Türk-Amerikan ilişkilerinde gerçeklerle yüzleşme zamanı

Hakan Çopur / Araştırmacı, yazar
1.12.2018

İki ülke, yapısal sorunları ancak ‘eşit iki ortak’ gibi konuşarak aşabilir. Aksi halde ne Türk ne de Amerikan kamuoyu ‘üstten bakan’ söylemleri kabul edecektir. Münbiç, ABD ile Türkiye’nin sorunları çözebilme iradesinin mümkün olup olmadığının bir deney tüpü olarak karşımızda durmaktadır.


Türk-Amerikan ilişkilerinde gerçeklerle yüzleşme zamanı

Yapısal ortaklıklar kadar yapısal sorunları da bünyesinde barındıran Türk-Amerikan ilişkilerinin kaderi, Amerikalı rahip Brunson gündemini aştıktan sonra YPG/PKK, FETÖ ve S-400’ler gibi esaslı çözüm bekleyen sorunlarla cidden yüzleşilip yüzleşilmeyeceğine bağlanmış durumda. İki ülke arasında giderek büyüyen çıkar farklılaşması özellikle Türkiye’yi ABD dışında farklı tercihler yapmaya zorlarken, ABD yönetiminin Ortadoğu’daki müphem, tutarsız ve çelişkili tavırları ilişkilerin geleceğindeki belirsizliği artırıyor. Brunson sorununun aşılmasının ardından ortaya çıkan görece olumlu atmosfer, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump’ın performansının da katkısıyla “sorunların çözümüne katkı sağlayacak” bir aşamaya taşınabilir. Ancak başta ABD’nin bir türlü kesmediği YPG/PKK desteği ve S-400’ler gibi yüksek duvarlarla çevrili sorunlar aşılamadığı sürece ikili ilişkilerdeki parçalı bulutlu durum sürecek gibi gözüküyor. 

Münbiç’te nereye gelindi? 

Türk-Amerikan ilişkileri, tıpkı hava durumu gibi bazen güneşli, bazen parçalı bulutlu, bazen de aynı anda güneşli ve yağmurlu olabiliyor. Elbette bu sırada çıkan gökkuşağı herkesin yüzünde hafif bir tebessüme neden olsa da asıl önemli olan gökkuşağından sonra ne olacağıdır. 

Uzunca bir süre iki ülke gündemini de meşgul eden rahip Brunson konusunun geride kalması ve Münbiç mutabakatının noksan da olsa uygulanması, ilişkilerde görece bir yakınlaşmayı beraberinde getirmiş gözüküyor. Liderler düzeyinde son haftalarda hızlanan telefon ve görüşme trafiğinin son halkası, Arjantin’deki G20 Zirvesi’nde gerçekleşecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dile getirdiği gibi özellikle Suriye’deki (büyük oranda Münbiç’teki) durumun masada olacağını biliyoruz. Mutabakatın çerçevesini oldukça esneten Amerikan tarafının hareket tarzı Ankara’da rahatsızlıkla takip edilirken, bu konuda pozisyonu son derece net olan Türkiye, biraz geç olması pahasına Münbiç’i terör unsurlarından temizlemeye kararlı. Bu kararlılığın da farkında olan ABD yönetimi, içinden çıkamadığı bu ikilemi çözme cesareti göstermek yerine şimdilik mevcut pozisyonunu bir şekilde sürdürme yolunu tercih ediyor. 

‘İran’ı göğüsleme’

“DEAŞ’la mücadeledeki en etkili ortak” konumundan “İran’a karşı bir dengeleme cephesine” evirmeye çalıştığı YPG’nin son kullanma tarihini uzattıkça uzatmak isteyen ABD, Münbiç’te adeta “durumu idare etmeye” çalışıyor. Suriye’de er ya da geç kurulacak siyasi çözüm masasına YPG’yi bir aktör olarak oturtmak için bu süreci daha da uzatmak istediği belli olan ABD’nin bu tavrına karşılık Türkiye, bu oyalama sürecine daha fazla katlanmak istemediğini açıkça ifade ediyor. Erdoğan-Trump görüşmesinin bu bakımdan önemi açıktır, fakat bu görüşmenin bir dönüm noktası olmasını beklemek gerçekçi değildir. 

