Türk-Amerikan ilişkilerinde başarıya giden yol Rakka’dan geçiyor

Hakan Çopur / Araştırmacı
18.02.2017

Trump yönetiminin Suriye’ye asker göndermek de dahil atacağı her tür adımın gelip dayanacağı yer de Türkiye’nin DEAŞ tehdidini ortadan kaldırabilmek için Suriye’deki son noktası da Rakka’dır.


Türk-Amerikan ilişkilerinde başarıya giden yol Rakka’dan geçiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 8 Şubat’ta yapılan telefon görüşmesi, Ankara’nın yeni ABD yönetimine PYD ve FETÖ konusundaki perspektifini en üst düzeyde aktardığı ilk temas olarak kayıtlara geçti. Ancak daha da önemlisi, her iki konuda da ikircikli bir çizgi takip eden Obama döneminin ardından Türkiye, Trump yönetimi ile “yeni bir sayfa” açabileceği inancını haklı olarak taşıyordu ve bu görüşmede ortaya çıkıp daha sonraki temaslarda da devam eden “karşılıklı anlayış” zemini, yeni dönemde ilişkilerin daha iyi olacağı sinyalini verdi. Bu sinyalin somut anlamda Rakka ile ilgili işbirliğinin boyutuna bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan yeni dönem Türk-Amerikan ilişkilerinde ağırlık merkezinin “DEAŞ’la mücadele” ve dolayısıyla “Rakka’nın geri alınma süreci” olacağını söylemek mümkün.

Trump kabinesine güveniyor

ABD’de siyasete sonradan girerek başkanlık koltuğuna oturan ve şu sıralar ciddi iç sorunlarla mücadele eden Trump’ın Türkiye ile ilişkilerin seyrini önemli ölçüde Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Savunma Bakanı James Mattis ve CIA Direktörü Mike Pompeo gibi isimlere emanet ettiğini not etmek lazım. Kampanyası boyunca “DEAŞ’ı bitirme” vaadinde bulunan Trump, göreve geldikten sonra Pentagon’a bir ay içerisinde DEAŞ’la mücadele için yeni bir plan hazırlaması talimatını verdi. Bu yeni planda (Musul’un yanı sıra) kuşkusuz Rakka’nın nasıl geri alınacağı ile ilgili stratejiler dosyanın en ön sırasında gelecektir. Obama yönetimi, terör örgütü DEAŞ’ın en önemli kalesi konumundaki Rakka’nın çevrelenmesi için bir başka terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin ana omurgayı teşkil ettiği ve adına Suriye Demokratik Güçleri (SDG) denen yapıyı kullanıyordu. Suriye’ye asker göndermeden DEAŞ’ı ülkeden temizlemek için kendince en “masrafsız” ve “kolay” yolu seçen Obama, bu uğurda NATO müttefiki Türkiye’nin haklı tepkisini es geçmeyi göze almıştı. Ancak yeni Trump yönetiminin önceden kimseye verilmiş bir sözü yok. Dolayısıyla yeni planlamada Rakka için SDG gibi devlet dışı ve terör unsurlarını barındıran aktörler yerine ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleri devreye girebilir.

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasındaki görüşmenin hemen ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Rakka’daki durumu kontrol altına alabileceği” yönündeki açıklaması dikkat çekti.

Pentagon’un kendi DEAŞ planını şu sıralar yenilediğini unutmamak lazım. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde/haftalarda Rakka’nın ne şekilde geri alınacağına ilişkin ortaya çıkacak mutabakat ya da anlaşmazlık, yeni dönem Türk-Amerikan ilişkilerinin rengini önemli ölçüde belirleyecektir. Ankara ile Washington’ın (Riyad’ın da dahil olabileceği) ortak bir perspektif etrafında, içinde PYD’nin hiç olmadığı bir Rakka planını ortaya koyması, diğer tüm konular için katalizör görevi görebilir. Eğer iki başkent bu konuda uzlaşamaz ve Trump yönetimi PYD gibi unsurlarla çalışmaya devam etmeyi seçerse o zaman da Obama dönemindeki gibi gerilimlerin yeniden gündeme geleceği varsayılabilir.

Rakka ve hassas konuşmalar

Ancak Türk askerinin Rakka gibi Suriye’nin yaklaşık 160 km içinde yer alan bir kente kadar gitmesinin kuşkusuz handikapları da var. Öncelikle Rakka, DEAŞ’ın en önemli kalesi konumunda ve içinde ne kadar DEAŞ militanının olduğu tam olarak bilinmiyor. El Bab’da siviller konusundaki hassasiyetini tüm dünyanın gördüğü TSK ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının Rakka gibi sivil nüfusunun 220 bin civarında olduğu tahmin edilen bir kente uzaktan top atışlarıyla girmeyeceği aşikar. Dolayısıyla Türkiye ile ABD arasında Rakka konusunda bir uzlaşma sağlansa bile bu savaşın nasıl olacağı, hangi ülke askerlerinin dahil olacağı, ABD askerinin yer alıp almayacağı gibi birçok faktör önemli olacaktır.

