Türk–Alman ilişkilerini insan faktörü üzerinden okumak

Yrd. Doç. Dr. Hasan Özer / Bülent Ecevit Üniversitesi
5.08.2017

Ekonomi, strateji, medya, diplomasi, siyaset, insan hakları, özgürlükler gibi farklı alanlarda yaşanan hareketlilik, birçok önemli faktörü gündem dışı bırakmakta, Türkiye ve Almanya’nın ortak yönleri gözden kaçmaktadır. İki ülkenin köklü ve çok derinlikli ilişkileri, farklılıkların derinleştirilmesi suretiyle sürdürülebilir bir zemine kavuşturulamayacaktır.


Türk–Alman ilişkilerini insan faktörü üzerinden okumak

Son dönemde pek çok farklı yönüyle gündemin en üst sıralarına yerleşen Türkiye ile Almanya arasındaki münasebetlerin bugüne ve düne dair kodları barındırdığı bilinmektedir. Ülkemizde ve Batı’da aktüel olarak cereyan eden hadiselerin bu iki ülke arasındaki tarihi ilişkilerle bağlantısı da aşikârdır. Aslında Türkiye ve Almanya kendi aralarındaki ilişkileri daralan ve genişleyen bir koridorda yürütürken resmin diğer tarafında medeniyetlerinin kendilerine yüklediği tarihî misyonu da zihinlerinde tutarak hareket etmektedir. Doğu’nun ve Batı’nın bu iki kadim temsilcisinin, dünyanın en kaotik coğrafyalarında gelişmekte olan her türden durumu kendi lehlerine argümana dönüştürme çabasında olmaları anlaşılabilir bir olgudur.

Tüm bunlarla birlikte ekonomi, strateji, medya, diplomasi, siyaset, insan hakları, özgürlükler gibi farklı alanlarda yaşanan hareketlilik, birçok önemli faktörü gündem dışı bırakmakta, bu iki ülkenin ortak yönleri gözden kaçmaktadır. Türkiye ve Almanya’nın çok köklü ve çok derinlikli ikili ilişkileri, farklılıkların derinleştirilmesi suretiyle sürdürülebilir bir zemine kavuşturulamayacaktır. Türk ve Alman siyaset adamları, akademisyenler, sanatçılar, sivil toplum örgütleri, düşünce ve strateji kuruluşları, iki ülke arasında gelişecek sağlıklı münasebetlerin sadece kendi ülkelerine değil dünya sükunu ve refahına sunacağı katkıları değerlendirmek durumundadırlar. Yapılacak olan ortak araştırmalar, projeler, bilimsel toplantılar, Türkiye ile Almanya’nın birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu gösterecek yüzlerce karineyi ortaya koyma potansiyelini haizdir.

Bu noktada özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısının ilk yıllarından başlayarak seviyesi yükselen/azalan bir çizgide devam eden insan göçlerinin yarattığı tesirler dikkate değer bir gösterge olacaktır. Üniversitelerimizin ve diğer kurumların bu insanların çok çeşitli yönlerde iki ülke arasında nesiller boyu kurduğu köprüyü inceleyen çalışmaları son derece kıymetli olacaktır. Bir örnek olması bakımından Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları arasından çıkan Zonguldak’tan Almanya’ya Göç Hikâyeleri isimli çalışmaya referans yapmak isterim. İki yıllık bir araştırma projesi neticesinde ortaya konan eser zikredegeldiğimiz ilişkiler manzumesinin en merkezî ve en hayatî aktörü olarak “insan”ı ele almaktadır. 60 yılı aşkın süredir emek yoğun işlerde çalışmak üzere Almanya’ya göç eden insanımızın, burada oluşturduğu hayat hikâyeleri en saf, en temiz, en sahici argümanı işaret etmektedir. İnsan, her haliyle, her coğrafyada kendini var eden medeniyetin kopmaz bir parçası durumundadır.

Medeniyetin dokunulmazlığı

Medeniyet kavramının coğrafyalar üstü dokunulmazlığı, saygınlığı, maneviyatı insanı bir bütün olarak kuşatır. İnsan, içine doğduğu kültürün, tarihî arka planın, var oluş gerekçelerinin kimi zaman büyük bir idrak ile kimi zaman ise kendiliğinden varisi ve taşıyıcısıdır. Bu ağır, tartışmasız, ciddiyet gerektiren insanlık bilincinin, kültürler arası, inançlar arası, medeniyetler arası görünmez bir ağı ördüğü bilinmektedir. Söz konusu ettiğimiz projenin hayatlarını iki ülke arasında; birine diğerini tercih etmeden, kimliğinden vazgeçmeden geliştirilen ilişki biçimlerini örneklemesi bakımından önemi büyüktür. Bu ve benzeri çalışmaları yaygınlaştırarak, zenginleştirerek, çoğaltarak olumlu örnekler üzerinden yepyeni bir dil, yeni bir anlayış, farklı bir yaklaşım geliştirilebileceği görülecektir.

Ülkeler arası ilişkilerin sabit bir çizgide ilerlemesinin zorluğunu yadsımadan, Türkiye’nin son dönemde güçlü ve özgün bir dış politika dilini kullanıyor olmasının muhataplarında yarattığı etkiyi yok saymadan bir değerlendirme yapmalıyız. Batı’nın Doğu’ya bakış açısının, coğrafyamızın tehlikeli bir deneyin sahnesi haline getirilme çabasının, terörün, ayrışmanın, siyasi belirsizliklerin “büyük” devletlerce tercih ediliyor olmasının, bu durumun erteleyicisi olmasına müsaade etmemeliyiz. Evvela insanımızı tanımanın, onlardan vazgeçmemenin, gözlerden ırak olmanın gönüllerden de ırak olmak anlamına gelmediğini göstermenin gayreti içerisinde olmalıyız. Gurbette kendilerine bir hayat kuran, kendisinin, ailesinin, sevdiklerinin hikayelerini çeşitli saiklerle vatanından uzakta kurmak durumunda kalan insanlarımızın hayatlarına dokunmak durumundayız. Bilhassa gelişen ve genişleyen yükseköğretim sistemimizin güzide kuruluşları, üniversiteler, akademisyenler, araştırmacılar bu noktaya kayıtsız kalmamalıdır. Bu sayede, bir yandan Türkiye dışında yaşayan insanımızın hayat deneyimleri, edinimleri kayda geçirilmiş olacak diğer taraftan Almanya gibi çok sayıda insanımıza ev sahipliği yapan muhataplarımızla aramızdaki ilişkilere bir başka perspektiften bakma olanağı yakalamış olacağız. Bugün yurt edindiği coğrafyada bin yıllık bir devlet geleneğine sahip Türkiye’nin, eşsiz medeniyet tecrübesinin insanlığın ortak mirasına hizmet eden yaklaşımlarına yabancı kalmak Almanya başta olmak üzere diğer Batılı devletlere de bir fayda sağlamayacaktır. Türkiye’nin yenilenme, büyüme, kendini daha net bir biçimde ifade etme refleksleri muhataplarınca bir tehdit olarak algılanmamalıdır. Tarih boyunca medeniyetimizin temsilcilerinin dünyanın erişebildikleri her köşesinde insanlığa hizmetleri ciddi bir referans olmanın ötesinde bugünün dünyasının ihtiyaç duyduğu bir model önerisidir.

[email protected]