Suriye ve içindeki konuları sahadaki askeri ve diplomatik temsilcilerine havale etmiş olan Trump, CENTCOM ve McGurk gibi aktörlerin çizdiği çerçeveyi kabul etmiş gözüküyor. Bu bakımdan Suriye’deki oyun planını zaten Kobani’den itibaren YPG üzerine kuran sahadaki Amerikan karar vericileri, bugün Washington’ın “İran’ı göğüsleme” stratejisinden de güç alarak terör örgütünü beslemeye devam etmeyi planlıyor. 

Münbiç yol haritasının bir şekilde işlemesi Suriye’deki Türk-Amerikan ortaklığının olumlu yüzünü yansıtırken, Amerikalıların Münbiç’teki süreci ağır çekimde götürmeleri ise karanlık yüzünü temsil ediyor. Esasen Münbiç üzerinden Suriye bağlamında Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği de test ediliyor. Türkiye Münbiç kadar Fırat’ın doğusuna da sürekli vurgu yaparak kendi ulusal çıkarının istikametini gösteriyor. Buna mukabil Suriye’de İran ve Rusya’yı dengeleyebilmek amacıyla YPG’ye yaslanan ABD ise tam tersi bir istikamette ulusal çıkar vurgusu yapıyor. Dolayısıyla Suriye’de 2014’ten itibaren giderek açılan ulusal çıkarlar makası, Münbiç özelinde ve örneğinde aslında tavan yapmış durumda. Şu an her iki ülke de birbirine “kaybedilemeyecek kadar değerli” diye baktığı için Münbiç’teki mutabakat yavaş da olsa işliyor. Fakat günün sonunda ya Türkiye bazı çizgilerini kısmen esnetecek ya da ABD yönetimi Suriye için kurguladığı çelişkili planını değiştirecek. 

Öte yandan terörle mücadele söyleminin arkasına saklanarak DEAŞ’a karşı bir başka terör örgütü olan YPG/PKK’yı kullanan ABD’nin üç PKK elebaşı için koyduğu ödülün Ankara’da bulduğu zayıf yankı, Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımını net bir şekilde ortaya koydu. Ankara, bu tür adımların jest yapmaktan öte bir anlamı olmadığını, aynı örgütün Suriye’deki parçasına silah vermeye devam eden ABD’nin bu tür jestlerinin fazla “ciddiye alınmayacağını” açıkça ifade etti. Gün jest yapma değil, YPG/PKK konusundaki yapısal açmaza ciddi şekilde eğilme günü olmalıdır. 

Türkiye raporu 

15 Kasım’da Pentagon’un Kongreye sunduğu Türkiye raporu da Amerikan tarafının gözüyle ilişkilerdeki mayınlı alanları açıkça göstermektedir. Türkiye’nin ABD ekseninden kısmen uzaklaşıp Rusya’ya yaklaştığına ve günün sonunda S-400 hava savunma füze sistemleri alma noktasına geldiğine işaret edilen raporun açık bölümünde, bu sürecin F-35 alım sürecini ve hatta Türkiye’nin NATO’daki pozisyonunu sekteye uğratabileceği belirtiliyor. Türkiye’nin stratejik öneminin de hakkını veren, ama aynı zamanda “üstü kapalı tehditler” de içeren rapor, Türkiye’ye “Moskova’dan uzaklaş” çağrısı yapıyor aslında. Bir sonraki adımında Kongrenin karar ama süreçlerine havale edilen rapor, ABD’nin “YPG/PKK desteği” ve “FETÖ elebaşı Gülen’in iade süreci” maddelerine karşılık S-400 konusunu sonuna kadar kullanabileceğinin bir işareti olarak okunabilir. ABD yönetiminin yaklaşımını yansıtan Pentagon raporunda S-400’ler yerine NATO şemsiyesiyle uyumlu ve kapsamlı bir savunma paketinin sunulabileceğinin belirtilmesi ise “hala barışabiliriz” mesajı olabilir mi? 

