Türk Solu, HDP ve döngüsel tekâmül

Yunus Şahbaz / Kırıkkale Üniversitesi
13.10.2018

HDP’nin alacağı oya ya da faaliyetlerine mahkûm kalan solun kaybettiği irtifayı tespit etmesi ve bu durum üzerinde muhasebe yapması gerekir. Ancak birinci TİP’ten yeniden kurulan TİP’e çıkarılacak bir ders varsa, o da tarafların döngüsel tekâmüllerini tamamlama yolunda hızla ilerledikleridir.


Türk Solu, HDP ve döngüsel tekâmül

24 Haziran seçimlerine ittifaklar damga vurdu ancak HDP resmî düzeyde hiçbir ittifaka dahil olmamıştı. Sadece Batı illerinden radikal sol parti ve hareketlerin temsilcilerini aday göstermek suretiyle örtülü bir ‘sol’ ittifak çatısı oluşturmuştu. TBMM’de yeni dönemin açılmasıyla birlikte, bu ittifakın bileşenlerinden olan ve yeniden kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) adayları Erkan Baş ve Barış Atay HDP’den istifa ederek TİP’e geçtiler. Böylelikle TİP tekrar Meclis’te temsil edilmeye başlandı.

1961 yılında kurulan birinci TİP’i sol/sosyalist mahfillerde diğer oluşumlardan ayırt eden birkaç husustan söz edilebilir. TİP’in işçiler, yani aslında sendikacılar tarafından kurulmuş olması ve ilk kez Meclis’te sosyalist bir partinin grup kurabilmesi bunlardan ilk akla gelenlerdir. Ancak TİP’e yönelik ilginin, son dönemdeki HDP tecrübesini de göz önünde tutarsak, bir diğer sebebi, TİP’in bünyesinde ‘Doğulular’ adında Kürt siyasetçilere yer açması ve partinin 29 Ekim 1970 Kongresi’nde aldığı kararlardan ötürü ‘Kürtçülük, bölücülük’ suçlamasıyla kapatılmış olmasıdır. Bu Kongre’de alınan kararla birlikte TİP özellikle Türk Solu’nun Kürt sorununa yaklaşımı bağlamında baş köşeye oturtulur. Bu yüzden de 2014 yılındaki 6-7 Ekim Olayları sonrası sosyalist kesimin HDP’ye duyduğu ilgi 2015 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında birinci TİP’le HDP arasında bir benzerlik kurularak meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Atay ve Baş’ın HDP’den ayrılıp yeniden kurulan TİP’e geçmesi, Türk Solu ve Kürt sorunu tartışmasını yeniden alevlendirmişe benzemektedir.

‘Doğulular’ ve TİP

Bu tartışmanın sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi için 1961 yılında kurulan TİP’in Kürt sorununa yaklaşımına bakmak bir başlangıç teşkil edebilir. Genel kabul gördüğü üzere, TİP esasında sendikacılar tarafından kurulmuş, daha sonra Mehmet Ali Aybar ve diğer sosyalist aydınlar partiye katılmıştır. Büyük oranda Aybar’la beraber partiye katılan bir diğer grup da Doğulular olarak bilinen ve Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, Naci Kutlay, Faik Bucak, Mehmet Ali Aslan ve Kemal Burkay gibi isimlerdir. Bu isimlerin TİP’e katılmasında Aybar faktörünü not etmek gerekir; zira Aybar, örneğin Faik Bucak gibi, bazı isimlerin üniversiteden hocasıdır. Ayrıca Aybar, Sadun Aren ve Behice Boran ikilisinin temsil ettiği işçi-proleter önderliğindeki ‘bilimsel sosyalizm’e karşı ‘güleryüzlü sosyalizm’ gibi daha köylü ve popülist tınıları olan bir sosyalizmi temsil etmektedir. Bu ayrım partinin daha sonraki tartışmalarında Aybar’ın istifasına giden sürecin temel sebebi olacaktır.

