Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni dönem: Denge siyaseti

Abdülkadir Özkan / Yazar
3.06.2017

Türkiye’yi içten kontrol etmek amacıyla dönemsel olarak tedavüle soktuğu en kritik ve kapsamlı mekanizmayı kaybeden ABD, yeni aktörler bulma konusunda vakit kaybetmeyecektir. Ancak 40 yıla yayılan bir projenin kısa ve orta vadede kendisini toparlamasını beklemek gerçekçi değildir. Kısa vadede Türk Amerikan ilişkilerinin “bölgesel denge siyaseti” merkezinde devam edeceğini ön görmek doğru olacaktır.


Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni dönem: Denge siyaseti

Son 50 yıldır stratejik müttefiklik ekseninde ilerleyen Türk-Amerikan ilişkileri, bugünlerde çok kritik bir evreden geçiyor.1945’den sonra ABD’nin Soğuk Savaş stratejisiyle önem kazanan, 1950’lerde Kore Savaşı’yla zirveye ulaşan Türk-Amerikan ittifakı her ne kadar önemini bütünüyle kaybetmiş olmasa da, değişen diplomasi paradigması ABD’nin Ortadoğu’da yeni ortaklık arayışlarında olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Bugün gelinen noktada Türk-Amerikan ilişkilerinde stratejik müttefiklik döneminin sona erdiğini söylemek mümkün. Kısa ve orta vadede denge siyaseti (balance of power politics) iki ülkenin gelecek siyasetinde belirleyici rol oynayacak gibi duruyor. ‘Stratejik müttefiklikten denge siyasetine evrilme’ şeklinde tanımlanabilecek bu siyasal kayma süreci, ABD’nin bölgesel çıkarlarını ilgilendirdiği kadar Türkiye’nin kısa ve orta vadeli dış politikasında da belirleyici bir etken olacak gibi duruyor.

Peki ne oldu da Türk Amerikan ilişkileri bu noktaya geldi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son ABD gezisi yeni bir sayfanın açılmasına imkan vermedi mi? Yaygın kanaat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Washington seyahatinin yeni bir başlangıç olacağı şeklindeydi. Ancak Amerikan iç kamuoyunun yoğun bir şekilde Başkan Donald J. Trump’ın görevden azlini (impeachment) tartıştığı bir dönemde gerçekleşen görüşme iki ülke arasında açılması beklenen yeni sayfanın kısa vadede mümkün olmadığını gösterdi. Ziyaret sonrası Amerikan kamuoyunda Türkiye’nin Washington Büyükelçisinin -residance önünde yaşanan olaylar bahane edilerek-sınır dışı edilmesine yönelik tepkilerin artması Türkiye’nin uzun zamandır establisment ile yaşadığı sorunun bir müddet daha devam edeceği şeklinde yorumlandı. Peki Türk- Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getiren şey nedir? Stratejik müttefik ABD, neden bölgede başka ittifaklar peşinde koşuyor?

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından 1 Mart 2003 tezkeresine kadar geçen süreç ve sonrası, iki ülkenin ilişkilerindeki kırılmalara ilişkin önemli ipuçları veriyor. 15 Temmuz sonrası FETÖ kadrolarının devletin çeşitli kademelerinden tasfiye ediliyor olması ise doğrudan ABD’nin bölgesel menfaatlerini ilgilendirdiğinden kırılmayı derinleştiren önemli bir başka detaydır. Türkiye’nin son bir kaç yıldır iç siyasette yaşadığı olağanüstü gündem, Türk Amerikan ilişkilerindeki evrimle ekseninde masaya yatırılması gerektiğinden 1 Mart tezkere krizinin iki ülke ilişkilerinde oluşturduğu kırılmayı yeniden hatırlayalım.

