Türkiye ABD ilişkileri yeni bir krize hazır değil

Hakan Çopur/ Araştırmacı, yazar
30.09.2017

ABD ve Türkiye için yapısal sorunların zorluk derecesi, liderler arasındaki samimiyet derecesinden daha belirleyici gibi gözüküyor. Suriye özelinde ayrışan çıkarlar ve PKK/YPG’ye silah desteği konularında herhangi bir adım atılmadıkça Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini tam olarak yoluna koyması mümkün olmayacaktır.


Türkiye ABD ilişkileri  yeni bir krize hazır değil

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki hafta BM Genel Kurulu toplantılarına katılmak üzere gerçekleştirdiği New York ziyareti, birçok bakımdan önemli temaslara sahne oldu. Başta ABD Başkanı Donald Trump ile görüşme olmak üzere BM konuşması, ikili temasları ve iş dünyasıliderleriyle buluşmaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ABD ziyaretinin öne çıkan başlıklarıydı. Özellikle Trump görüşmesi herkesin merakla beklediği en önemli temastı. Görüşmede ABD’nin terör örgütü PKK/YPG’ye silah desteği, FETÖ elebaşı Gülen’in iade sürecindeki yavaşlık ve 25 Eylül’de IKBY’nin yaptığı gayrimeşru referandum konularının öne çıktığı belirtildi. Ancak ne iki lider arasındaki samimiyetne Trump’ın görüşme öncesindeki sıcak açıklamaları ne de görüşmenin uzunluğu, Türk-Amerikan ilişkilerinde sahici bir yumuşama veya iyileşme işareti olarak okunabilir. New York ziyaretinin en önemli iki çıktısı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünya siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olduğunun bir kez daha vurgulanması” ve “Erdoğan-Trump ilişkisinin olumlu yönde devam etmesi” olarak görülebilir.

Erdoğan her şeyi söyledi

Trump görüşmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ağırlıklı olarak ABD’nin PKK/YPG’ye olan doğrudan silah desteğinin ikili ve bölgesel ilişkilere ne kadar zarar verdiğini anlattı. Trump’ın yüzüne karşı net ifadelerle “Müttefikimiz ABD’nin terör örgütüne silah desteği hiçbir şekilde kabul edilemez; bu konuda bize verdiğiniz sözleri yeterince güvenilir bulmuyoruz” anlamında sözler söylenmesi önemli. Bu rahatsızlık elbette ABD yönetimi nezdinde bilinen bir durum, ancak bunu en üst düzeydeki muhatabın yüzüne karşı bir kez daha söylenmesinin anlamı var. Bu konudaki “suçunun” esasen farkında olan ABD yönetiminin, Erdoğan ile görüşmede S-400 konusunu pek gündeme getirmemiş olması, belki de bu “suçluluk psikolojisinin” bir sonucu. Ancak bu savunma konuları Trump’ın radar alanının biraz dışında gözüküyor.

Daha önce de birçok kez ifade ettiğimiz gibi ABD’nin mevcut PKK/YPG stratejisi Obama döneminin, CENTCOM komutanlarının (dolayısıyla bölgedeki komutanların) ve BrettMcGurk gibi DEAŞ’la mücadele sürecindeki birkaç önemli karar alıcının ortak yaklaşımının bir sonucudur ve Trump döneminde de aynı yaklaşım geçerlidir. Suriye ve DEAŞ’la mücadeleyi tamamen askerlere bırakan Trump’ın PKK/YPG konusunda şu anki çizgiden farklı bir istikamet çizebilmesi pek olası değil. Kaldı ki içeride birçok sorunla yüzleşmek zorunda olan Trump’ın Ortadoğu’daki sorunlarla ilk elden ilgileneceğini düşünmek için de fazla sebebimiz yok. Bu şartlar altında Erdoğan-Trump görüşmesindeki PKK/YPG bölümü, belki mevcut durumun daha da kötüleşmemesi adına en üst düzeyde yapılmış bir temas olarak okunabilir.

