Türkiye'nin Afrika'daki yaklaşımı ise özgün bir çizgi taşıyor. Ne Çin kadar büyük yatırımlar yapabiliyor ne de ABD kadar askerî üs bulundurabiliyor. Ama Türkiye, Batı'dan da Doğu'dan da farklı, daha eşitlikçi ve kazan-kazan odaklı bir strateji geliştirmeye çalışıyor. Bu söylem, Batı'dan yorulmuş Afrika halkları arasında karşılık bulabiliyor.
Ömer Kılıç/ Yazar
Afrika, son yirmi yılda sadece doğal kaynaklarıyla değil, siyaseti ve ekonomisiyle de küresel sahnede belirleyici bir coğrafya haline geldi. Büyük güçler rekabetini artırırken, yeni aktörler de sahneye çıktı. Bu yeni aktörlerden biri de Türkiye. 2005'te ilan edilen "Afrika Yılı" ile başlayan yolculuk, bugün Türkiye'nin kıtanın dört bir yanında varlığını hissettirdiği bir döneme ulaştı. Peki Türkiye Afrika'da ne yaptı, neler başardı ve hangi alanlarda hâlâ fırsatlar var?
Türkiye'nin Afrika açılımının temeli, 1998'de hazırlanan eylem planına dayanıyor. Ancak asıl ivme 2005'te yakalandı. O yıl hem "Afrika Yılı" ilan edildi hem de Türkiye ile Afrika Birliği ilişkileri stratejik ortaklık seviyesine taşındı. O dönemde kıtada yalnızca 12 büyükelçiliği bulunan Türkiye'nin, bugün 44 Afrika ülkesinde elçiliği bulunuyor. Bu sayı, sadece nicelik olarak değil, Türkiye'nin kıta genelinde görünürlüğünü artıran ve diplomatik erişimini güçlendiren kritik bir başarı olarak öne çıkıyor.
Türkiye'nin diplomatik yaklaşımı, tüm Afrika ülkelerine eşit mesafede durmak yerine, stratejik ana ülkeler üzerinden hareket etmeyi temel alıyor. Bu ülkeler, Afrika'nın hem diplomasi hem de ekonomik arenasında belirleyici rol oynuyor. Batı Afrika'da Senegal, bölgesel diplomasinin kilit aktörlerinden biri. Doğu Afrika'da Etiyopya, hem Afrika Birliği'nin merkezi hem de bölgenin büyüyen demokrasisi olarak öne çıkıyor. Kenya, insani diplomasi ve bölgesel sorumluluklarda aktif bir rol üstlenirken, Güney Afrika kıtanın en gelişmiş ekonomisine ve bölgesel liderliğe sahip. Nijerya ise Afrika'nın nüfus ve ekonomik gücüyle öne çıkan bir başka ana ülke.
Kıtadaki diplomatik ağ
Türkiye bugün 44 Afrika ülkesinde büyükelçiliğe sahip. Bu, kıtada ciddi bir diplomatik ağ demek. Ancak mesele sadece elçilik açmakla bitmiyor; çünkü her ülke aynı önemde değil. İşin sırrı, bu geniş ağı stratejik merkezler üzerinden derinleştirmekte yatıyor. Senegal, Etiyopya, Kenya, Güney Afrika ve Nijerya ile kurulacak kalıcı ortaklıklar, çevre ülkelerle ilişkileri de kendiliğinden güçlendirecektir. Yani Türkiye'nin Afrika'daki varlığını hem yaygın hem de sürdürülebilir kılacak olan, bu ana ülkelerde atacağı derin adımlar olacak.
Ekonomi alanında Türkiye'nin Afrika'daki admları oldukça dikkat çekici. 2003'te sadece 5 milyar dolar civarında olan ticaret hacmi, bugün 40 milyar dolara yaklaşmış durumda. Türk şirketleri özellile inşaat, altyapı, enerji, tekstil ve gıda sektörlerinde aktif hale geldi. İnşaat sektöründe atılan adımlar, Türkiye'nin kıtada "güvenilir yüklenici" algısı oluşturmasını sağladı. Liman işletmeleri, havaalanı projeleri ve altyapı yatırımları, Türkiye'nin somut ekonomik varlığını güçlendiriyor. Ayrıca Türk Hava Yolları'nın 60'tan fazla Afrika noktasına ulaşması, hem ticareti hem de kültürel ve sosyal etkileşimi kolaylaştırıyor.