1 Mart 2003 tezkere trizi

İktidara geldiği ilk yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı ile ilişkilerin makul boyutlara ulaştırılmasını Sultan 3. Selim’le başlayan modernleşme serüveninin gerekliliği olarak görür. AB müktesebatı kapsamında yapılan düzenlemeler “demokratikleşmeye” katkı sağladığı gibi AK Parti’nin toplumsal meşruiyetinin de önünü açar. Ancak ABD’nin 90’lı yılların başından itibaren bölgeye yeni bir şekil vermeyi hedefleyen Ortadoğu politikası, 2003 yılında Irak’ın yeniden işgaliyle kritik bir evreye girer. Beyaz Saray’ın “demokrasi götürme” vaadiyle başlattığı operasyonların, bölgeyi, uzun yıllar içinden çıkamayacağı büyük bir travmaya sürükleyeceğinin kimse farkında değildir. “Kitle imha silahlarını” gerekçe gösteren ABD, Birleşmiş Milletler’in aleyhte kararlarına rağmen Irak’ı işgal edecektir. İşgalci güçler tarafından kurulan mahkemede yargılanan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006’da Şii milislerce idam edilecek, bölgede yüzyıllardır devam eden Şii-Sünni çatışması belki de tarihinin en kanlı dönemine girecektir. Yıllar sonra Amerikan eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Irak işgalinin tarihi bir hata olduğu yönündeki itirafı “Neo-conların hezimeti” olarak anılacaktır. Bugün, bölgede varlığını sürdüren terör yapılanmaları ve DEAŞ türü terörist grupların ortaya çıkışındaki sosyolojik gerekçeler Irak’ın işgal sürecinde gizlidir.

Bekletilen ABD Donanması

ABD’nin Mart 2003’te Saddam rejimini devirmek maksadıyla kalkıştığı Irak’ın işgali, Türk Amerikan ilişkilerinde önemli bir kırılmaya işaret eder. Türkiye’nin kendilerine kayıtsız şartsız destek vereceğini uman ABD yönetimi Ocak 2003’te 4. Mekanize Tümeni İskenderun limanına gönderir. 19 Ocak’ta ise ABD Genelkurmay Başkanı Myers Türkiye’ye gelir. Durumun ciddiyetini anlayan Abdullah Gül Başbakanlığındaki AK Parti hükûmeti, bir Müslüman ülkenin işgaline olanak sağlayan bir ülke görüntüsü vermek istemez. Ancak ABD yönetimi Irak’a müdahale konusunda kesin kararlıdır. 1 Şubat 2003’te başında Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın bulunduğu bir heyet ABD heyeti ile diplomatik görüşmeler başlatır. Sert geçen müzakereler sonucunda Türkiye’nin PKK ile mücadelesine katkı sağlayacak, Kuzey Irak’ın statüsünü de içeren önemli başlıklarda anlaşmaya varılacaktır. 8 Şubat 2003’te imzalanan “Mutabakat Muhtırası” isimli anlaşma kapsamında Türkiye’nin güneydoğusunda konuşlanacak askerlerin koordinatları belirlenerek hazırlıklar tamamlanır. Amerikan tarafı Irak’a müdahale için hükûmetin TBMM’ye sunacağı tezkere oylamasının sonucu beklenmektedir. 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan tezkere beklenmedik bir şekilde reddedilir. Böylece yaklaşık 2,5 ay boyunca İskenderun limanında Türkiye’nin atacağı adımı bekleyen ABD 4. Mekanize Tümeni rotasını değiştirmek zorunda kalacaktır.