Ankara’nın uzunca bir süredir hava savunma sistemi arayışında olduğunu bilen ABD’nin şaşkınlığı ve belki de kendine göre kızgınlığı, “NATO’nun güney kanadındaki en önemli müttefik olan Türkiye’nin Rusya’dan gidip bu füzeleri alması” dolayısıyla. Mike Pompeo’nun, James Mattis’in ya da bazı önemli Kongre üyelerinin açıklamalarına dikkatle bakıldığında bu durum açıkça görülebilir. 

Amerikalıların anlamak ve kabul etmek istemediği şey, bütün zayıf noktalarına ve açık pozisyonlarına rağmen Türkiye’nin kendi başına ulusal çıkarlarıyla ilgili kararlarını almasıdır. Amerikalılar hala eğer yeterince bastırırlarsa Türkiye’nin mutlaka geri adım atacağını düşünüyor. Pentagon raporunun satır aralarına bakıldığında ABD’nin, hala S-400’lerin iptal edilme olasılığın olduğunu düşündüğü görülebilir. Halbuki Türkiye “Ben S-400’leri aldım, o iş bitti; ama şartları ayarlarsak Patriot’ları da alabilirim” diyor. Aynı Türkiye, tüm yumurtalarını Rusya sepetine koymak istemediğini de açıkça ilan eden bir adım da atarak, Fransa-İtalya ortaklığındaki Eurosam ile füze savunma sistemleri üzerine işbirliği anlaşması da imzaladı. 

Yüzleşme zamanı 

Tüm bu adımlarda ABD’den bağımsız kendi çıkarlarını önceleyen Ankara, elindeki doneler Washington’ınki kadar güçlü olmasa da jeostratejik avantajını kullanarak hem Münbiç özelinde hem de Suriye genelinde bir çizgi tutturmaya çalışıyor ve bunda da şu ana kadar büyük ölçüde başarılı oldu. Bu yaklaşımın önündeki en önemli engel YPG/PKK’nın bölgedeki varlığıdır. Bu konuda Türkiye’nin zihni ABD’den daha nettir. 

Suriye’de var olmasının koşullarını ancak YPG üzerinden sağlayabildiği için kendini bu çıkmaz yola sokan ABD yönetimi, geri dönemeyeceği bir sarmalda hem Türkiye hem de YPG ile ilişkisini sürdürüyor. Bu ikilemi ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’den daha net ifade eden kimse yok. Hal böyleyken Brunson ve üç PKK elebaşına ödül gibi konuları bir kenara koyup Münbiç’te ne olacağı, Suriye’de kurulacak siyasi çözüm masasında YPG’nin olup olmayacağı, S-400’lerle ilgili tartışmanın ABD’de nereye evrileceği ve FETÖ konusunda atılacak adımlar gibi gerçekten iki ülke arasındaki yapısal meselelere el atılmasının zamanı çoktan geldi. 

Şu an görünen tabloda Türkiye’nin YPG ve FETÖ konularındaki haklı tavrından vazgeçmeyeceği, buna mukabil ABD’nin de S-400 ve buna bağlı olarak F-35 konusunu koz olarak sonuna kadar kullanmak isteyeceği gözüküyor. Birçok çıkar birlikteliğine sahip iki ülke, bu yapısal sorunları ancak “eşit iki ortak” gibi konuşarak aşabilir. Aksi halde ne Türk ne de Amerikan kamuoyu “üstten bakan” söylemleri kabul edecektir. Tam da bu büyük resim içinde Münbiç, ABD ile Türkiye’nin birbiriyle nasıl konuştuğunun ve sorunları çözebilme iradesinin mümkün olup olmadığının bir deney tüpü olarak karşımızda duruyor. 

@hakancopur1