Türkiye Batı’nın çiğnediği demokrasiyi ayağa kaldırdı

Doç. Dr. Ertan Aydın / Ankara Milletvekili
20.08.2016

15 Temmuz darbe kalkışmasının en önemli özelliği, bu darbeyi yapan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) genel stratejisi gereği hiçbir şeffaf isim ve ideoloji ile ortaya çıkamamış olmalarıdır. Darbe bildirisinde Kemalizm ve laiklik vurgulu bir dil kullanılmasına rağmen Türkiye’deki neredeyse hiç bir Kemalist ve laik kişi bu bildiriye ve harekete sahip çıkmadı.


Türkiye Batı’nın çiğnediği demokrasiyi ayağa kaldırdı

Bu darbenin çakma Kemalist ulusalcı söyleminin zerre kaale alınmaması bile Türkiye’nin 1990’ların ideolojik kutuplaşmasının ve gerici-ilerici, İslamcı-laik ayırımını çoktan aştığını göstermesi bakımından manidardır. Bugünün Türkiye’sinde Hükümeti ve Cumhurbaşkanlığını eleştiren muhalefet dahi, Batı basınında maalesef hala yaygın olan İslamcılık-laiklik çatışması tezinin Türkiye için geçerli olduğuna inanmamaktadır.

FETÖ’cülerin 15 Temmuz darbe kalkışmasında kullandıkları bu sinsi siyasi stratejide, onların son 20 yıldaki ideolojik çizgisinde de sürekli başka ideolojilerin arkasına sığınıp, dürüst olmayan bir şekilde, maskelerle hareket etme taktiğini görebiliriz. 1990’larda kendisini ılımlı ve toleranslı bir muhafazakar anlayış olarak göstererek, önce Özal ve Demirel’in merkez sağ siyasetinden beslenip kök salma yolunu tuttu. Ardından, tabanını Erbakan’ın milli görüş çizgisinden ayırıp,

28 Şubat darbe sürecine açık destek vererek Ecevit’in arkasına saklanmayı tercih etmiş, dönemin tüm siyasal ve ideolojik gerilimlerini kendi avantajlarına çevirmeyi başarmışlardır.

2002 yılından sonra 10 yıl boyunca AK Parti maskesi arkasında muhafazakar demokrat olduğunu iddia etmiş, bir çok yapısal reformu kendi gizli örgüt hedefleri için suistimal etmiştir. 17/25 Aralık’taki yargı ve emniyetteki yapılanması eliyle hükümeti devirme girişiminden sonra ise Gülen örgütü bu sefer neredeyse Geziciler ve HDP kadar solcu, CHP kadar laik ve Kemalist olma iddiasıyla yeni maskeler arkasında Erdoğan karşıtı muhalefeti körüklemeye çalıştı. 17/25 Aralık bürokratik darbe girişiminden sonra ürettikleri kamikaze tape siyasetini sol ve Kemalist söyleme entegre ettirmek suretiyle beslenebilecekleri yeni bir ideoloji havuzuna kavuştular. Örgütün bu süreçte sözcülüğünü yapan ve doğrudan Fethullah Gülen’in emriyle iş yapan Fuat Avni tweetleri, arkasındaki grubun patolojik gizlilik iddiası ile Gülenizm siyasetinin sembolü haline gelmişti. 

Mesihçi terör hareketi

Tüm bu takiyyeci ve sinsi ideolojik maske arkasında kadrolaşma çabalarını başarıyla sürdüren Gülenizm, her arkasına sığındığı hareketin kanını emip, ruhunu kirleterek zayıflatıp, itibarsızlaştırmayı da başarabilmişti. Aynı zamanda, başka grupların ideallerini ve maddi imkanlarını sömürerek büyük bir hızla büyüyen bu vampir, kendi bünyesine kattığı yeni üyelerine binbir türlü yolsuzlukla iş ve imkan sağlayıp, milyarlarca dolarlık bir saadet zinciri kurup, bir güç sarhoşluğuna da kapılacaktı. 2002 ile 2013 arasında AK Parti’ye destek verdiğini söylerken, aslında Gülen örgütü Ak Parti hareketinin Müslüman demokrat vizyonuna ve demokratikleşme hedeflerine de hukuki süreçleri ve bürokrasiyi içerden çürüterek çok büyük darbe vurdu...

Bu örgütün tasallutundan 2013’den çıkmak, AK Parti’yi iflas ve yıkımdan kurtardığı gibi, AK Parti’nin halk nezdindeki itibarını da arttırmıştı.  Ak Parti hükümetleri döneminde Ergenekon ve Balyoz davaları, Hrant Dink suikasti, gazeteci tutuklamaları, Gezi olaylarında polisin orantısız güç kullanımı, Uludere, KCK operasyonlarında belediye başkanlarının plastik kelepçelerle göz altına alınması, Rus uçağının düşürülmesi gibi en çok eleştiriye maruz kalan hadiselerde paralel yapının önemli ölçüde rolü olduğu görülüyor. Yakın tarih Türk siyasetindeki bir çok karanlık noktanın aslında bu yapının bir tezgahı sonucu ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bilhassa, suni husumetler üretip toplumsal kamplaşmayı arttırdıkları, toplumsal huzuru baltalayacak bir çok fitne unsurunu alevlendirdikleri söylenebilir. Ak Parti’nin iş işten geçmeden uyanıp bu yapıyla yollarını ayırdıktan sonra sol muhalefetle iş tutan, memleketin okumuş aydınlarını Fuat Avni tweetlerine inandırmaya, uyutarak psikopat tezlere sarılmaya ve ucuzcu komplolara iten Gülen örgütü, neticede Türkiye muhalefetine de felç geçirtmeyi başarmıştır. İşte bu felcin neticesidir ki, Türkiye’de darbelere karşı ilk önce sokağa çıkması beklenen sol kesim, 15 Temmuz gecesini kendisi adına darbe yaptığını iddia eden Gülenci’lerin zehrinin etkisini üzerinden atmaya çalışarak geçirdi.

