Türkistan'da Nevruz diplomasisi

Tuğrul Camaş / Yazar
23.04.2021

Belki de insanlık tarihinin en büyük akraba örgütünü Türk dünyasında göreceğiz. Akrabalık ilişkilerinin ve bölgesel etkilerin altında gelişen Türk Konseyi'ni 'Bozkır Küreselleşmesi' olarak tanımlayabiliriz. Türk Konseyi zirvesi, dünyada meydan gelen büyük değişim sürecinde, Türk devletlerinin işbirliğini ve ülkeler arasındaki entegrasyonu arttırması bakımından önemli bir adım.


Türkistan'da Nevruz diplomasisi

Soğuk Savaş'ın dehşet dengesinin sağladığı istikrarın artık günümüzde kalmadığı aşikâr. Çok kutuplu olmaya çalışan dünya diplomatik kriz, silahlı çatışma ve lokal savaşların sıkça yaşandığı bir yer haline geldi. Diplomasinin dili her geçen gün daha da sertleşiyor ve sahip olunan silahların diplomatik dili yönlendirdiği de ortada. Karadeniz'de Ukrayna-Rusya arasında yaşanan krizin etkisiyle sular ısınırken Doğu Akdeniz'de MEB bölgeleri üzerine yaşanan anlaşmazlıklar da gerilimi artırmaya devam ediyor. Ortadoğu'da ise istikrarın yakın bir gelecekte mümkün olmadığı son derece açık. ABD'nin tek süper güç kalma çabası Çin ve Rusya'nın çok kutuplu dünya çabasıyla çatışıyor. Tüm bunların yanı sıra konvansiyonel savaş olasılığı uluslararası kamuoyunda henüz zayıf da olsa ihtimaller arasındaki varlığını korumaya devam ediyor.

Yeni bir örgütlenme

Böyle bir konjonktürde Türk dünyasında yeni bir örgütlenmenin ayak sesleri duyuluyor. Tarihi kökler üzerine inşa edilmeye çalışılan Türk Konseyi, henüz uluslararası etkiye sahip bir örgüt olmasa da bu yönde adımlar atılıyor. Belki de insanlık tarihinin gördüğü en büyük akraba örgütü Türk dünyasında göreceğiz. Akrabalık ilişkilerinin ve bölgesel etkilerin altında gelişen Türk Konseyi'ni 'Bozkır Küreselleşmesi' olarak tanımlayabiliriz. Köklerini Altaylardan alan devletler tarihte yaşadıkları ayrılıklara son vermek adına modern dönemin bütünleşme modeli olan Bozkır entegrasyonunu gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Elbette bu durum sadece entegrasyon olarak görülmemelidir. Cari konjonktür içerisinde aynı zamanda ihtiyaçtır da.

