Türk-Amerikan ilişkilerinde dip dalga nereye?

Hakan Çopur / Araştırmacı-yazar
16.09.2017

Türk-Amerikan ilişkilerindeki çıkar çatışmasının sadece yüzeydeki dalgaları değil, dip dalganın ta kendisini de ciddi şekilde etkilediğini vurgulamak lazım. 8-10 yıl önce “stratejik ittifak” olarak tanımlanan ikili ilişkilerin bugün hangi kavramsal çerçeve ile tanımlanacağı belirsiz. Sadece “NATO müttefiki” olarak kalan ikili ilişkiler çerçevesinin yeni bir kavramsal zemine ihtiyacı olduğu açıktır.


Türk-Amerikan ilişkilerinde dip dalga nereye?

Türk-Amerikan ilişkileri en kötü dönemlerinden birini yaşarken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurulu top-lantılarına katılmak üzere yapacağı ABD ziyareti özel bir anlam taşıyor. Zira ABD’nin PKK/YPG’ye doğrudan silah desteğinden FETÖ elebaşı Gülen’in iade sürecine, yeni iddianame ile “siyasi bir Halkbank davasına” dönüşen Zarrab dosyasından S-400 füze savunma sistemine kadar çetrefil birçok konu, Erdoğan ile Trump arasında gerçekleşmesi beklenen görüşmede masadaki yerini alacak. İki ülke çıkarlarının bu denli çatıştığı zor bir dönemde liderler arasındaki tek bir görüşmenin tüm sorunları çözmesi elbet-te beklenemez; ancak bu sorunların en üst düzeyde konuşulacağı mini zirvenin Türk-Amerikan ilişkilerinin kısa ve orta vadeli geleceğine ciddi etki edeceğine şüphe yok.

Türk-Amerikan ilişkilerini doğru anlamak için ilişkideki yüzey akıntılarından ziyade dip dalganın seyrine bakmak gerekir, zi-ra asıl belirleyici olan dip dalganın seyridir. Yaklaşık 70 yıllık ilişkilerde Kıbrıs harekatı ile ardından gelen ambargo, 1 Mart Tez-keresi ile ardından yaşanan çuval hadisesi ve son dönemdeki PKK/YPG’ye doğrudan silah desteği gibi önemli kırılma anları ya-şandı. Bu kırılma anları dip dalgayı doğrudan etkiledi, ancak askeri ve güvenlik bürokrasisi eksenli ilişkilerin görece istikrarı ile krizler iz bıraksa da zamanla aşıldı ve yola devam edildi. Yüzeydeki dalgalanmaların yanı sıra zaman zaman bu dip dalgayı da negatif etkileyen güven bunalımları, asimetrik Türk-Amerikan ilişkilerinin inişli çıkışlı bir seyir izlemesine neden oldu.

Suriye iç savaşının (hatta Arap Baharı’nın) başından itibaren ortaya çıkan Türkiye ile ABD arasındaki çıkar farklılaşması, Demokrat Obama döneminde PKK/YPG’ye silah verilmeye başlanması ile tırmandı. 20 Ocak’ta koltuğa oturan ve kendinden önemli beklentiler olan Cumhuriyetçi Trump, 9 Mayıs’ta attığı imza ile PKK/YPG’ye artık doğrudan silah verilmesinin önünü açtı. Trump’ın bu adımı güven bunalımını adeta krize dönüştürürken, Ankara’nın S-400 adımı da Washington’daki soru işaret-lerini artırdı. 15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişimiyle ilgili üzerindeki şüpheleri halen tam olarak gideremeyen Amerikan yöneti-minin Gülen’in iade sürecindeki tutuk tavrı da işin tuzu biberi oldu.

Tüm bu maddeler alt alta yazıldığında Türk-Amerikan ilişkilerindeki çıkar çatışmasının sadece yüzeydeki dalgaları değil, dip dalganın ta kendisini de ciddi şekilde etkilediğini vurgulamak lazım. 8-10 yıl önce “stratejik ittifak” olarak tanımlanan ikili ilişkilerin bugün hangi kavramsal çerçeve ile tanımlanacağı belli değildir. Sadece “NATO müttefiki” olarak kalan ikili ilişkiler çerçevesinin yeni bir kavramsal zemine ihtiyacı olduğu açıktır.

PKK/YPG’ye silah desteği

ABD Başkanı Trump’ın, başta Rusya soruşturması olmak üzere içeride ciddi sorunlarla uğraştığını, Washington’da istediği hakimiyeti kuramadığını ve kendi partisi de dahil Kongre ile sağlıklı bir dengeyi oluşturamadığını öncelikle not etmek lazım. 9 aylık görev süresi içinde en yakınındaki birçok ismi kaybeden ya da kovan Trump, Beyaz Saray içinde de halen istikrarlı bir çizgi yakalayabilmiş değil. Bu gelişmeler bir yana, dış politika yapım sürecini önemli ölçüde Pentagon ve onun şahsında Savunma Bakanı James Mattis’e devreden Trump, PKK/YPG’ye silah verilmesi gibi askeri kararları da Pentagon ile ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığına (CENTCOM) bırakmış durumda. ABD’nin Suriye’de PKK/YPG unsurlarıyla çalışma kararı Obama döneminde temelleri atılıp uygulanmaya başlayan ve Trump döneminde de devam eden bir miras. Trump’ın özellikle askeri konulardaki karar alma süreçlerini askerlere devrettiği ve Pentagon’un da PKK/YPG ile çalışmaya istekli olduğu düşünülürse kısa vadede bu konuda bir beklenti içine girmek için herhangi bir neden yoktur. Bu bakımdan Erdoğan-Trump görüşmesinden PKK/YPG konu-sunda somut bir netice çıkmasını beklemek çok gerçekçi değil.

