Türk-Alman ilişkilerinde ‘güven’ sorunu

Prof. Dr. Kemal İnat - Sakarya Ünviersitesi
26.09.2015

İki ülkenin Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurdukları “tarihi dostluk” ve “silah kardeşliği”ni tekrar inşa etmeleri zor belki, ancak Schröder hükümeti zamanındakine benzer bir “güven” ilişkisine dönmeleri mümkün. Bunun için her iki tarafın da rasyonel hareket etmesi ve olumsuz algıları besleyecek söylem ve eylemlerden uzak durmaları yeterlidir.


Türk-Alman ilişkilerinde ‘güven’ sorunu

Uluslararası sistemin aktörleri arasındaki ilişkilerin genel olarak “güven” kavramı çerçevesinde şekillendiğini ileri sürmek doğru değildir belki, ancak ileri boyutlara ulaşmış bir güvensizliğin de pek normal olmadığının ve rasyonel bir dış politika oluşturmanın önünde büyük engel oluşturduğunun altını çizmek gerekir. Birbirine çok yakın olduğu düşünülen ABD ile İngiltere, Almanya ile Avusturya veya Türkiye ile Azerbaycan arasında bile tam bir “güven” ilişkisinden bahsetmek mümkün değildir. Bu ülkeler arasında da farklı nedenlerle ve dönemsel şartlarda yaşanan değişikliklere bağlı olarak sorunlar yaşanmakta ve bu sorunlara bağlı güven erozyonları ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde, birbirine en yakın olduğu düşünülen ülkeler arasında bile tam bir güven ilişkisi kurulamadığı gibi, bazı ülkeler arasında da rasyonel olanın ötesinde aşırı güvensiz ilişkiler söz konusu olabilmektedir. Birçok değişik gerekçelere dayansa da, çoğu zaman yanlış tanımlanmış çıkar algıları üzerine oturan bu abartılmış güvenlik kaygıları karşılıklı olarak söz konusu irrasyonel ilişkinin bütün taraflarına zarar vermektedir.

Türkiye ile Almanya arasında son dönemde bu türden bir “güven” sorunu olduğu ve bu sorunun iki ülke ilişkilerinin her iki tarafa da zarar verecek şekilde şekillenmesine yol açtığı görülmektedir. Bu yazıda Ankara ile Berlin arasındaki ilişkilerin nasıl bu “güvensiz” noktaya geldiğinin nedenleri araştırılacak ve yeniden rasyonel bir çizgiye oturtulması konusunda öneriler ortaya konulacaktır.

Schröder-Erdoğan ilişkisi

Öncelikle, her iki ülkedeki iktidarların dünya ve bölge politikaları ile karşı tarafa yönelik tasavvur ve algılarının Türk-Alman ilişkilerinin şekillenmesinde temel belirleyici olduğunun altını çizmek gerekir. 2005 yılına kadar Almanya’da iktidar olan Gerhard Schröder Hükümeti döneminde çok ileri düzeye ulaşan iki ülke ilişkilerinin bu tarihte Angela Merkel’in başbakan olmasının ardından bozulmaya başlaması, yaşanan sorunların iktidarların tercihleriyle yakından ilgili olduğunu gösteriyor. 1998-2005 yılları arasında Almanya’da iktidar olan SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti, özellikle bu hükümetin başında bulunan Schröder’in Türkiye konusundaki oldukça pozitif yaklaşımlarıyla, Ankara ile işbirliğini temel alan bir ilişki geliştirmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği başta olmak üzere iki ülke ilişkilerini ilgilendiren birçok konuda Ankara’ya destek veren SPD-Yeşiller hükümeti, Türkiye’deki AK Parti hükümetini kabullenen ve onun AB üyeliği yolunda atmış olduğu demokratikleşme adımlarını destekleyen bir politika izlemiştir. Bu hükümetin başında bulunan Gerhard Schröder’in Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile kurduğu “dostluk” iki ülke ilişkilerini uluslararası ilişkilerde az rastlanan bir “güven” boyutuna taşımıştır. Almanya’da Schröder iktidarının sona erip yerini Angela Merkel başbakanlığındaki Hıristiyan Demokrat ağırlıklı hükümetlerin almasıyla Türk-Alman ilişkilerindeki bu olumlu atmosferin sona ermesi, iktidarların dış politika tercihlerinin ülkeler arasındaki ilişkilerin şekillenmesindeki etkisine açık bir örnektir. Merkel’in Almanya’yı Helmut Kohl zamanındaki politikalarına döndürmesi ve başta Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmak olmak üzere Türkiye’nin iç ve dış politikasına dair birçok konuda Ankara’yı rahatsız edecek bir tutum alması iki ülke ilişkilerinin hızla kötüleşmesine yol açmıştır. Schröder’in, Rusya, İran ve Türkiye gibi ülkelerle ilişkilerde Batı merkezci ve dayatmacı dış politika anlayışı yerine, onları kendi kimlikleriyle kabul edip işbirliği eksenli bir ilişkiler ağı kurmayı amaçlayan politikası Merkel ile birlikte değişmiştir. Almanya’yı klasik Hıristiyan Demokrat politik anlayışına geri döndüren Merkel hükümetleri, Türkiye konusunda dışlayıcı, ama aynı zamanda müdahaleci bir siyaset izlemiştir. Kültürel nedenlerle Türkiye’yi AB’nin dışında tutmaya çalışırken, Kürt sorunu, Alevi sorunu, Kıbrıs sorunu gibi Türkiye’nin iç ve dış politikasına dair birçok konuda iki ülke ilişkilerini olumsuz etkileyen müdahalelerde bulunmuştur.

