, Avrupa’nın çağdaş haline nazaran tarih dışı bir görünüm sergilediği için eleştirilir eni sonu. Solcuların ve liberallerin dine bakışlarında bu sebeple Kemalizme özgü birçok noktanın yer alması da normaldir. 
 
‘Vekaleten özcü’
 
Bir “fetiş nesnesi” olarak solcuların ve Kemalistlerin Avrupa’ya bakışlarındaki ortaklık ve bu ortak zeminden kaynaklanan rekabet, Avrupa’nın tarih içinde geçirdiği anlamsal dönüşümlerin peyzajına dahildir. Her iki yaklaşımda da Avrupa fetişi tekrarlanırken bu fetiş nesnesinin kullanım değeri, ihtiyaç duyulan ideolojik angajmanlar çerçevesinde farklılaşır. Ancak her halükarda dine, yani İslam’a ve İslami kültür ve değerlere karşı bu fetiş nesnesinin işlevsel değeri aynı kalır.
 
İdris Küçükömer, Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir gibi bazı sıra dışı solcu figürleri dışarıda tutarak söylemek gerekirse Türkiye’deki sol akımların ve solcu aydınların dine yaklaşımlarındaki düşmanca tutumun varlık sebebi, toplumsal kültürde İslami davranış ve değerlerin Türkiye toplumunun neredeyse iliğine kadar işlemiş olmasıdır. Bu noktada diğer batılılaşmacı aydınlar gibi solcu aydınlar da kendilerini toplum içinde “yaban” olarak hissetmenin işkencesini yaşarlar. Solcu aydınların savundukları değerlerden kaynaklanması gereken toplumculuğa karşın, bir noktadan sonra, bu toplumculuğun rağmına toplum düşmanı bir figüre dönüştüklerini görürsünüz.
 
Bu sebeple, özellikle tarihsel ve toplumsal olay ve bağlamlarda anlaşılması gerekli birçok dini hareket ve davranışı “vekaleten özcü” bir tavırla yorumlayarak tözselleştiren bakış açısının egemen olduğu solcu yaklaşımların dini (Türkiye bağlamında İslam’ı) bütün toplumsal gerilik ve yanlışlardan mesul tutmaları, giderek muhafazakar-İslami hayat anlayışına bu yüzyılda ve evet hâlâ sahip çıkan dindar çevreleri düşman bellemeleri sırf Kemalist programın solcu anlayışlarda çökelmiş tortusu değildir.
 
Bizim “vekaleten özcü” olarak nitelediğimiz sol tavırlar, doğası gereği özcü olması gerektiğini savladıkları toplumsal formasyonların bir türlü başaramadığı bu “özcülüğü” onlar yerine onlara atfederek işleyen bir metinsel stratejidir. Bu tavırda bile solcuların dine düşmanlıklarının bir gereği olarak benimsedikleri dini, dindarları ve dahası dindarane değerlere sahip çıkan halkı aşağılama temrininin izleri görülebilir. Solcuların aydınlanmış cehaleti burada da bir kez daha devrededir. Doğası gereği “özcü” olması gerekli bir dinin mensupları bu “özcülüğü” bile başaramadıkları için solcularımız onlar yerine bu özcülüğün gereklerini yerine getirir ve dindar tavırların ve dinin özcü doğasını onlara iade ederler!
 
Özünde İslam karşıtı
 
Aslında bu haliyle bile tek parti döneminde yaygın “halk için halka rağmen”ci tutumun takipçileridir solcularımız. Kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilemeyen halkın mürebbileri olan tek partili dönemin CHP’li siyasetçi ve bürokratları, neticede halkın iyilik ve faydasına olacağını düşündükleri uygulamaları halkın karşı çıkmasına rağmen devreye sokarlar. Buna benzer bir biçimde kendileri için inançları gereği neyin “özsel” olduğunu bilmeyen dindarlara, sevimli solcu aydınlarımız da dinlerinin özsel gereğini hatırlatarak yardım etmektedirler.
 