15 Temmuz’daki halk direnişinin herkes tarafından sahiplenilmesi ve ülkede bir milli birlik havasının oluşmasının ana sebebi, geçmişte Gülen mağduru olmuş değişik kesimlerin, felç ve komadan çıkıp ayağa kalkarak kendi kimlik ve şahsiyetlerine geri dönme iradesini göstermiş olmalarıdır.

FETÖ’nün maskeli stratejileri

Bu süreçteki en acı boyut, yurtdışındaki medya ve hükümetlerin, oryantalist Türk düşmanlığı ve lobiler vesilesiyle hala Gülenizmin kendilerini maske ve maşa olarak kullanmalarına imkan verebilmeleridir. Hatta denilebilir ki, son yıllarda Batı medyasında sıkça dillendirilen otoriter, anti-demokratik Türkiye ve diktatör Erdoğan tezleri bilhassa bu mesihçi terör örgütünün el altından yaygınlaştırmaya çalıştığı argümanların tezahürleridir. Zaten klasik oryantalist önyargılarla örtüşen bu tezler Batı medyası için kullanım değeri yüksek aforizmalara dönüştü. Oysa ironik olan, Batı demokratik değerlerinin itibarsızlaştığı, Mısır ve Suriye örneklerinde olduğu gibi ardarda kötü sınavlar verdiği ve Batılı olmayan dünyada neredeyse bitme noktasına geldiği bir dönemde kurtarıcı rol üstlendi Erdoğan ve Türk halkı. 15 Temmuz gecesi Türkiye’de anti-demokratik totaliter bir siyasal rejimi hedefleyen darbe teşebbüsüne karşı, Erdoğan’ın halkı sokaklara çağıran tarihi açıklaması ile milli irade, sivil inisiyatif, demokratik mücadele ve özgürlük gibi demokrasinin kurucu değerleri galip gelmiş oldu. Bu anlamda, Türkiye tüm dünyada demokrasinin ve milli iradenin umudu haline geldi. Türkiye’deki bu demokratik mücadele, yeniden tüm dünyadaki otoriter ve baskıcı anlayışlara karşı çıkma azmini pekiştirdi. Neticede, o diktatör dedikleri otoriter dedikleri Erdoğan, Batı’nın yüz yıllardır övüne durduğu demokrasisinin en önemli aktörü haline geldi.

Başka herhangi bir ülkede bu yaşananların çok azı dahi yaşansa destanlar düzen, kahramanlık öyküleri üreten Batı medyası, Gülen hipnozu etkisiyle üç maymunları oynamayı tercih edebiliyor. Bırakın darbeyi ve darbecileri lanetlemeyi, beceriksizlikleri dolayısıyla eleştirip, darbenin bir numaralı müsebbibi olan terör örgütü lideri Gülen’i ekranlarına çıkarma yarışı içine girebiliyorlar. Tarihe geçecek bir utanç tablosu çiziyorlar adeta. “Bizim çocuklar başaramadı” diye ağıtlar yakan yorumcuları ekranlarına taşıyabiliyor, demokrasi adına izahı zor bir performans ortaya koyuyorlar .

İdeoloji vampirliği

Daha önceleri Türkiye’deki sol, liberal ve seküler elitlerin sesine kulak kabartan ve onların yaklaşımları doğrultusunda Türkiye okuması yapan Batı medyası, artık sadece Gülen’in  “şakirt lobisi” doğrultusunda yayınlar yapıyor. Öyle ki, bu “şakirt lobisinin” enjekte ettiği Erdoğan nefreti Batı dünyasında bir akıl tutulması ve beyin felcine yol açıyor. Darbe sürecini bile Erdoğan’ın bir tiyatrosu olarak okuma ahmaklığına varıncaya kadar... Paradoksal olarak, bir gerçekten kaçış ve körlük tiyatrosu sahneliyor Batı.

11 Eylül sonrasında kendilerine “ılımlı İslam” gibi bir teşoron ideoloji maskesini takan Gülenizm, özellikle ABD’de kurdukları okul zinciri ile mali açıdan pek çok sahte iş yapmasına rağmen, ittifaklarını 15 Temmuz sonrasına da taşımaya başarmış görünüyorlar. Umudumuz, Gülen’e Erdoğan düşmanlığı adına hala destek veren Avrupa ve Amerika medyasının da kendi beyin felcinden çıkıp, daha onurlu ve zeki analizler yapacağı günlerin gelmesidir. Aksi halde, şu anda kendi emelleri için kullandıklarını düşündükleri Gülenizm vampirliğinin saldığı zehrin felcinden kurtulana kadar, Türk-Amerikan ve Türk-Avrupa ilişkileri geri döndürülemez bir tahribata maruz kalabilir.

[email protected]