Gezi’deki Almanya etkisi

Merkel ile birlikte Berlin’in Ankara’ya karşı değişen bu politikası Türkiye’deki Almanya algısının da hızla değişmesine yol açmış ve zamanla Almanya “Türkiye’nin güvenliği aleyhine faaliyet gösteren ülke” olarak görülmeye başlanmıştır. Atmosferin bu şekilde değişmesiyle birlikte, demokratikleşme, insan hakları ve Kıbrıs sorunu gibi konularda Almanya’dan Ankara’ya yöneltilen eleştiri ve öneriler Türkiye’de içişlerine karışma olarak değerlendirilip tepkiyle karşılanmıştır. Schröder hükümetinin Türkiye konusundaki “samimi” politikası sayesinde tepkiyle karşılanmayan bu eleştiriler Merkel hükümetinin Türkiye karşıtı politikasının bir parçası olarak görülmüştür. Bu dönemde Almanya’ya karşı oluşan güvensizlik medyaya da yansımış, gazete ve televizyonlarda Almanya’nın PKK ve DHKP-C ile bağlantıları olduğuna, Gezi olaylarını desteklediğine ve Türkiye’deki hükümeti yıkmaya yönelik bir tutum içerisinde olduğuna dair haberler yer almıştır. Alman vakıflarının Türkiye’de “yıkıcı” faaliyet gösterdiklerini ve İstanbul’da inşa edilen üçüncü havaalanından rahatsız olan Alman devletinin Türkiye’yi ekonomik istikrarsızlığa sürüklemek için çaba sarf ettiğini ileri süren haber ve analizler de Almanya konusunda oluşan olumsuz yargıları güçlendirmiştir. NATO çerçevesinde müttefik olmamıza rağmen Alman istihbaratının Türkiye’yi dinlediğinin ortaya çıkması ve DAEŞ’e karşı mücadele bahanesiyle Almanya’nın diğer Batılı ülkeler gibi PYD’ye destek vermesi de Türk medyasında Almanya’ya yönelen eleştirilerin konusu olmuştur.