Bu ihtiyaçlar çok çeşitli olmakla beraber yeni konjonktürde avantajlar sağlamak isteyen ülkeler dezavantajlarını yeni bir teşkilatlanma ile oluşacak olan network sayesinde avantaja çevirmek istiyorlar. Mesela kapalı kıta içerisinde kalan Orta Asya devletlerinin dış dünyaya açılma çabası burada önemlidir. Kaldı ki bu durum onları bağımsızlıklarının 30. yılında daha da bağımsız kılacaktır. Bu amaç açısından Akdeniz'e kısrak başı gibi uzanan Türkiye diğer Türk konseyi ülkeleri için büyük bir avantaj. Ancak Türkiye Batı'nın çevreleme kuşağının içerisinde. Türkiye Kızıl Deniz'den uzak tutulmak istediği gibi Doğu Akdeniz'in doğusuna da hapsedilmek isteniyor. Türkiye'nin bu çevrelemeden çıkması hem kendisi hem de Türk dünyası için elzemdir. Yine benzeri bir çevrelemeyi Doğu Avrupa'da doğrudan yaşayan Rusya, Avrasya'nın önüne çekilmek istenen duvarlara karşı bir çıkış yolu bulmak zorunda. Çevreleme aynı zamanda bir baskılama aracı olarak bu ülkeleri diplomatik ve ekonomik anlamda strese sokmaktadır. Özellikle küresel ticarette yaşanan durgunluğun daha da artmasında neden olmaktadır. İç Asya'nın dış dünyaya açılması Avrasya'da yaşanan ekonomik durgunluğa da ilaç olacaktır. Uzun yıllar enerji alanında Rusya, İç Asya ülkelerinin kapalılığından çok iyi istifade etmiş olabilir. Ancak Rusya'nın enerji boru hatlarının tek seçenek olarak iç Asya ülkelerine sunulduğu ekonomik model bölge ekonomisi için de Rusya için de yetersiz kalacaktır. Bu sistem Rus ekonomisi için de artık bir dezavantajdır. Bu anlamda Kafkasya gibi küresel etkinin azaldığı bölgelerin ticaret ve ulaşım yönünden tam kapasite çalışması kuzey-güney ve doğu-batı yönlü ulaşımın sağlanması önemlidir. Bunlar gerçekleşmediği takdirde Avrasya, yakın gelecekte bölge bazlı sosyo ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Ya da Orta Asya ülkeleri coğrafi dezavantajları nedeniyle kendi zenginliklerine her zaman başka ülkeleri ortak etmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle bölgesel uyuşmazlıklara bağlı olarak yaşanan çatışmalara artık son verilerek huzur ve istikrar sağlanmalıdır. Burada çözüm Avrasya'nın bir bölge olarak kalkmasıyla mümkün görünmektedir.

Amaç ve zamanlama

Dünyada ve bölgede konjonktür böyleyken Türk Konseyi üye ülkeleri ve gözlemci devlet statüsü ile Macaristan devlet başkanlarının katılımıyla 31 Martta Kazakistan'ın Türkistan şehrinde "Türkistan: Türk Dünyasının Manevi Başkentlerinden Biri" konseptiyle çevrimiçi gayri resmi bir zirve gerçekleştirildi. Bu zirve gerek amaçları gerekse zamanlaması bakımından hem Türk dünyasının geneli için hem de bölge için çok büyük önem arz ediyor. Öncelikle bu zirve Türk dünyasının Karabağ Savaşı'nda gösterdiği dayanışmanın pekiştirilmesi ve elde edilen zaferin kutlanması olarak değerlendirilmelidir. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan'ın bağımsızlıklarının 30. yıl dönümünde gerçekleşen bu zirve aynı zamanda Türk devletleri arasında başlayan dayanışmanın sürdürülebilirliğini tüm dünyaya göstermesi bakımından da önem arz etmektedir. Ayrıca zirvenin tarihi kimliğine uygun olarak yeniden inşa edilen Türkistan şehrinin yeni çehresiyle birlikte "Türkistan: Türk Dünyasının Manevi Başkentlerinden Biri" konseptiyle yapılması büyük önem taşımaktadır. Bunun gerekçesi Türk dünyasının "Ataşehri"nin tarihin en eski dönemlerinden bu yana zamanın ve mekanın ötesine hitap eden değerler üretmiş olmasıdır. Zirvenin bu konseptinin amacı Türk dünyası devlet tarihinin ve Bozkır siyasi kültürünün ayrılmaz parçası olan büyük kurultayların toplandığı en önemli merkezlerden birisi olan Türkistan'ın tarihi rolünü yeniden üstlenmesini sağlamak, ona tarihten gelen misyonunu yeniden yüklemektir. Zaten zirvede bu yönde bir karar alınmıştır ve bu karar Türk dünyasının yeni bir çağda, dijital çağda, kendi siyasi ve kültürel tarihinin derin simetrisini yaşamasına vesile olacaktır. Ayrıca Türk dünyasının milli kimliğine kaynak olan şahsiyetlerden biri Hoca Ahmed Yesevi'nin mirasına ev sahipliği yapan ve Türk dünyasının medeniyet birikimlerini yaşatan Türkistan şehrinin manevi iklimi çevrim içi de olsa zirveye farklı bir anlam katmıştır.