Öte yandan FETÖ elebaşı Gülen’in iade sürecinin “hukuki bir süreç” olarak kendi seyrine bırakıldığı ve ABD Adalet Bakan-lığı ya da Beyaz Saray’da şu anda önemli bir öncelik taşımadığı görülüyor. Trump ile Adalet Bakanı Jeff Sessions arasındaki gerginliğin bakanlıkta bir gerilime neden olduğu, Rusya soruşturmasına özel yetkili savcı (Robert Mueller’in) atanmasının Beyaz Saray’daki Sessions güvenini ciddi şekilde zedelediği konuşuluyor. Bu bakımdan, kendi koltuğu sorgu altında olan bir bakan konumundaki Sessions’tan Gülen dosyasıyla ilgili idari sürecihızlandırma gibi bir çaba beklemek de şu aşamada çok gerçekçi gözükmüyor.

Buna ilaveten son iddianame ile “Zarrab dosyasından” Halkbank’ın merkeze konduğu “siyasi bir dosyaya” dönüşen dava da Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeni baş ağrısı olarak gündeme gelmektedir. Türkiye’nin İran’la o dönemki ticaretini tek taraflı olarak “yaptırımları delme” olarak kodlayan ABD yargı makamlarının süreci okuma biçimi, 17-25 Aralık’ta FETÖ’cü savcıla-rın hazırladığı iddianamenin yaklaşımıyla çok büyük ölçüde örtüşüyor. Ankara bu konudaki rahatsızlığını ciddi şekilde dile getirirken Trump’ın konudan ne denli haberi olduğunu kamuoyu bilmiyor. Kuşkusuz görüşme öncesinde Türkiye brifingi alacak olan Trump’a bu dosya da detaylı şekilde anlatılacaktır. Ancak ABD tarafının, “Konu yargısal bir süreçtir, bizi bağlamaz” şek-lindeki muhtemel ilk açıklaması, ikili ilişkilerdeki güven bunalımını biraz daha tırmandıracaktır.

S-400’ler Pentagon’un kabusu

Türkiye tarafından masaya konacak bu ana dosyaların yanı sıra Erdoğan-Trump görüşmesinde gündeme gelecek bir diğer önemli başlık da muhtemelen S-400 füze savunma sistemi olacaktır. Başından bu yana Pentagon’un ve ABD Dışişleri Bakanlı-ğının karşı çıktığı S-400 füzeleri, Ankara’nın kendi ulusal çıkarları söz konusu olduğunda Washington’dan bağımsız politikalar geliştirebileceğinin en somut örneklerinden biridir. S-400’lerle ilgili tüm Amerikan kaynaklı cümlelerde “NATO müttefikimiz” ve “NATO ittifakı” ibarelerinin geçmesi önemlidir; zira ABD tarafı bu füzeleri sadece “Türkiye’nin bir savunma” tercihi olarak değil, bir Batı müttefikinin “Batı’dan bağımsız bir üçüncü yol” arayışı olarak da okuyor. Pentagon’daki tedirginliğin Mattis üzerinden Trump’a ve oradan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ulaşacağı neredeyse kesindir. Ancak bugüne kadar PKK/YPG’ye silah konu-sunda hep “DEAŞ’la mücadele” kalkanını kullanan Amerikan yönetimi, Ankara’nın tehdit önceliklerini ve ulusal çıkar değerlen-dirmesini dinlemek zorunda kalacaktır.

İlişkiler kopar mı?

Günün sonunda Türk-Amerikan ilişkileri kopmayacak kadar güçlü ve derindir. Ancak dipteki güçlü dalganın seyrini negatif etkileyen olayların sayısı arttıkça iki başkentteki güven eksikliği de tavan yapmaktadır. Beyaz Saray’daki “zayıf” bir başkanın yapısal bir tercih olan PKK/YPG konusunda kısa vadede bir şeyler yapması çok zor. Aynı şekilde FETÖ ve Zarrab davası konu-larının da “yargıya teslim edilmiş” süreçler olduğu ve bunların da Beyaz Saray’ın yakın radarı dışında olduğunu söylemek mümkün. Trump’ın S-400’ler konusunda söyleyeceği her cümleye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir cevabının olduğu da aşikar. Bu durumda New York’ta gerçekleşmesi beklenen Erdoğan-Trump görüşmesinden yapısal ve somut bir sonuç yerine, halihazır-daki güven bunalımını azaltacak ve tansiyonu düşürecek bir “liderler inisiyatifi” beklemek daha gerçekçi olabilir. Trump’ın ve Beyaz Saray ekibinin Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakışında bugüne kadar negatif bir tutum gözlenmedi. Ancak hem dış politika süreçlerini büyük ölçüde askerlere bırakmış hem de içerideki sorunlardan dolayı görece zayıflamış bir ABD Başkanı olan Trump’ın, (Türkiye’ye yaklaşımı olumlu olsa bile) Türk-Amerikan ilişkilerinin katılaşan sorunlarına çare üretebil-mesi pek mümkün değil. Yine de eğer iki lider sorunların çözümü noktasında daha yakın bir iletişimi tercih ederse, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine dair umudumuzu korumaya devam edebiliriz.

@hakancopur1