Oldukça garip, oldukça çetrefilli bir düşünme biçimidir aslında Türkiye’de solculuk. Zaman zaman militarist, zaman zaman demokrat ve hatta sivil toplumcu bile olabilirler-ama tek şartla, her zaman halkın benimsediği dinin ve dini değerlerin karşısında olmak şartıyla! Gramchi’den, Althusser’den, Poulantzas’tan, Laclau-Mouffe’tan dolanarak geldikleri kertede benimsedikleri Avrupa solculuğu içinde sivil toplum ve demokrasi anlayışlarının son derece kısır, son derece inkarcı kalışı şaşırtıcıdır esasen. Solcu olmanın İslam karşıtı olmak anlamına geldiği bu “elitist” düşünce evreninde solcu olmak ile Kemalist olmak, solcu olmak ile kapitalist olmak arasındaki fark bile hafifsenebilir. Hem kapitalist hem Kemalist hem Marksist olabilirsiniz pekala, ortak değeriniz yeter ki İslam’a düşmanlık olsun!
 
Solun halkla imtihanı
 
Sol ve sosyalist akımlardaki Kemalist tortu esasen zannedildiğinden fazladır. 1960’ların Sol Kemalizmi 28 Şubat süreci boyunca restore edilerek yeniden piyasaya sürülmüştü. Bir ucu Ergenekon davalarına kadar uzanan bu süreçte, özellikle AK Parti iktidarının ilk yıllarında sivil toplumcu-demokrat Avrupa solculuğunun Türkiye’deki kerameti kendinden menkul mümessilleri, sol içindeki Kemalist hegemonyanın geriletilmesi adına ve tabii Avrupa Birliği’nin yüzü suyu hürmetine demokratik dönüşüme destek çıktılar. Bu destek solcularımızın “özsel ve ilkesel” bir kararı mıydı yoksa AB bu demokratik dönüşümü desteklediği için mi Avrupa solculuğu yapan aydınlarımız bu sürece destek verdiler, bu biraz muammada kaldı. Özellikle Yunanistan’da AB karşıtı sayılabilecek politik vaatlerle iktidara gelen Syriza’nın seçim zaferine verilen ikircikli tepkilerden sonra bu muamma derinleşmiştir. Diğer taraftan, özellikle 2010 Anayasa reformunun ardından “sol liberal” diyebileceğimiz bazı çevrelerde yaygınlaşan bir “zihni eksen kayması” da yaşandı. Bu eksen kaymasının doruğa ulaşmasında ve sol liberal çevrelerin fabrika ayarlarına geri dönüşünde Gezi protestolarının ehemmiyeti vurgulanmalı. Diğer yandan şu anda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik Başbakanlığı döneminde başlayan “otoriterleşme” ve “diktatör” suçlamalarının 2011 Şubat’ındaki MİT kumpasıyla birlikte paralel yapının atraksiyonlarıyla eş zamanlı gelişmesi de dikkate değerdir.
 
Bu kısa yakın tarih okumasının bile gösterebileceği gibi hangi fraksiyona mensup olurlarsa olsunlar Türk solcularının habitus’unda Kemalist bakiyenin işleyiş tarzı, solcu siyasetçi ve aydınlarımızın sahip olduğu “iktidar istenci”nin normal demokratik yollardan doyurulamayacak bir iştihayı temsil etmesi dolayısıyla, merkezcil bir cazibeyi haiz görünür. Bütün solcu guru ve ayetullahlarımızın takipçilerine önerebildiği bu sebeple AK Parti’ye karşı CHP’nin saflarında hizalanmaktır. Türk solculuğunun “halkla imtihanı”nın varıp varabileceği nokta budur. Bu imtihana solcularımız elbette ve tabii ki Halk Partisi’yle gireceklerdir. Kim bilir belki de halkın benimsediği ve yaşattığı değerlerle mücadele en iyi Halk
Partisi eliyle verilebilir!