Türk-Amerikan ilişkilerinde “ihtiyatlı iyimserlik” dönemi

Hakan Çopur / Araştırmacı, yazar
30.06.2018

NATO müttefiki Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından şikayet eden Amerikalılar, atacakları yeni adımlarla Ankara-Moskova ilişkilerine daha fazla katkı mı yapacaklar, yoksa ikili ilişkilerin geleceğini düşünerek Münbiç’teki gibi daha somut ve yakın işbirliğini mi tercih edecekler? Esasen hangi yaklaşımın daha stratejik olduğu açık; umalım ki Washington’daki karar vericiler de aradaki farkı net olarak görebilsinler.


Türk-Amerikan ilişkilerinde “ihtiyatlı iyimserlik” dönemi

Türk-Amerikan ilişkilerinde son döneme hakim olan “ihtiyatlı iyimserlik” süreci, hem ilişkilerde iyileşme evresine, hem de yeni krizlerin yaşanabileceği bir belirsizlik evresine dönüşme potansiyeli taşıyor. Münbiç Anlaşması ile uzun zaman aradan sonra ilk kez taraflar güven bunalımını aşabilecekleri somut bir adım atarken, Türkiye’nin ilk F-35 savaş uçağını Teksas’ta teslim alması da olumlu bir gelişme olarak not edildi. Ancak aynı süreçte ABD Kongresinde Türkiye’yi S-400’ler ve rahip Andrew Brunson konularında sıkıştırmak isteyen Kongre üyelerinin gündeme getirdikleri yasa tasarıları, mayınlı bölge olarak halen duruyor. Türkiye’ye yaptırım uygulanması ve F-35’lerin verilmemesi şeklinde iki ana başlıkta toplanabilecek konular, yakın gelecekte Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini doğrudan etkileyebilir. Bununla birlikte 24 Haziran’da “istikrar” diyen Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beş yıl daha görevde kalacak olması, ikili ilişkilerde de bir istikrar zemini haline gelebilir.

Kuşkusuz 24 Haziran’da sandıktan çıkan istikrar vurgusu, Türk-Amerikan ilişkilerini de etkileyecek. Nitekim Washington’dan gelen ilk tepkilerde “sandıktan çıkan sonuca saygı duyuyoruz” değerlendirmesinin yanı sıra, hem Beyaz Saray hem de Dışişleri Bakanlığının açıklamalarında “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapıcı bir şekilde çalışmayı bekliyoruz” vurgusunun yapılması önemlidir. Birçok krize ve soruna rağmen ABD de Türkiye’deki istikrarlı yönetim sürecini net olarak görmekte ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yeni ve daha beyaz bir sayfa açmayı istemektedir. Hatta Ankara’da pek seveni bulunmayan ABD’nin DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün son açıklamasında “Türkiye ile Münbiç konusunda iyi bir uyum yakaladık, bunun devamını diliyoruz” mealinde açıklama yapması dahi yeni dönemde ABD ile daha yakın işbirliği kapılarını daha fazla açmaktadır.

Ancak bu iyimser havanın yanında gri bulutların gölgesinde duran konular da var ve bunların çözülebilmesi için iyi niyetten fazlasına ihtiyaç duyulacaktır.

Münbiç ve sonrası

4 Haziran’da Washington’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve ABD’li mevkidaşı Mike Pompeo tarafından atılan imzalarla somutlaşan Münbiç yol haritası, uzun bir aradan sonra ikili ilişkilerdeki ilk güçlü işbirliği oldu. Münbiç mutabakatının başarısı iki ülke arasındaki güven bunalımının aşılmasında anahtar rol oynayabilir; zira şu anda en küçük bir olumlu adım bile Türk-Amerikan ilişkilerinde son derece değerli ve büyük bir boşluğu doldurma potansiyeline sahip. Bu bakımdan Münbiç yol haritası başarılı olur ve Suriye’nin ilgili diğer bölgelerine de uygulanmaya başlarsa, ileride Türk-Amerikan ilişkilerinin bu dönemi “Münbiç Anlaşması öncesi ve sonrası” diye ayrılabilir.