Yumuşak güç unsurları
Türkiye'nin Afrika açılımında yumuşak güç unsurları da öne çıkıyor. YTB'nin burs ve öğrenci programları, Anadolu Ajansı ve TRT Afrika'nın haber çalışmaları, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurban ve kumanya faaliyetleri, STK'ların eğitim ve sağlık projeleri, Afrika halkı ile Türkiye arasında toplumsal ve kültürel yakınlaşmayı destekliyor. Özellikle burs programları sayesinde binlerce Afrikalı öğrenci Türkiye'de eğitim aldı. Bu gençler ülkelerine döndüklerinde hem Türkiye ile bağlarını sürdürüyor hem de kendi ülkelerinde Türkiye'nin doğal temsilcileri haline geliyor. Medya ve insani yardım faliyetleri de bu etkileşimi güçlendiriyor.
Savunma sanayii son yıllarda Türkiye'nin Afrika açılımında en çok konuşulan başlıklardan biri oldu. Bayraktar TB2 insansız hava araçları, zırhlı kara araçları ve eğitim programları birçok Afrika ülkesinde kullanılmaya başlandı. Somali'de kurulan Türk askerî üssü, Türkiye'nin kıtadaki en görünür güvenlik adımlarından biri. Burada verilen askerî eğitimler, sadece Somali için değil, bölgesel güvenlik dengeleri açısından da önem taşıyor. Libya ve diğer sahra altı ülkelerinde artan işbirlikleri, Türkiye'nin artık sadece bir ticari ortak değil, aynı zamanda askerî ve güvenlik boyutunda da dikkate alınan bir aktör olduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin Afrika ilişkilerinde dikkat çeken bir diğer alan ise siyasi dayanışma. Filistin meselesinde sergilenen tavır, birçok Afrika ülkesinde karşılık buluyor. Güney Afrika'nın Gazze konusundaki Uluslararası Adalet Divanı başvurusu, Türkiye tarafından desteklendi. Benzer şekilde BM'deki oylamalarda karşılıklı destekler görülüyor; bu da Türkiye'nin küresel diplomasi alanında Afrika'dan güç almasını sağlıyor.
Elbette Türkiye'nin Afrika açılımı sadece olumlu değerlendirmelerden ibaret değil. Bazı eleştiriler, Türkiye'nin kıtadaki varlığını "yeni-sömürgeci" bir yaklaşım olarak yorumluyor. Savunma sanayii ve hızla artan ticaret hacmi bazı çevrelerde kaygı yaratabiliyor. Ayrıca Çin, ABD ve AB ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye'nin Afrika'daki payı hâlâ sınırlı. Çin'in yüz milyarlarca dolarlık yatırımları düşünüldüğünde Türkiye'nin payı küçük kalıyor. Bu da, Türkiye'nin etkisinin büyüme potansiyelini ve halihazırda karşılaştığı sınırları ortaya koyuyor. İç karşıklıklar, güvenlik sorunları ve ekonomik belirsizlikler, Türk şirketleri için riskler yaratmaya devam ediyor.
Batı'dan yorulmuş bir halk
Türkiye'nin Afrika'daki yaklaşımı ise özgün bir çizgi taşıyor. Ne Çin kadar büyük yatırımlar yapabiliyor ne de ABD kadar askerî üs bulundurabiliyor. Ama Türkiye, Batı'dan da Doğu'dan da farklı, daha eşitlikçi ve kazan-kazan odaklı bir strateji geliştirmeye çalışıyor. Bu söylem, Batı'dan yorulmuş Afrika halkları arasında karşılık bulabiliyor. Ancak bu stratejinin başarısı, ana ülkelerde atılacak derin adımlara bağlı. Senegal, Etiyopya, Kenya, Güney Afrika ve Nijerya ile güçlenen ilişkiler, çevre ülkelerle etkileşimi de artıracak.
Afrika'nın geleceği sadece dış güçlerin rekabetiyle şekillenmeyecek; asıl belirleyici olan, Afrika ülkelerinin kendi inisiyatifleri olacak. Tükiye, kıtada kalıcı ve güvenilir bir ortak olmak istiyorsa, Afrika'yı sadece bir pazar ya da stratejik alan olarak değil, eşit bir paydaş olarak görmek zorunda. Diplomasi, ticaret, kültürel bağlar ve savunma işbirliği birlikte yönetildiğinde Türkiye'nin Afrika'daki etkisi hem yaygın hem de sürdürülebilir olacak.
Sonuç olarak, Türkiye Afrika'da önemli bir yol kat etti. Diplomatik varlığını artırdı, ticaret hacmini büyüttü, eğitim ve kültrel bağlar kurdu, savunma sanayiinde adından söz ettirdi. Ancak asıl sınav, bu kazanımları sürdürülebilir ve stratejik bir çerçeveye oturtmakta yatıyor. Ana ülkelerde atılacak derin adımlar ve uzun vadeli ortaklıklar, Türkiye'nin kıtadaki geleceğini belirleyecek en kritik hamleler olacak.