Bununla birlikte görüşmeden sonra yapılan ve içeriği aynı olan yazılı açıklamalarda, “terörün her türlüsüne karşı mücadele” şeklinde formüle edilen vurgunun, Türkiye’nin PKK/YPG rahatsızlığının metne yansımış hali olduğunu düşünmek mümkün.

FETÖ için yeni adım yok

Öte yandan ABD’nin FETÖ elebaşı Gülen’in iade sürecindeki yavaşlığının aynı şekilde devam ediyor oluşu da Ankara-Washington hattındaki bir başka gerilim konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konudaki rahatsızlığı güçlü ifadelerle Trump’a bir kez daha iletti. Ancak aylardır ABD Adalet Bakanlığında bekleyen Gülen dosyalarının daha ne kadar bekleyeceğine ilişkin şu anda bir cevap bulunmuyor. Trump’ın “Bu konuda elimizden geleni yapıyoruz, hassasiyetlerinizi anlıyoruz” dediğine şüphe yok; ancak ABD’nin bu konuda hassasiyet gösterdiğine dair herhangi bir emare de yok. Dolayısıyla Erdoğan-Trump görüşmesinden sonra da bu konunun iki ülke arasındaki fay hatlarından biri olmaya devam edeceği çok açık.

Erdoğan ile Trump arasındaki görüşmede ortak nokta olarak öne çıkan tek konu, Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin (IKBY) referandum kararına karşı olunmasıydı. Nitekim görüşmeden sonra yapılan yazılı açıklamalarda da bu konuda iki ülkenin de aynı çizgide durduğuna vurgu yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 25 Eylül’deki gayrimeşru referandumla ilgili Türkiye’nin pozisyonunu BM konuşmasında da, Amerikan medyasına verdiği mülakatlarda da, Bloomberg Küresel İş Forumunda da, Trump’la görüşmesinde de en güçlü ifadelerle ortaya koydu. Bu şekilde Türkiye, IKYB referandumu yapılırsa sonrasında Ankara’nın atacağı adımların meşru olacağını da adeta tüm dünyaya ilan etmiş oldu.

ABD’nin bundan sonra atacağı adımların neler olacağını tahmin etmek kolay değil; çünkü son dönemde özellikle Irak ve Suriye’deki de facto durumları kabul edip yoluna o şekilde devam eden bir ABD yönetimiyle karşı karşıyayız. Kimileri buna “esneklik”, kimileri “çok sayıda senaryoya sahip olmak”, kimileri de “yönetemediğiyle yaşama becerisi” diyecektir. Ancak adı ne olursa olsun son referanduma söylemde karşı çıkan ABD’nin eylemde IKYB ile ilgili nasıl bir çizgi izleyeceği merakla takip edilmeli. Zira yeterince krizi olan Türk-Amerikan ilişkilerinin bir de IKYB referandumuyla ilgili yeni bir krizi kaldırması kolay olmayacaktır.

Şimdi ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York ziyaretinin ve Trump’la yaptığı görüşme, kötü bir çizgide seyreden ikili ilişkilerin daha da kötüye gitmesini engellemek ve Erdoğan ile Trump arasındaki ilişkinin samimiyetini korumak adına önem taşıyordu. Bu görüşmeden dişe dokunacak somut bir ilerleme çıkarmak, mevcut yapısal sorunlara dokunulmadan pek mümkün olamazdı. PKK/YPG’ye askeri destek, Gülen konusundaki uyku hali ve Rıza Sarraf davasının getirildiği son nokta gibi kritik konular hala olduğu yerde duruyor. Bununla birlikte eğer yarın Türk-Amerikan ilişkilerinde bir iyileşme süreci başlayacaksa o noktada Erdoğan ile Trump arasındaki olumlu ve yakın ilişkiler fazlasıyla önemli ve değerli olacaktır. Ancak bugün için yapısal sorunların zorluk derecesi, liderler arasındaki samimiyet derecesinden daha belirleyici gibi gözüküyor. Suriye özelinde ayrışan çıkarlar ve PKK/YPG’ye silah desteği konularında herhangi bir adım atılmadıkça Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini tam olarak yoluna koyması mümkün olmayacaktır.

@hakancopur1