En acı coğrafya

Tüm bunların yanında salgın koşulları nedeniyle ertelenen zirvenin ilk tarihi olan 21 Mart'ta zirve yapılabilmiş olsaydı Türk dünyasının tamamının tek ortak bayramı olan Nevruz kutlamalarına denk gelecekti. Zirvenin planlanan ilk zamanlamasına bu açıdan bakacak olursak, Nevruz'un Bozkır siyasi kültüründe, Türk devletleri tarihinde, büyük kurultayların toplandığı zamanlar olması tarihi simetrinin bu anlamda da yaşanmasına vesile olacaktı. Yine bu zirve küresel ve bölgesel konjonktür içerisinde ve dünyada meydan gelen büyük değişim sürecinde Türk devletlerinin işbirliğini ve ülkeler arasındaki entegrasyonu arttırması bakımından da çok önemli olmuştur. Tüm bu açılardan bakıldığında gayri resmi de olsa 31 Mart'ta gerçekleşen zirve zamanlaması ve amaçları bakımından çok önemli, tarihi, siyasi ve kültürel misyonlar üstlenmiştir. Türk dünyasının tarihi köklerinden gelen meşruiyet kaynakları bu zirvede tekrar kullanılmış ve yeniden kurumsallaşması yönünde kararlar alınmıştır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan zirvede Karabağ Savaşı sonrası ilk kez bir araya gelen Türk Konseyi ülkelerinin toprak bütünlüğünün önemine ve değişen dünyanın koşullarında Türk Konseyi gibi yapıların önemine vurgu yaptı. Her iki mesele de Türkiye'nin yakın coğrafyasının siyasi tarihinin gerçekliği olması nedeniyle çok önemlidir. Savaşlarla harap olan Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar Türk siyasi tarihinin en acı coğrafyalarıdır. Barışı ve huzurun korunması ise ancak bölge ülkelerinin işbirliğiyle mümkün olabilecektir.

Bu zirveye ev sahipliği yapan Kazakistan adına ise devlet başkanı Kasım Cömert Tokayev ve Türk Konseyi'nin Onursal Başkanı Nur Sultan Nazarbayev katılım sağladılar. Nazarbayev Onursal Başkan olarak Türk Konseyi için dikkat çekici küresel ölçekli stratejik önerilerde bulunmuştur. Bu önerilerden iki tanesi gerçekten dikkate değerdir. Birincisi konseyin artık teşkilat düzeyine yükseltilmesi ikincisi ise Bozkır küreselleşmesinin adı olan Turan koridorunun açılmasıdır. Türk Konseyi'nin şu anki statüsünün dışına çıkarak teşkilat yapısının kazandırılması yeni bir kurumsal kimlik kazanmasını sağlayacaktır. Bu kurumsal kimlik Türk Konseyi'ne bölgesinde güvenlikten her türlü işbirliğine kadar çalışmalar yürütecek çok farklı imkân ve kabiliyetler kazandıracaktır. Bu noktada öneri sahibi üye ülkeler, devlet başkanları, Türk Konseyi'nin AGİT gibi bir teşkilatlanmaya dönüşmesiyle aslında yeni bir dünyanın kurulduğu şu günlerde risk ve tehditlere karşı daha özel bir yapılanma olmasını istemektedirler. Bu sayede Türk Konseyi yakın coğrafyaların sorunlarına da müdahil olabilecek daha etkin bir uluslararası teşkilatlanma hüviyeti kazanacaktır. Bu bakımdan her ne kadar üzerinde çok durulmasa da Türk Konseyi'nin teşkilat düzeyine çıkarılması bu örgütün görev ve yetkilerinin çok özel bir alana daha taşınması anlamına gelecektir. Yine Türk Konseyi bu sayede Türk dünyasının küresel meselelere dahil olabilmesini sağlayacak altyapıyı sağlayabilir. Bu dahil oluş aynı zamanda başta uluslararası ticaret olmak üzere birçok alanda de yeni açılımların oluşması anlamına gelecektir. Bu anlamda batıdan Rusya, Çin ve İran tarafından çevrelenen Türk Dünyası'nın üzerinde bulunduğu doğuda Hazar Denizi ile sınırlanan İç Asya coğrafyasının güney ve batı yönünde dış dünyayla iletişimini arttırma çabası ön plan çıkıyor. "Turan koridoru" adı verilen yeni bir ticaret koridoruyla Türk dünyasının İç Asya'da kalan ülkelerini Türkiye üzerinden Karadeniz'e ve Akdeniz'e bağlanabilecek. Yine Özbekistan'ın güney yönlü dışa açılım projeleri de burada etkili olacaktır. Bu sayede Orta Asya ülkeleri Hint Okyanusu'na açılabilecektir. Ancak Güney yönlü ticaret yollara her zaman baskı aracı olarak kullanılabilecektir. Kaldı ki istikrarın bu bölgede henüz sağlandığını söyleyemeyiz. Tüm bu açılardan bakıldığında İç Asya'da kalan Türk dünyasının dışarıya taşınması son derece önemli bir konu olduğu kadar bu ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hamleleri için de özel bir anlam taşımaktadır. Bu noktada Türkiye ve İç Asya arasında kurulacak yeni ulaşım ağları çok önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle Orta Asya'yı Akdeniz limanlarına açan demir yolu ağı Akdeniz'in ürünlerini de iç Asya'ya taşıyacaktır. Bu anlamda zaman kaybedilmeden bu ulaşım ağı oluşturulmalıdır.