Öte yandan Türkiye’nin S-400’leri alıyor olmasından rahatsız olan savunma çevreleri ile Amerikalı rahip Brunson’ın salıverilmesini isteyen Evanjelik kesimlerin uyguladığı baskı, Kongrede “Türkiye’ye F-35’ler verilmesin” şeklinde vücut buldu. Önce Pentagon’un 2019 bütçe yasa tasarısında, şimdi de Dışişleri Bakanlığının Tahsisatlar yasa tasarısında gündeme gelen F-35 konusu, başından itibaren projenin en önemli ülkelerinden biri olan ve tüm yükümlülüklerini yerine getirmiş olan Türkiye’ye karşı adeta koz olarak kullanılmak isteniyor. Bununla birlikte Ankara’nın Moskova ile son yıllarda fazla yakınlaştığını düşünen Kongre üyeleri de aynı şekilde S-400’ler üzerinden Türkiye’ye yaptırım uygulatabilmenin peşindeler.

Ancak bu noktada, Donald Trump yönetiminin tam da Kongre gibi düşünmediğini not etmek lazım. Evet Trump ile (özellikle) Mike Pence, Brunson konusunda katı bir tutuma sahipler ve bu tutumun Türkiye aleyhindeki rüzgara katkı yapması mümkün. Fakat hem S-400’ler hem de F-35’ler konusunda Trump yönetiminin Kongre ile aynı çizgide durmadığını düşünüyorum. Trump’ın bugüne kadar Brunson konusunda attığı bir tweet dışında doğrudan Türkiye’yi hedef alan bir söylem içine girmediği görülüyor. Kuşkusuz Obama dönemi gibi Trump döneminin de Suriye politikaları hala çok belirsiz ve kırılgan; ancak Münbiç mutabakatını mümkün kılan ilk unsur Türkiye’nin kararlı tutumu ise, sürecin Washington ayağında da Trump’ın etkisinin olduğunu belirtmek lazım. Pentagon bürokrasisi ya da CENTCOM aymazlığında mümkün olmayacak Münbiç anlaşması, Trump’ın istemesi ve iki ABD dışişleri bakanının (Tillerson ve Pompeo) katkılarıyla kağıda döküldü. Nitekim F-35’ler konusunda ABD Savunma Bakanlığı bütçesiyle ilgili tasarıda Pentagon’un Kongreye sunacağı rapor belirleyici olacaktır.

Zor, oyunu bozdu

Bu noktada, ABD Savunma Bakanı Jim Mattis’in F-35’lerin sorunsuzca Türkiye’ye verilmesi konusunda ilgili Kongre üyeleriyle kapalı kapılar ardında görüşmeler yaptığı kulislere yansıyan bilgiler arasında. Dolayısıyla Kongredeki olumsuz havanın aksine Trump yönetiminde Türkiye’ye daha stratejik ve denge güden bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Ancak burada da kilit nokta, ABD’nin terör örgütü PKK/YPG’ye desteğini tamamen sonlandırması olacaktır.

Türkiye’nin Suriye konusundaki çizgisi de S-400’ler konusundaki tezi de F-35’ler konusundaki pozisyonu da şüpheye mahal bırakmayacak düzeyde açıktır. ABD’nin Suriye’de PKK/YPG’ye doğrudan silah desteği ve güvenli bölge konusuna başından itibaren soğuk bakması, Patriot füze savunma sistemlerini ısrarla vermeyip Ankara’yı alternatif aramaya zorlaması ve F-35 projesinin başından itibaren tüm yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmesi, Türkiye’yi her üç konuda da sağlam bir konumda tutuyor.