Türk-Alman ilişkilerinde “güven” bunalımına yol açan bir başka unsur ise Alman medyasında Türkiye konusunda çıkan olumsuz haberler olmuştur. Merkel hükümetlerinin Türkiye konusundaki olumsuz politikalarına paralel bir şekilde Alman gazete ve televizyonlarında Türkiye’yi, iktidar partisini ve başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasetçileri karalayan çok sayıda yayın yapıldığı görülmektedir. Alman medyasında Türkiye konusundaki bu aşırı olumsuz yayınların iki temel nedeni olduğu söylenebilir. Birinci olarak bu yayınlar, yukarıda değinildiği gibi, Avrupa merkezci, öğretici ve te’dib edici bakışın ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa ve Batı dışındaki kültürlerin kendi yönetim ve siyaset anlayışına saygı göstermeyen bu tek tipçi yaklaşım Türkiye’deki AK Parti iktidarını ve onun yönetim anlayışını reddetmekte ve Batı ile uyumlu bir iktidarın Ankara’da işbaşına gelmesinin yolunu hazırlamayı hedeflemektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin demokratikleşmesinde çok önemli kazanımları olan Erdoğan diktatör olarak suçlanıp savunma pozisyonuna itilmeye zorlanılmakta ve Türkiye’yi Batı’nın yörüngesinden çıkarıp bağımsız politikalar izlemesinin önü kesilmeye çalışılmaktadır. Karşıdaki aktörlerin kendi kimlikleri üzerinden ve eşit göz hizasında dengeli bir ilişkiyi reddeden bu yaklaşıma sahip kesimlerin Alman medyasındaki izdüşümlerinin kendilerine özellikle Tayyip Erdoğan’ı hedef seçmeleri, onun tam da bu Batı merkezciliği reddeden bir medeniyet anlayışını temsil etmesiyle yakından ilişkilidir. İkinci olarak Alman medyasında ve siyasetinde etkili olan Türkiye’deki hükümete karşı bir lobiden bahsetmek mümkündür. Bu ülkede yaşayan Türkiye kökenliler arasında muhafazakar kesimler son döneme kadar Alman siyaset, bürokrasi ve medyasından uzak dururken, daha çok radikal sol kesimler ve bunlar arasında özellikle PKK’ya yakın çevreler siyaset ve medya içerisinde kendilerine yer bulmuşlar ve bunların Türkiye konusundaki politikalarını ciddi şekilde etkilemeye başlamışlardır. Bu kesimlerin Türkiye’deki muhafazakar AK Parti hükümetine karşı oldukları da bilindiğine göre, bu hükümeti yıpratmak için Alman medyası, siyaseti ve bürokrasisindeki uzun yıllardan beri inşa ettikleri nüfuzlarını kullandıkları görülmektedir. Bu çerçevede Alman medyasında yoğunlaşan ve zaman zaman hakarete varan Erdoğan ve AK Parti eleştirilerini aslında Türk medyasındaki eleştiri ve hakaretlerin uzantıları olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

Entegrasyon-asimilasyon

Türk-Alman ilişkilerinde son dönemde artan güvensizliğin bir başka nedeni Almanya’nın, yanlış bir şekilde kendi ülkesindeki Türkiye kökenli insanların geldikleri ülkeyle devam eden bağlarını bir tehdit unsuru olarak görmesidir. Türkiye’de yapılan değişiklik sonucu yurtdışında yaşayan vatandaşların bulundukları yerlerde oy kullanabilecek olmaları Türkiye’deki seçim atmosferini bu ülkelere de taşımıştır. Ülkesindeki yabancıların entegrasyonu konusunda başarısız olan Almanya, Türkiye’deki son cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler sırasında seçim kampanyalarının kendi ülkesine taşınmasından rahatsız olmuş, bu kampanyaların yabancıların entegrasyonunu daha da zorlaştıracağını ve Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı kendi ülkesine taşıyacağını düşünmüştür. Ülkesindeki Türk ve Kürt nüfusun Türkiye ile olan bağlarını bu şekilde bir yandan risk olarak gören Berlin’in, bir taraftan da özellikle son dönemlerde ve özellikle Kürt ve Alevi nüfusu Türkiye üzerinde nüfuz kurmak için bir araç olarak da kullanmaya çalıştığı düşünülmektedir. Ankara ile Berlin arasındaki bu karşılıklı olumsuz algılar da iki ülke arasındaki güven bunalımını derinleştirmektedir.

Ancak bu olumsuz algıların ve güven sorununun her iki ülkeye de ciddi zararlar verdiği açıktır. İki ülkenin Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurdukları “tarihi dostluk” (historische freundschaft) ve “silah kardeşliği”ni (Waffenbrüderschaft) tekrar inşa etmeleri zor belki, ancak Schröder hükümeti zamanındakine benzer bir “güven” ilişkisine dönmeleri o kadar zor olmasa gerek. Bunun için her iki tarafın da rasyonel hareket etmesi, birbirlerinin içişlerine karışmaktan imtina etmeleri ve olumsuz algıları besleyecek söylem ve eylemlerden uzak durmaları yeterlidir.

[email protected]