Doğulular grubunun TİP’e teveccüh göstermesinin asıl sebebi TİP’in dönemin Yön Hareketi ve daha sonraki Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinden farklı olarak legal ve parlamenter demokrasinin sınırları içerisinde bir faaliyet şeklini seçmiş olmasıdır. Zira ilk çıkışında olmasa bile zamanla evrildikleri süreçte Yön ve başından beri MDD hareketi sivil-asker ilerici güçlere dayalı bir askeri müdahale arayışında olmuşlardır. Oysa Doğulular grubu için askeri bir müdahale soldan bile gelse iyi bir seçenek değildir çünkü onlara göre sola yönelik göreli bir özgürlük ortamı sağlayan 27 Mayıs Darbesi aynı toleransı Kürtlerden esirgemiştir. 27 Mayıs’tan önce 49’lar Davası olarak bilinen davada 49 Kürt aydını tutuklanmıştır. Yine darbeden sonra 550 Kürt ağası ve entelektüeli Sivas’ta bir kampta toplanmıştır. Askeri yönetimlere dair bu hayal kırıklığını anı-söyleşisinde Doğululardan ve 49’lar Davası sanıklarından Canip Yıldırım şu sözlerle ifade eder; “27 Mayıs’tan sonra herkesi affettiler, hırsızlar bile affedildi ancak bizi affetmediler”.

Dolayısıyla TİP Doğulular nezdinde meşru bir platform niteliğinde idi. Zaten onlara göre bir partiyi değerlendirirken temel kriter Kürt sorununa nasıl yaklaşıldığı ve o partiden Kürt sorunuyla ilgili nasıl bir istifadenin olabileceğiydi. Bu anlamda da TİP kendileri adına önemli ve meşru bir zemin hüviyetinde idi.

TİP’te aykırı yaklaşımlar

Meselenin bir de TİP tarafı var tabii. TİP içerisinde genelde Kürt sorununa yaklaşımda ve parti içindeki Doğuluların faaliyetlerinin değerlendirme noktasında ortak bir tutumdan söz etmek mümkün değildir. Doğuluların daha yakın olduğu Aybar soruna dönemine göre daha mutedil bir şekilde yaklaşırken, partinin Aren-Boran kanadı meseleyi bilimsel sosyalist zaviyeden değerlendirmekte ve Kürt sorununu ancak sosyalist devrimden sonra ve kendiliğinden halledilecek bir mesele olarak görmektedir. Doğuluların organizatörlerinden olduğu Doğu mitinglerinden bazılarına bizzat Boran’ın katılması bu duruma aykırılık teşkil etmez; aksine destekler. Zira hem Boran’ın katılmasından Doğulu delegeler rahatsız olmuş hem de Boran mitinglerde burjuva milliyetçiliği yapılıyor diyerek Siverek ve Batman mitinglerinden sonra Ağrı ve Tunceli gibi mitinglere katılmamıştır. Ayrıca Boran mitingler hakkındaki bu eleştirisini partinin Merkez Yürütme Kurulu’na da getirmiş ve Aybar, Tarık Ziya Ekinci’den Boran’ın eleştirilerine dair görüş istemiştir. Yine Doğulular grubunun çıkardığı ve 1966 yılında 4 sayı yayımlanabilen Yeni Akış dergisi hakkında da Boran dergi sayılarını Tarık Ziya Ekinci’den alarak incelemiş ve aynı sonuca varmıştır. Boran’a göre, dergide burjuva milliyetçiliği yapılmaktadır. Dolayısıyla da Boran Kürt sorununa burjuva milliyetçiliği ve Doğuluların faaliyetlerine de solu bölen bir hareket olarak bakmaktadır. (bkz: Tarık Ziya Ekinci, Lice’den Paris’e Anılarım) Partide Aybar’ın Boran ve Aren ikilisinden farklı düşündüğünü teslim etmek gerekir. Aybar Doğulu delegelere ve Kürt sorununa nispeten daha ılımlı yaklaşmaktadır zira Aybar’a göre Türkiye’de salt Leninist bir sosyalist örgütlenme mümkün değildir. Aybar’ın sosyalizm anlayışında köylülüğe daha çok vurgu vardır ve Aybar genel başkan olduktan sonraki ilk il ziyaretini Gaziantep’e yapmıştır. Aybar’ın Gaziantep’te yaptığı konuşma Doğulular grubu nazarında soruna dair o dönemin şartları için gerekli vurguları taşımaktadır. Zira Aybar kalkınma ve ekonomik sorunların yanı sıra meselenin etnik boyutlarının da olduğunu vurgulamaktadır.