Elbette Ankara da muhtemel riskleri hesap ediyor ve o yüzden 8 Şubat’tan bu yana gerek Brüksel’de Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile ABD Savunma Bakanı James Mattis’in, gerek Ankara’da Pompeo’nun ve gerekse Washington’da Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ümit Yalçın’ın temaslarında her şey ince elenip sık dokunuyor. Ancak sözün özü, Trump yönetiminin Suriye’ye asker göndermek de dahil atacağı her tür adımın gelip dayanacağı yer de Türkiye’nin DEAŞ tehdidini ortadan kaldırabilmek için Suriye’deki son noktası da Rakka’dır.

Suriye’de güvenli bölgeler

Suriye’de güvenli bölge konusunun da Pentagon’un yeni DEAŞ planı kapsamında şekilleneceğini söylemek mümkün. Ancak Trump’ın bölge ülke liderleriyle yaptığı telefon görüşmelerinde güvenli bölge çalışmasının finansal planlamasına vurgu yapması dikkat çekiyor. Dolayısıyla güvenli bölge uygulaması hayata geçirilse bile bunun yükünün önemli ölçüde bölge ülkeleri tarafından karşılanması fikri Beyaz Saray’da ağır basıyor. Ancak Trump’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinde güvenli bölgelerin “finansmanı” konusunu gündeme getirmemesi, bu konuda NATO müttefiki Türkiye’nin farklı bir konumda kabul edildiğinin de bir göstergesidir. Ancak şu ana kadar somut olarak herhangi bir belge ortaya koymayan Pentagon’un güvenli bölge konusundaki çalışmalarına devam ettiği ve biraz daha beklemek gerektiği anlaşılıyor.

Gülen’in iadesi süreci

Her şeyden önce şu vurguyu yapmak gerekiyor: ABD’de FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi sürecinin idari ve yargı ayağı olmak üzere iki basamaktan oluştuğu bilinmelidir. Trump yönetimi, yeni Adalet Bakanı Jeff Sessions önderliğinde idari mekanizmaları sonuna kadar zorlayarak Gülen ve ABD’deki FETÖ mensupları üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilir. Yargı sürecini öngörmek her ne kadar şu aşamada mümkün olmasa da idari anlamda üzerinde baskıyı hisseden Gülen, yeni arayışlara girmek zorunda kalacaktır. Bu bile çok önemli bir adımdır ve Türk-Amerikan ilişkilerinin sıhhati noktasında çok değerlidir. Gülen’in iadesi sürecinde (işin idari boyuttan yargı boyutuna taşınması halinde) Pennsylvania’da davaya bakacak yargıç çok önemli hale gelecektir.

Yıllardan beri ABD’den Türkiye ile ilgili birçok şeyi rahatça organize eden ve en sonunda darbe teşebbüsünde bulunan Gülen’in mahkemeye çıkması bile FETÖ mensupları için çok büyük bir darbe olacaktır. 15 Temmuz’dan sonra Türk milletinin darbe çığlığına kulaklarını tıkayıp “yeni yönetim baksın” moduna bürünen Obama döneminin ardından Türkiye haklı olarak daha hassas bir yaklaşım bekliyor.

FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi konusunun Trump yönetiminden önce Türkiye için önemli bir öncelik olduğu da unutulmamalıdır. Trump’ın ve yanındaki birçok ismin “radikal İslamcı hareketler” vurgusunun ABD’de FETÖ’ye karşı nasıl işleyeceğini henüz bilmiyoruz. Bu konudaki en somut cümleleri kurmuş olan eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in Rusya ile ilgili bir tartışmadan dolayı istifa etmiş olmasının ne anlama gelebileceğini de henüz bilmiyoruz. Ancak net olan şey, Rakka etrafında ortaya çıkacak nitelikli bir uzlaşmanın güvenli bölge ve Gülen’in iadesi gibi konularda da katalizör görevi göreceğidir. Türkiye’nin elindeki darbe ile ilgili delillerin Trump yönetimi nezdinde Obama döneminden daha fazla karşılık görebileceğini ummak için çok büyük bilgiye gerek yok. 8 Kasım’daki başkanlık seçimlerinden önce ABD’de FETÖ’nün neden Demokratların adayı Hillary Clinton’a her anlamda destek verdiğini hatırlamak yeter.

Tüm bu manzara ışığında Trump dönemi Türk-Amerikan ilişkilerinin çok sakin geçeceğini söylemek için henüz erken. İlk ayında iki fire vermiş olan Trump yönetiminin Suriye’ye asker göndermek gibi hacimli kararlar alabilmesi için öncelikle zamana ihtiyacı var. Mattis’in kurumsal ilişkilere önem veren bir komutan olması ve Tillerson’ın “Suriye’de Türkiye ile çalışmalıyız” çıkışı, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha kurumsal bir zemine oturabileceğinin işaretleri olarak okunabilir. Ancak unutulmamalıdır ki Amerika Birleşik Devletleri, yekpare bir yapı değildir ve her zaman birden fazla yüzü olagelmiştir. Yeni yönetimde ABD’nin en mantıklı yüzüyle iş yapmak Türkiye’nin en çok isteyeceği, en değişken/oynak yüzüyle iş yapmak ise en son isteyeceği şeydir. Trump’ın hangi yüzü temsil ettiğini ortak alanlarda işbirliği yaptıkça daha net göreceğiz.

[email protected]