Türkiye dışında Türkçe'nin geçerli olduğu iki şehir

Mustafa İsen / Yazar
17.01.2020

Kosova Fatihi I. Murad’ın türbesini restore etmek istiyorduk. Müzakerelere başladık, toplantılarda güya bir Arnavut yetkili de bulunuyordu ama son sözü BM temsilcisi İsveçli bayan söylüyordu. Bir ara bana dönüp “Niye Türkler buradaki tarihi eserlerle ilgileniyor” diye cahilce bir soru sordu. Bazı şeyleri anlattıktan sonra kendisini ertesi gün Prizren’e davet ettim...


Türkiye dışında Türkçe'nin geçerli olduğu iki şehir

1981 yılında Yugoslavya’ya öğretim üyesi olarak gideceğim belli olunca merhum hocam Orhan Okay Bey, bana iki adres verdi, birisi Makedonya’da, Üsküp’te, diğer Kosova’da, Prizren’de. Ben biraz ülkeyi tanıyıp çevreyle ilgilenme fırsatı bulunca bu iki adrese de birer mektup yazıp kendimi tanıttım. Bir sabah erken kapımız çalındı ve ürkek bir adam benimle görüşmek istediğini söyledi. Bu buluşmayla başlayan Üsküplü arkadaşımla dostluğumuz uzun yıllar devam etti ama ben bugün diğer adresle ilgili bir hikaye anlatacağım. Konuya böyle başlamamın sebebi, bu dostumuzun eğer ülkedeki Türk varlığını tanımak istiyorsam beni ilk fırsatta Makedonya ve Kosova’yı ziyarete adeta zorlaması ve davetidir.

Eh bizim de zaten bohçamız hazır olduğu için şartlar elverir elvermez önce Makedonya’ya, oradan da Kosova’ya geçtim. Geçtim demek kolay tabii. Üsküp otobüs terminalinden seksenli yılların, şimdiki gençlerin dalga geçeceği cinsten, Prizren otobüsüne bindim. Otobüste artık biraz aşina olduğum Sırpça ve Makedonca yanında yeni duyduğum Arnavutça ve çokça Türkçe konuşmalar. Derken Kaçanik Boğazı’na daldık. Klasik Balkan yolları, derin vadiler, dik dağlar, coşkun akan sular ve alabildiğine yeşillik. Birden dikkat kesiliyorum, teyp bildiğimiz hasret türkülerini dillendiriyor:

Dumanlı dumanlı oy bizim eller

Oturup ağlasam delidir derler…..

Elbette bu yanık hava gurbet elde, katmerli bir hüzünle gelip yerleşiyor yüreğime. Böyle bir duygu seli içinde ulaşıyoruz Prizren’e. Arkadaşım ve sonrasında otuz yıllık dostum Altay Suroy karşılıyor terminalde. İlk defa görüşüyoruz ama kesin kalu beladan aşinayız birbirimize. Sarılıyoruz ve sorgusuz sualsiz eve yöneliyoruz. O yıllarda Prizren bütünüyle bir Osmanlı şehri. Burada herkes Türkçeyi biliyor ve bu özellik şehirli olmanın ilk şartı. Eski ailelerin evleri mutlaka bahçeli ve ortalama iki katlı. Girişte babasının keçe atölyesi var. Bu vesile ile öğrenecektim ki bizim Mevlevi külahları bile bir dönem burada imal edilmiş. Büyük bir misafirperverlikle yemek yendi, uzunca bir sohbetin ardından siz yoldan geldiniz.. diye başlayan bir uyarıyla üst katta hazırlanmış odaya revan oldum. Sabah makul bir vakitte, alt katta var olan hareketlilikten hane halkının da hazır olduğunu hissedince hazırlanıp aşağıya yöneldim. Alt katta merdivenin başında Altay’ın annesi ve yanında yetişkin kız kardeşi elleri önlerinde bağlı sabah-ı şerifler hayr olsun efendim, sabah-ı şerifler hayr olsun efendim teşrifatıyla karşılandım. Bu girizgahtan, kahvaltının, sonraki misafirlik alakasının nasıl geçtiğini siz tahmin edin.

Addan önce mahlas

Sonra arkadaşımın eşliğinde Prizren gezisine başladık. Elbette bu şehrin Rumeli’deki kadim Türk kültür merkezlerinden biri olduğunu biliyordum. Dahası kendisi de bura doğumlu olan Aşık Çelebi’nin Prizren’de oğlan doğsa adından önce mahlasını koyarlar dediğini de. Ama gene de şairlik geleneğinin bu denli yoğun yaşandığını ancak aralarına karışınca öğrendim. Bir kere eski Sosyalist sistemlerde var olan devlet destekli kültür sanat derneklerinin burada da elbette bir karşılığı vardı; adı Doğruyol. Ama ziyaretim sırasında gördüm ki bu dernek formalite gereği kurulmuş bir resmi kurum değil, değme akademilere taş çıkartacak gerçek bir kültür sanat merkezi idi. Diyebilirim ki dini meseleler hariç Prizren’de yaşayan Türk halkının neye ihtiyacı varsa Doğruyol ona en doyurucu şekliyle cevap veriyordu. Bu yüzdendir ki Prizren’de istenirse birkaç saat içinde bir sanat müziği, pop müziği, halk müziği konseri organize edilebilir, tiyatro faaliyeti ya da örneğin bölgeyle ilgili herhangi bir kültürel etkinlik birinci sınıf bir faaliyet olarak hayata geçirilebilirdi. Eminim Aşık Çelebi şimdi yaşasa bu şehirde yaşayan şair ve yazarlar yanında, ressamlardan, tiyatroculardan, şarkıcılardan, farklı enstrümanları ustaca çalan sazendelerden de söz edecekti.