Öte yandan hem solun bir kısmı tarafından hem de ‘Kürt solu’ tarafından TİP’e yönelik sempatinin önemli sebeplerinden birinin 1970 yılındaki Kongre ve bu Kongre’de alınan karar olduğunu söylemiştim. Ancak işin paradoksal tarafı 1970 yılındaki Kongre’de Aybar yoktur zira Aybar istifa etmiş ve davet edildiği Kongre’ye de katılmamıştır. Kongre’de Boran-Aren grubunun temsilcisi Behice Boran Doğuluların da desteğiyle genel başkan seçilir. Fakat Boran Kongre’de yaptığı konuşmada bile, yukarıda aktardığım konumundan bir taviz veriyor değildir. Boran Kongre’de yaptığı konuşmasında ‘ister beğenin ister beğenmeyin, benim görüşüm bu diyerek’ sosyalistlerin ayrımcı ideolojilere karşı olduğunu tekraren ve kararlı bir şekilde belirtmiştir.

O halde 1970 Kongre’sinde Kürt sorununa yönelik, o döneme göre aykırı sayılabilen, bir kararın alınması nasıl mümkün olmuştur? Bunda büyük oranda parti içi hesapların etkisi olduğunu söylemek mümkün. Zira genel kabul gören görüş, bu kararın Doğulu genç delegelerin baskısıyla alındığıdır. Hatta Doğulu delegelerden Kemal Burkay ve Tarık Ziya Ekinci bu karara karşı çıkmışlardır. Çünkü Burkay ve Ekinci bu kararın partinin kapatılmasına sebep olabileceğini düşünüyordu ve nitekim de öyle oldu. Nitekim Kongre’de yaptığı konuşmasında “Parti bizim sigortamız” diyen Burkay’ın bu sözleri aslında Doğulular grubunun partiye bakışının bir özetiydi. Daha sonra bu karar dolayısıyla yargılanan Boran da zaten bu kararın arkasında durmamış ve Boran’ın bu tavrı daha tepkilere sebep olmuştur. Dolayısıyla karar parti içi liderlik hesapları neticesinde alınmış pragmatik bir karardır bu karar. TİP’in 20 Temmuz 1971’de kapatılmasıyla aslında Türk solu ve Kürt siyaseti arasındaki köprüler de kopmuş ve taraflar ‘70’ler boyunca farklı fraksiyonlara ayrılmış ve apayrı noktalara savrulmuşlardır.

Ortaklığın başlangıcı 

 ‘90’larda solun kültüralist açılımlarıyla kısmî teşebbüsler olsa da Kürt siyaseti ile Türk solu arasındaki münasebet büyük oranda HDP dolayımıyla tekrar sağlanabilmiştir. Bu münasebetin kurulmasında ana katalizör ortak bir zemin ya da ideolojik bir yakınlaşma vs. değil doğrudan AK Parti ve Erdoğan karşıtlığından beslenen bir yakınlaşmadır. Zira HDP ilk kurulduğunda ona çok sıcak bakmayan Türk solu ancak 6-7 Ekim olayları ve Selahattin Demirtaş’ın 2015 seçimleri öncesindeki ‘Seni Başkan yaptırmayacağız’ söylemiyle girdiği politik kulvarda bir ortaklık görmeye başlamıştır.