Yeniden etkinleştirme

Diğer yandan Kazakistan Devlet Başkanı Tokayev Türk Konseyi çerçevesinde çok önemli gündelik meselelere değinerek pratik çözümler sunmuştur. Özellikle Covid-19 salgınına karşı ortak çözümler getirilmesini önermiştir. Bu noktada Kazakistan aşı üretimi ve bilgi değişimi noktasında işbirliği yapmak istediğini açıkça ifade etmiş ve işbirliğinin kapısını açmıştır. Bir diğer önemli mesele ise Türk dünyasının geleneksel ticaret yollarının yeniden etkinleştirilmesinin zaruretidir. Bu durum küresel ticarette yaşanan durgunluğun etkilerini azaltmak için Türk dünyasının gerek ticari hacmin gerekse sahip olduğu iletim ağlarının kullanılmasına fayda sağlayacaktır. Böylelikle yine Türkistan, Semerkant ve Buhara gibi tarihi ticaret yolları üzerinde bulunan şehirlerin bu avantajının tarihi simetride yeniden etkinleştirilmesi önemli olacaktır. Mezkur bölgelerde kurulacak olan ticaret alanları İç Asya'da kuzey-güney yönlü ulaşım ve ticaret ağı için hub olacaktır. Tokayev konuşmasında askeri ve savunma gibi alanlarda da işbirliğinin artırılmasını önerirken su kaynaklarını da çok önemli bir konu olarak gündeme getirmiştir. Burada özellikle küresel iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan iklim krizinin etkileri çok önemlidir. Su kaynaklarının geleceği burada kilit önemdedir. Yine yapay zekâ, büyük dataların işlenmesi, dijitalleşme, e-ticaret gibi alanlarda çalışmalar yapılması ve innovasyonun geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Tüm bu öneriler tek bir çatı altında değerlendirildiğinde "çevrimiçi gayri resmi zirve tüm alanlarda entegrasyonun kaçınılmaz olduğunu ortaya koymuştur" diyebiliriz. Ancak bu kez entegrasyon önerileri romantik yaklaşımların bir ürünü olarak değil çağın gerekliliği üzerine bina edilmektedir. Bunun en somut göstergesi ise entegrasyonun somut alanlarda yapılmasına dair önerilerin olmasıdır. Bu bakımdan Türk Konseyi üye ülkeleri artık yeni bir çağın arifesinde ülke gerçeklerinin mecburiyetlerine tabi olmuşlardır. Bu anlamda ihtiyaçlara cevap veren bir konsey olmuştur.

[email protected]