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla sahadaki kararlılığını ve gücünü ortaya koyan Türkiye, Suriye’deki oyunu bozdu ve ABD’yi Münbiç’te masaya oturttu. Bu sürecin devamını hep birlikte göreceğiz, ancak bu noktadan sonra DEAŞ’la mücadelede de sona gelinmişken artık hiçbir şeyin geçen yılki gibi olmayacağını söylemek mümkün. Bir terör örgütünü yok etmek için başka bir terör örgütüne yatırım yapan ABD, bu sorunu en az zararla nasıl çözeceğini artık kendisi düşünmeli.

Başta Patriot olmak üzere birçok önemli hava savunma silahını NATO müttefiki ABD’den parasıyla alamayan Türkiye, hem kendi milli hava savunma sanayisine daha fazla ve hızlı yatırım yapmaya girişmiş, hem de acil ihtiyacını gidermek için Rusya’dan S-400’leri almıştır. S-400’lerin NATO silahları ve araçlarıyla uyumlu veya uyumsuz olması, teknik bakımdan çözülebilecek bir konudur. Nitekim Türkiye, NATO müttefiklerine S-400’ler konusunda yakın çalışma konusunda da çağrıda bulunmuş ve bu konuda ajandasının net olduğunu tüm dünyaya ilan etmiştir.

F-35 konusunun Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılması ise son derece gereksiz ve uygunsuz bir adımdır. Uluslararası bir konsorsiyum olan, Türkiye’nin birçok noktasında önemli roller üstlendiği ve tüm yükümlülüklerini yerine getirdiği bir projede “maçın ortasında oyunun kuralını değiştirdik” demek, her bakımdan “stratejik vizyonsuzluk” olarak görülmelidir. Bu tür bir Kongre girişiminin Trump yönetimine takılması kuvvetle muhtemeldir; Kongre Türkiye ile ilişkilerde birtakım hesaplarla adımlar atabilir, ancak Trump yönetimi doğrudan Ankara ile muhatap olmaktadır ve bu hesapları Ankara ile ortak ele almak durumundadır. Bu ortak hesabı aşan birtakım girişimler iki ülke arasında iyileştirilmesi için çaba harcanan ilişkilere ciddi zararlar verebilir.

ABD’siz de kilit açan ülke

Washington’daki karar alıcıların ne kadarı “Türkiye’nin, birçok kilidi ABD olmaksızın da açabildiğini” anlamış durumda emin değilim; ancak iki başarılı askeri harekatı ile Suriye’nin kuzeyindeki denklemi bozan Türkiye’nin kararlılığı her yerden çok açık gözüküyor. Bu bakımdan ABD’nin Münbiç’te ve sonrasında diğer yerlerde Türkiye ile işbirliği yapmaktan başka pek farklı alternatifi bulunmuyor. Realist olmak gerekirse, Kongre S-400’lerden dolayı Türkiye’yi hedef alan bazı adımlar atabilir, o durumda Trump yönetiminin alacağı pozisyonu bekleyip görmemiz gerekecek. Ancak F-35’ler konusunda durum biraz farklı: Kongre bu konuyu bir koz olarak kullanmak isterken, Trump yönetimi başka sebeplerden dolayı Ankara ile F-35 üzerinden yeni bir kriz yaşamak istemiyor.

Tüm bu sürecin özetini bir soru ile derlemek mümkün: NATO müttefiki Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından şikayet eden Amerikalılar, atacakları yeni adımlarla Ankara-Moskova ilişkilerine daha fazla katkı mı yapacaklar, yoksa ikili ilişkilerin geleceğini düşünerek Münbiç’teki gibi daha somut ve yakın işbirliğini mi tercih edecekler? Esasen hangi yaklaşımın daha stratejik olduğu açık; umalım ki Washington’daki karar vericiler de aradaki farkı net olarak görebiliyordur. 24 Haziran’la yeni bir sayfa açan Türkiye, ABD ile ilişkilerinde de yeni sayfalar açabilir; hatta Washington’ın buna Ankara’dan daha fazla ihtiyacı olduğunu ifade etmek lazım. 2023’e kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde ilerleyecek olan Türkiye olmadan ABD’nin Ortadoğu’da sağlam adımlar atması mümkün değildir.

@hakancopur1