24 Haziran seçimleri öncesinde ise HDP Batı’daki Türk solunun radikal hatta marjinal yapılarının temsilcilerine bünyesinde yer vermiştir. Erkan Baş ve Barış Atay örneğinde olduğu gibi birçok Türk solundan isim HDP listelerinden Meclis’e girebilmiştir. Dolayısıyla da Türk solu ve HDP özelindeki Kürt siyaseti arasında tekraren TİP’i anımsatan bir ittifak yelpazesinin oluştuğunu görüyoruz. Ancak 1960’lardaki ittifakla şimdiki ittifak arasında esaslı bir ayrım var; 1960’larda Doğulular TİP listelerinden Meclis’e girerken (Tarık Ziya Ekinci gibi), 2018’de Türk solunun temsilcileri HDP özelindeki Kürt siyasetinin listesinden Meclis’e girmektedir. Yani TİP Kürt siyasetçiler için bir imkân ve zemin rolü oynarken, artık HDP sol figürler için bir imkân olarak görülmektedir. Yıllar önce, Metin Çulhaoğlu’nun aktardığına göre,  Behice Boran önderliğinde 1970’lerin ortalarında kurulan (ikinci) TİP’te Kemal Burkay’ın Kürtlerin ayrı bir örgütlenmesi olması önerisini Boran Bundculuk (kabaca Yahudi proletaryasının ayrı örgütlenmesini savunan fikirler olarak tanımlanabilir) imasıyla reddetmişti. Günümüzde ise Çulhaoğlu’nun deyimiyle bir tersine Bundculuktan söz etmek gerekebilir. Yani etnik temelli bir hareketin sosyalist hareket içerisinde kendisine yer açmaya çalışmasından, sosyalist temelli hareketlerin etnik temelli bir hareket içerisinde kendisine yer açmaya çalıştığı bir tersine çevrilme söz konusu. Roller ve ‘ev sahipliği’ değişmiş olsa da bu iki taraf arasındaki ilişkinin mahiyetinin esasında çok da değişmediğini ve Türk solu ile HDP özelindeki Kürt siyaseti arasındaki ilişkinin karşılıklı pragmatik saiklerle şekillenen bir ilişki olduğunu söylemek mümkün. Hem Batı illerinde HDP’nin aldığı oy hem de seçimler öncesinde Cumhuriyet Gazetesi gibi yayın organlarının tutumu bu durumun bir örneği olarak görülebilir. Zira seçimler öncesinde hemen her gün HDP ve özellikle Selahattin Demirtaş güzellemesi yapılan gazetede seçimlerden sonra yönetim değişikliğinin olduğu tarihe kadar hem Demirtaş hem de HDP’nin esamisi okunmadı. Çünkü HDP onlara göre seçimlerde misyonunu tamamlamıştı.

Kaybedilen irtifa tespiti 

Solun bayraklaştırdığı birinci TİP özelinde de göstermeye çalıştığım gibi, bu karşılıklı pragmatik ilişkiler zincirinin aslında iki tarafa da katkısı yok. Zira dönemlik kazanımların cazibesine kapılmakla hem sol kendi hareket alanını sınırlamakta ve etnik temelli bir partinin peşine düşme pozisyonuna savrulmaktadır hem de HDP özelindeki Kürt siyaseti tüm varlık ve enerjisini bir savrulma yaşamamak ve hayatta kalabilmek için harcamaktadır. Ayrıca gelinen noktada HDP’nin alacağı oya ya da faaliyetlerine mahkûm kalan solun kaybettiği irtifayı da tespit etmesi ve bu durum üzerinde muhasebe yapması gerekir. Ancak birinci TİP’ten yeniden kurulan TİP’e çıkarılacak bir ders varsa, o da tarafların döngüsel tekâmüllerini tamamlama yolunda hızla ilerledikleridir.

@Yunussahbazz