Çuval krizi

TBMM’den çıkan sonuç Beyaz Saray’da adeta soğuk duş etkisi yapar. Amerikan tarafının tepkisi gecikmez. 3 Temmuz 2003’de Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde görev yapan TSK’ya ait Özel Kuvvetler Bürosu, Amerikan askerlerinin baskınına uğrar. Baskında 11 Türk askeri gözaltına alınır. Elleri kelepçelenerek başlarına çuval geçirilir. Kayıtlara “Çuval Krizi” şeklinde geçecek olay, Türkiye’de yoğun bir Amerikan karşıtlığına dönüşecek, Erdoğan’ın ABD ile yaşadığı kriz, bölgenin dizaynında Türkiye’nin oyunun dışında kalmasına sebep olacaktır. Olayın şekli, ABD’nin işgal sürecinde yeterince inisiyatif almadığını düşündüğü TSK’ya yönelik bir mesaj olarak algılanır. ABD’de 4 Temmuz’un ulusal bayram ve tatil olması Türk tarafının Washington’da muhatap bulmasını zorlaştırır. Anlaşılan 4 Temmuz tarihi özellikle tercih edilmiştir. Yıllar sonra ortaya çıkan Wikileaks belgelerinde ABD Ankara Büyükelçisinin de olaydan haberi olmadığı notu kayda geçecektir. Kriz daha fazla büyümeden engellenir. Başbakan Erdoğan, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’e ulaşarak askerlerin derhal serbest bırakılmasını ister. Böylece çuval krizi olarak kayda geçen olay, 55 saat sonra Türk askerlerinin serbest bırakılmasıyla kapanacaktır. Yaşanan krizin büyüklüğü yıllar sonra çok daha net bir şekilde ortaya çıkacak, 2007 yılında -Pensilvanya’nın talimatıyla yürürlüğe konulan- TSK’yı hedef alan Ergenekon ve Balyoz dava süreçleri, ABD’nin TSK’dan intikamı olarak okunacaktır.

1 Mart’tan 15 Temmuz’a...

Türkiye’nin 1 Mart 2003 yılında yaşadığı kırılmanın FETÖ merkezli 15 Temmuz darbe girişimine kadar devam ettiğini söylemek yerinde bir tespit olur. Bu bağlamda Erdoğan’ın değişen siyaset dili ve yeni diplomasi paradigması, bölgesel parametreler ekseninde şekillenir. Bunun pratik yansımalarından biri Türkiye’nin bölgesel gücünü tahkim eden Barzani liderliğindeki Kürt yönetimi ile daha yakın ilişkiler kurmasıdır. Türkiye’nin Barzani yönetimini “tanımanın” ötesinde siyasî ve ekonomik işbirliği içerisine girmesi, bölge dengeleri açısından kritik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Erdoğan’ın bölgesel politikasını Özal’la benzeştirmek doğru bir yaklaşımdır. İlerleyen süreçte, Türkiye’nin bölgesel risk olarak kabul ettiği terör örgütü PKK unsurlarına yönelik başlattığı operasyonlarda Barzani’nin desteğini alması, Amerikan Merkez Komutanlığı’nı (CENTCOM) rahatsız edecek; CENTCOM, şimdilerde Kuzey Suriye’de PKK’nın bölgesel uzantısı PYG/YPG ile stratejik askerî ittifaka girerek Türkiye’ye doğrudan mesaj vermeyi tercih edecektir. Ancak sadece Türkiye’den değil, ABD Kongresi’nden de CENTCOM’a yönelik eleştirel seslerin yükselmeye başlaması, Amerikan yönetiminin ilerleyen günlerde başını çok ağrıtacağa benziyor.

Dikleşmeden dik durmak...

Sonuç olarak; 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, son 40 yıldır Türkiye’nin kılcal damarlarına sızmış ABD güdümlü bir örgütün devletin önemli kurum ve kuruluşlarından A’dan Z’ye tasfiye ediliyor olması, 1 Mart 2003’de derin bir kırılma geçiren Türk Amerikan ilişkilerinin bundan böyle eskisi gibi olamayacağının en net göstergesidir. -Süreci akamete uğratan gelişmeleri de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.- Türkiye’yi içten kontrol etmek amacıyla dönemsel olarak tedavüle soktuğu en kritik ve kapsamlı mekanizmayı kaybeden ABD, yeni aktörler bulma konusunda vakit kaybetmeyecektir. Ancak 40 yıla yayılan bir projenin kısa ve orta vadede kendisini toparlamasını beklemek gerçekçi değildir. Kısa vadede Türk Amerikan ilişkilerinin “bölgesel denge siyaseti” merkezinde devam edeceğini ön görmek doğru olacaktır. Bu yeni dönem Türkiye açısından kritik olduğu kadar hayatîdir. O nedenle Türkiye’nin yeni diplomasi paradigması “dikleşmeden dik durmak” olmalıdır.

[email protected]