Türkler niye ilgileniyor?

Bu renkli kültürel mozaiğin yanında beş yüz yıldan beri orijinal mekanlarında ve kadim dekorlarıyla yedi, sekiz otantik tekkenin varlığı da şaşırtıcı oldu benim için. Her ne kadar ziyaretim sırasında dergahtaki şeyhlerin bilgi düzeyleri beni hayal kırıklığına uğrattıysa da geleneği taşımış olmaları bile bir kazançtı.

Prizren’e daha sonra defalarca gittim. Her defasında Altay yanında diğer sanatçı dostlarım İskender Muzbeg, Zeynel Beksaç, Secaettin Koka gibi isimlerle beraber olduk. Zaman geçti onların çocukları öğrenci projesi ile ülkemize geldiler, bu kez onlara Ankara’da biz ev sahipliği yaptık. Şükür şimdi her biri önemli görevlerde ülkelerine ve dünyaya hizmet ediyorlar. Ama bu ziyaretlerden ikisini hassaten anmak istiyorum. 1999’da Miloşeviç’in Kosova’ya yaptığı müdahale ve kıyım sonrasında NATO Sırbistan’a müdahale etti, bu biliniyor. Sonrasında Arnavutlar biraz kendilerini toparlayınca burada anlatılması uzun sürecek anlaşılmaz bir tavırla Priştine Üniversitesi bünyesinde eskiden beri var olan Türkoloji Bölümünü kapatmaya kalkıştılar. Bu sorunu inceleyip çözmek için bu kez resmi bir görevle gönderildim. Şükür ki mesele giderildi ve bölüm hizmete devam ediyor. İkinci olarak da yine benzer bir görev, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığım sırasında uhdeme tevdi edildi. Yılların ihmali ve savaşın tahribatıyla perişan durumda olan Kosova Fatihi I. Murad’ın türbesini restore etmek istiyorduk. Ama Kosova ile aramızda kültür anlaşması yoktu. Buna imkan da yoktu çünkü Kosova henüz bir devlet olarak ortaya çıkmamıştı ve Birleşmiş Milletler eliyle yönetiliyordu. Niyetimiz sadece türbe değil bölgedeki diğer atalarımıza ait eserleri de restore etmekti. İşte bu ortamda müzakerelere başladık, toplantılarda güya bir Arnavut yetkili de bulunuyordu ama son sözü Birleşmiş Milletler temsilcisi İsveçli bayan söylüyordu. Bir ara bana dönüp niye Türkler buradaki tarihi eserlerle ilgileniyor diye cahilce bir soru sordu. Bazı şeyleri anlattıktan sonra kendisini ertesi gün Prizren’e davet ettim. Oradaki havayı görünce mahcup bir biçimde “Evet şimdi anladım” dedi. Neticede Kosova Hükümeti ile ilk uluslararası anlaşmayı imzalamak bize nasip oldu. Türbe ve müştemilatı da pırıl pırıl onarıldı. Bunu Sinan Paşa Camii ve Namazgah olmak üzere başka örnekler izledi.

NATO müdahalesi sonrası bölgede konuşlanan farklı ülkelere ait askeri kışlalardan biri de Türk Taburudur. Çok isabetli bir kararla Sultan Murat Kışlası olarak adlandırmayla Prizren’in bir bölgesinde yer tutmuş olan bu kışla, bölgede hem askeri hem de yumuşak gücün imkanlarını kullanarak ülkemizi burada çok başarılı bir biçimde temsil ediyor. Ayrıca doksanlı yıllarda taburun buraya intikali sırasında bölge halkınca nasıl iştiyakla karşılandığı da hafızalardadır.

Aluş Nuş’tan türküler

Sonraki yıllarda şehrin bu durumu dolayısı ile Türkiye Prizren’de bir Başkonsolosluk açtı. Başta TİKA olmak üzere Maarif Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü gibi diğer kurumlar da Prizren eksenli faaliyetlerle Kosova’da bayrağımızı şerefle dalgalandırıyor. Bu uygulamalardan yöre halkı da son derece memnun.

Oysa ben bunlardan çok size akşam Şadırvan’da çay içmenizi, Maraş’ta bülbül şakımalarını dinlemenizi, Mehmet Paşa Hamamı’nda bir kültürel etkinliğe katılmanızı, Bisritsa nehrinin mevsimine göre coşkun akışını üzerindeki taş köprüden seyretmenizi, kaleden şehri fotoğraflamanızı, ille de Prizren köftesi yemenizi önerecek ve bunlarla ilgili ayrıntılar anlatacaktım. Tabii Aluş Nuş’tan Rumeli türküleri dinlemenizi de.

Prizren artık seksenli yılların şehri değil. Savaşla birlikte neredeyse mevcut nüfusu kadar bir göç aldı. Bu, şehrin o kadim yapısını bozdu. Buna rağmen bana göre Kıbrıs dışında dünyada sadece Türkçe konuşarak bütün ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz iki şehirden biridir orası, diğeri de Tebriz.

Prizren artık 80’li yılların şehri değil. Savaşla birlikte neredeyse mevcut nüfusu kadar bir göç aldı. Bu, şehrin o kadim yapısını bozdu. Buna rağmen Kıbrıs dışında dünyada sadece Türkçe konuşarak bütün ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz iki şehirden biridir orası, diğeri de Tebriz.

@profmustafaisen